Gazeteci değil ‘memur’ gazeteci istiyorlar
SİYASETKapalı devre yayın sistemi içinde kurulan bu söz hegemonyasının, toplumun belli kesimlerini hala etkilediği de başka bir gerçek. Bu anlatılanlara ikna olanlar; ideolojik olarak muhafazakâr olanların yanısıra, iktidar değişiminden korkan siyaseten muhafazakâr kesimlerden oluşmaktadır.
İktidar blokuna siyasi yakınlıktan ziyade, ontolojik bağlılık kuran ve sayısı 20-30’u bulan “yazar, akademisyen ve kanaat önderi” belli bir sistematik içinde, iktidarın denetiminde bulunan görsel medyadaki programlara konuk olup, dönüşümlü olarak aynı şeyleri anlatıyorlar. Bunlara gazetecilik faaliyeti demek zor. Bunlara memur gazetecilik diyebiliriz en fazla.
Gazetecilik bir kez daha siyasetin kurbanı oldu.
Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklandı. Hem de hızlandırılmış bir “bilirkişi” soruşturması ile.
Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş’ın tutuklanması, kurumsal olarak HalkTV’nin hedef alınmasıdır.
Program Müdürü Kürşat Oğuz ve programcı Barış Pehlivan ise adli kontrolle serbest bırakıldı.
Her şey pazartesi sabahı İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı basın toplantısı ile başladı. İmamoğlu o toplantıda, kendisi ile ilgili davalarda sürekli aynı bilirkişinin olmasının hayatın doğal akışına aykırı olduğunu söyledi ve bu bilirkişiyi ilgili sorularla kendisine kurulan kumpası açıkladı.
Bu basın toplantıyı takip eden saatlerde Barış Pehlivan, bu bilirkişiyi irtibata geçti ve telefonda İmamoğlu’nun yaptığı suçlamalarla ilgili sorular sorduğu bir söyleşi gerçekleştirdi. Bu söyleşi o sırada yayında olan Seda Selek’ın sunucusu olduğu programda yayınlandı.
Bu söyleşi, iktidara yakın TV’lerde de yayınlandı.
Bütün bunlar Pazartesi oldu.
Aynı gün iktidara yakın bir gazete bu bilirkişi ile yaptığı söyleşi gazetenin salı günü nüshasında yayınlandı.
Ancak salı günü iktidara yakın gazetede yayınlanan söyleşi konusunda herhangi bir hukuki işlem yapılmazken, Halk TV’de yayınlanan söyleşi için işlem başlatıldı ve söyleşiyi yapan Barış Pehlivan, Sorumlu Müdür Serhan Asker ve söyleşinin yayınlandığı programın sunucusu Seda Selek gözaltına alındı.
Bu isimler salı akşamı emniyette ifade verdiler ve geceyi orada geçirdiler.
Çarşamba sabahı, HalkTV bir basın açıklaması yayınlayarak, söyleşinin nasıl bir süreçte yayınlanmasına karar verdiğini açıkladılar. Bu açıklama ile Genel Yönetmeni Suat Toktaş ve Programlar Müdürü Kürşat Oğuz da söyleşinin yayınlanmasında sorumluluk aldılar, aynı soruşturmanın öznesi olmayı seçtiler. Gözaltına alındılar ve ifade verdiler.
Çarşamba akşamı Seda Selek ve Serhan Asker, denetimli serbestlik ile tahliye edilirken Toktaş, Oğuz ve Pehlivan tutuklanma istemiyle sulh hakimliğine sevk edildiler ve tutuklandılar.
Evet her şey salı öğleden sonra başladı ve Çarşamba gecesi neredeyse 36 saatte oldu.
Burada temel soru şudur.
Aynı bilirkişi ile yapılan söyleşinin yazılı nüshası için hiçbir hukuki işlem yapılmazken, ekranda yayınlanan hali için neden hızlandırılmış bir hukuki süreç işletildi?
Toplumun büyük kesimin yaşadığı gerçekleri dar imkanlarla kamuoyuna sunan ve etkisi, iktidar kontrolünde olan yüzde 95 kadar olan alternatif medya bir biçimde susturulmak isteniyor. Ve bunun için de hukuk bir cezalandırma aracı olarak kullanılıyor.
Bunun temel nedeni, iktidarın devlet imkanlarıyla kurduğu “kapalı devre yayın sisteminin” topluma anlattıklarının gerçekliğinin sayısı az ama etkisi çok olan görsel ve yazılı medya tarafından sorgulanmasıdır.
Ve dahası iktidara yakın medyanın sunduğunun gerçekler değil hayaller olduğunun, toplumun büyük kısmının anlatılanlarla gerçekler arasındaki farkı sadece hissedilmesi değil yaşamasıyla da ilgilidir.
İktidar, ister kendine bağlı ister kendine muhalif olsun görsel medyanın farkında. O yüzden kâğıt baskı ya da internetteki yazılı medyaya değil daha çok görsel medyaya önem veriyor.
İktidar blokuna siyasi yakınlıktan ziyade, ontolojik bağlılık kuran ve sayısı 20-30’u bulan “yazar, akademisyen ve kanaat önderi” belli bir sistematik içinde, iktidarın denetiminde bulunan görsel medyadaki programlara konuk olup, dönüşümlü olarak aynı şeyleri anlatıyorlar. Bir anlamda iktidar tarafından bir “propaganda makinası” olarak kullanıyor. Anlattıklarının özeti ise; “Türkiye’de her şey yolunda” ve “dünya bizi kıskanıyor”.
Bunlara gazetecilik faaliyeti demek zor. Bunlara memur gazetecilik diyebiliriz en fazla.
Kapalı devre yayın sistemi içinde kurulan bu söz hegemonyasının, toplumun belli kesimlerini hala etkilediği de başka bir gerçek. Bu anlatılanlara ikna olanlar; ideolojik olarak muhafazakâr olanların yanısıra, iktidar değişiminden korkan siyaseten muhafazakâr kesimlerden oluşmaktadır.
Ancak ülkenin yaşadığı gerçekler iktidara yakın medyada anlatılanlar değil.
Ülkede bir anlamda ekonomik buhran yaşanıyor. Asgari ücretliler, emekliler, öğretmenler, doktorlar, çiftçiler ve farklı kesimden mağdurlar var.
Eğitimde kalite her yıl düşüyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünün alanı daralıyor.
İşte toplumun büyük kesimin yaşadığı gerçekleri dar imkanlarla kamuoyuna sunan ve etkisi, iktidar kontrolünde olan yüzde 95’lik medyadan çok daha fazla. O yüzden bu alternatif medya bir biçimde susturulmak isteniyor.
Ve bunun için de hukuk bir cezalandırma aracı olarak kullanılıyor.
Sadece gazeteciler değil, iktidara bir biçimde eleştirel bakan herkesin başında hukuk, demokrasi kılıcı olarak sallandırılıyor.
Ancak bütün bunlar, yaşanan gerçekleri toplumdan gizlemeye yetmeyecek. Yasaklar, gözaltılar, tutuklamalar bu gerçekleri ortadan kaldırmaya yetmeyecektir. Çünkü toplum, medya olmasa da, bu sorunları yaşıyor.
Engellemeler, gerçekleri gizleyemez. Fısıltı gazetesi büyütür ve bunun etkisi hissedilen gerçeklerden daha ağır olur.
Bütün bu süreç bize siyasetin, tek tek bizlerin siyasete katılmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
İlginizi Çekebilir