Felaketlerden ders almıyoruz çünkü…
SİYASETTürkiye ne yazık ki, felaketler ülkesi ve hiçbir felaketten ders almıyoruz. Almıyoruz çünkü, siyasi iktidar blokundaki partilerin, muhalefetteki partileri siyaseten “rakip” değil, siyasi “hasım” olarak görüyor ve dışlıyor. Oysa olması gereken merkezi ve yerel yönetimde “ortak aklın” devreye sokulmasıdır.
Önceki gün Bolu Kartalkaya’da bir otelde çıkan yangında bu satırlar yazılarken can kaybı sayımız 79 idi. Yaralanan 51 kişiden 39’unun taburcu edilirken, 12’sinin tedavisi sürüyor.
Açıkçası korkunç bir felaket yaşadık.
Peki bu felaketten ders alacak mıyız?
17 Ağustos 1999 Depremi’nden almadık, 301 kişinin öldüğü Soma’dan ders almadık, 2021’de çıkan yangınlarda almadık, 6 Şubat 2023 Maraş merkezli depreminden de…
Bu listeyi uzatmak sel, heyelan gibi felaketleri eklemek de mümkün.
Umarız bu felaketten ders alırız.
Ancak, yangın sonrasında yaşanan tartışmalara baktığımızda ders almayacağımızı söyleyebiliriz.
Neden mi?
Felaket sonrasında, otelle ilgili “yetki ve sorumluluk” kapsamındaki tartışmalara baktığımızda bunu söylemek mümkün.
Resmi kayıtlara bakıldığında otelle ilgili tüm yetki ve sorumluluk, açık biçimde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı. Bu gerçeğe rağmen Kültür ve Turizm Bakanı, oteldeki yangınla ilgili sorumluluğu Bolu Belediyesi’ne ve Başkan Tanju Özcan’a attı.
Belediye Başkanı Özcan ise ellerindeki resmi belgelerle, otelle ilgili tüm yetki ve sorumluluğun kendilerine değil, bakanlığa bağlı olduğunu anlatmaya çalışıyor.
Bu bölünmüşlüğü medyadan izlemek de mümkün.
İktidara yakın medya, felaketin sorumluluğunu belediyeye atarken, bunun için de bakanlığın servisi ettiği tahrif edilmiş belgeleri kullanılıyor.
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ise ellerindeki belgelerle suçsuz olduğunu çıkabildiği muhalefete yakın medyaya çıkarak masumiyetini anlatmaya çalışıyor.
Felaketin yaşandığı otelle ilgili kendilerinin verdiği hiçbir rapor olmadığını bunun nedeninin de otelin kendi sorumluluk alanlarında olmaması olduğunu ifade ediyor.
Bolu Belediyesi yetkilileri otelde 16 Aralık 2024’te teftişte bulunuyor. Bu teftişte 7 yetersizlik saptıyor ve bu eksikliklerin giderilmesi için otele 15 gün süre veriliyor. Otel, bu eksiklikleri gidermek yerine 24 Aralık 2024 belediyeye başvuru yaparak 12 Aralık’ta yaptığı başvuruyu geri çekiyor.
BAŞVURU GERİ ÇEKİLMİŞ
Belediye Başkanının açıklamalarına göre otelin bütünü için belediyeye yangın yeterlilik başvurusu 12 Aralık 2024’te yapılıyor. Bolu Belediyesi yetkilileri otelde 16 Aralık 2024’te teftişte bulunuyor. Bu teftişte 7 yetersizlik saptıyor ve bu eksikliklerin giderilmesi için otele 15 gün süre veriliyor.
Otel, bu eksiklikleri gidermek yerine 24 Aralık 2024 belediyeye başvuru yaparak 12 Aralık’ta yaptığı başvuruyu geri çekiyor. Bu noktada belediyeye düşen sorumluluk, bu durumu ilgili kurumlara bildirmek olmalıydı.
Özcan, otelin arka tarafında bulunan 70 mt2 kafe için işletmeci 25 Aralık’ta belediyeye başvuruyor ve yapılan denetim sonrası sadece kafe için yangın yeterlilik belgesi veriyor. Yani Bolu belediyesi sadece otelin arka kısımda bulunan kafe için yangın yeterlilik belgesi veriyor, otelin tamamı için değil.
Yangın otelin arka kısmında ve göreli olarak dışarıda da kalan kısımda değil, otelin 4. Katındaki mutfakta çıkıyor ve ölümlerin büyük kısmı da bu katın üstündeki katlarda yaşanıyor.
Otel bundan önceki yıllar için yangın dahil denetimleri bakanlığın onay verdiği özel şirketlerden almış olabilir. Bu açıdan da bakanlık, geçmiş yıllara ait denetim belgelerini de halka açmak zorundadır.
Felaket sonrası sorumluluk konusunda bakanlık ve belediye arasındaki tartışma normal demokratik bir ülkede olabilir mi?
TEDBİR ALINMIYOR ÇÜNKÜ SİYASET YOK
Normal şartlarda bu sorunun cevabı “normal değil” olurdu. Ama burası Türkiye ve bu sorunun cevabı ne yazık ki; “normal”.
Bütün bu durumları “normal”leştiren temel nedeni ülkenin içinde olduğu siyasetsizlik halidir.
Çünkü, bu tedbirlerin alınması bizatihi siyasetin konusudur. Ve ne yazık ki Türkiye’de bu anlamda “siyaset” yok.
“Siyaseti” çok kabaca, toplumsal sorunlarla ilgili taleplerin kamusal alanda ifade edilerek siyasi karar süreçleriyle kesişip çözülmesi olarak tanımlarsak; sorunların çözülmesini talep eden toplumdan ve çözüm üretecek siyasal aktör/ler/den bahşetmiş oluyoruz.
Ve doğal olarak ikisi arasında doğal bir etkileşim ve diyalogdan.
İşte Türkiye’de sorun, bu etkileşim ve diyaloğun olmamasıdır. Siyasetsizlik hali dediğim de tam da budur.
Türkiye’de bu durumu ağırlaştıran başka bir durum da siyasetin içindeki aktörler arasında iletişimsizliktedir.
Siyasi iktidar blokundaki partilerin, muhalefetteki partileri siyaseten “rakip” değil, siyasi “hasım” olarak görmesi, bu etkileşim ve diyaloğu baştan koparmaktadır.
Evet siyasi iktidar ile muhalefet partileri arasında elbette bir etkileşim ve diyalog kuşkusuz vardır ama; konu siyasal olana geldiğinde bu, ortadan kalkmakta, iktidar bloku muhalefeti yok saymaktadır.
İktidarın muhalefet partilerini siyasi rakip değil, siyasi hasım olarak görmesi, sadece parti düzeyinde değil o partilerin yerel yönetimlerini de kapsamaktadır.
O noktada siyasal iktidara muhalefete ait yerel yönetimleri, valiler, il başkanlıkları aracılığıyla bypass etmekte ve işlevsiz kılmaya çalışmaktadır.
Bunu özellikle büyük şehirlerdeki deprem başta olmak üzere doğal afetlerle mücadele konusunda sık sık görmekteyiz.
Örneğin İstanbul’da deprem ya da doğal afet olayları ile ilgili toplantılara İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu özellikle davet edilmemektedir.
Bu durum kaçınılmaz olarak alınması gereken tedbirlerde “ortak aklı” devre dışı bıraktığı için; alınan her karar tek taraflı ve doğal olarak eksik olmasına yol açmaktadır.
Son felaket sonrasında yaşanan gerilim de bunun bir örneğidir. Bakan sorumluluk konusunda belediyeyi suçlarken, belediye hukuki olarak yetkisizliğini kanıtlamaya çalışmaktadır.
Oysa olması gereken merkezi ve yerel yönetimde ortak aklın devreye sokulmasıdır.
Bu olmazsa yeni felaketler ne yazık ki, kaçınılmaz olacaktır.
İlginizi Çekebilir