Estetik ve yaşama kültürü
FELSEFESanatsal etkinlik dünyayı başka bir biçimde tasavvur etme cüretidir. Günlük yaşam pratikleri içinde sıradanlaşan insan ruhu, bu etkinlik içinde kendi otantikliğini, kendi benzersizliğini keşfeder. Bu bakımdan, sanatsal etkinlik insanın kendi yaratıcı çabasıyla kendisini de inşa ettiği bir süreçtir.
Seyahat ettiğim her yerde ilk olarak o bölgedeki arkeoloji müzesine gidiyorum. Arkeoloji müzelerini gezmek benim için geçmişe zaman yolculuğu yapmak gibi… Böyle bir yolculuk, o şehir ya da bölgede var olmuş kültürlerin, medeniyetlerin günlük yaşam pratiklerinden dini ve felsefi görüşlerine kadar birçok konuda bilgi sahibi olmaya imkân tanıyor. Üstelik Anadolu gibi sayısız medeniyetin var olduğu bir coğrafyada eşsiz bir kültürel mirasa sahip olduğumuz için epey şanslıyız.
Bugün neredeyse her şehirde bir arkeoloji müzesi var. Bu mekanları gezerken yalnızca entelektüel açıdan tatmin olduğunuzu hissetmiyorsunuz, aynı zamanda duyularınız da estetik bir şölen yaşıyor. Öyle ki, küçük bir kullanım eşyasındaki detaylı işçilikten tutun da bir mimari yapının kalıntılarındaki harikulade süslemelere varıncaya dek son derece zengin bir estetikle büyülenmemek elde değil. Fakat bu büyü maalesef müzeden dışarı çıkınca birdenbire yok oluyor. Dışarı çıkıp etrafınıza şöyle bir bakmanız gözlerinizin acımasına yetiyor. Çünkü müthiş bir görüntü kirliliği duyularınıza hücum etmeye başlıyor. İster istemez, estetiği bu kadar dışlayan bir yaşama kültürünün nasıl olup da bu derece yaygınlaştığını merak ediyor insan. Öyle ki hemen hemen her şeyde bir derme çatmalık, kaba bir işlevsellik ve duyulara işkence eden bir çirkinlik kendini gösteriyor.
Estetik sözcüğü Yunanca “aisthesis” sözcüğünden geliyor. Bu sözcük duyularla, duyumsanabilir olanla, algıyla bağlantılıdır. Duyularla algılama, hissetme anlamına geliyor. ‘Estetik’ aynı zamanda güzel olanı soruşturan, güzel olanla ilişkimizi anlamaya çalışan ve beğeni yargıları üzerine kafa yoran bir felsefe alanıdır. Felsefe tarihinde hemen hemen her filozofta estetik üzerine düşünme bulabiliriz. Örneğin Platon harikulade Şölen (Symposium) diyaloğunda eros (sevgi/aşk) üzerine tartışırken bu duygunun güzel olanla bağlantısını ortaya koyar. Ona göre sevmek ruhu güzelliğe taşımaktır. Sevmek bir yükseliştir. Bu yükseliş, duyusal olarak güzel olandan, kavramsal olan Güzel’e doğrudur. Başka bir deyişle, sevmek güzel olan şeyleri severek Güzel ideasını (güzeli güzel yapanı) kavramaktır. Dolayısıyla, hakikate bu dolayımla yani güzel olanı severek varılabilir. Platon için en yüce sevgi bu bakımdan philosophia’dır, yani felsefedir. Şölen diyaloğu en yüce sevgi olan hakikat sevgisinin yani felsefenin böyle estetik bir dolayımla ortaya çıktığını göstermesi açısından son derece ilginçtir.
Nietzsche ve Schopenhauer gibi filozofların felsefelerinde ise estetik önemli bir yere sahiptir. Nietzsche estetiği zengin yanılsamaların kaynağı olarak olumlar. Hakikat de ona göre zengin yanılsamalar oluşturabilme becerisidir. Bu açıdan ele alındığında, felsefe bize yavan bir hakikat sunar. Zira felsefe kavramlarla düşünür. Nietzsche ise duyusal metaforu ve imgeyi daha yaratıcı bir dünya tasavvuru oluşturması nedeniyle kavramlardan üstün tutar. Kavramlar olanca farklılığı içindeki dünyayı belli şemalara indirgeyen düzeneklerdir. İmge ise dünyanın daha zengin bir temsilini ortaya koyması açısından benzersizdir. Bu bakımdan sanat Nietzsche’ye göre kültürün en yüksek formudur. Sanatçı da en üstün güç istencine sahip kişilik olarak Nietzsche’nin düşüncesinde bir übermensch yani üstün insandır.
Schopenhauer için ise sanat bizi istemenin tahakkümünden kurtaracak iki seçenekten (diğeri asketizm/çilecilik) biridir. Estetik deneyim doymak bilmeden isteyen yanımızı susturur. Öyle ki, hoşumuza giden bir melodinin yarattığı coşkuda ya da etkileyici bir manzaranın seyrinde akan zaman birdenbire durur ve o an ebedi bir şimdiye (nuc stans) dönüşür. Schopenhauer’a göre böyle anlarda dünya bize kalbini açar ve biz şeylerin yüreğine dokunduğumuzu, yaşamın özüyle gerçekten temas ettiğimizi hissederiz. Aslında kısa bir an için güzelliğin keyfini çıkarmaktır bu.
Dolayısıyla felsefenin bu alanına bakmak bize estetiğin sadece duyusal bir ihtiyaç değil aynı zamanda ruhsal bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. İnsan güzeli sever, güzeli arar, güzelle varoluşunu yüceltir, yaşama bir anlam vermeye çalışır. Yaşam yalnızca eylemek, yapmak, problem çözmek değildir. Yaşamı yalnızca pragmatik bir anlayışla sürdüremeyiz. İnsanda bundan daha derin bir arayış da vardır. Çünkü insan yalnızca bir homo faber değil aynı zamanda bir homo esteticus’tur. Akıllı bir hayvan olan homo faber yaşadığı çevreyi kontrol etmek ve bu çevreyi yaşamını kolaylaştıracak şekilde dönüştürmek için şeyleri kullanışlı hale getirir. Burada yaratıcı bir çaba olmakla birlikte bu çaba temelde işlevselliğe yani problem çözmeye yöneliktir. Estetik anlamda yaratıcı bir çaba ise sorun çözmeyi hedeflemez. Homo esteticus’un çabası Güzel’i ortaya koymaktır. Sanatsal etkinlik dünyayı başka bir biçimde tasavvur etme cüretidir. Günlük yaşam pratikleri içinde sıradanlaşan insan ruhu, bu etkinlik içinde kendi otantikliğini, kendi benzersizliğini keşfeder. Bu bakımdan, sanatsal etkinlik insanın kendi yaratıcı çabasıyla kendisini de inşa ettiği bir süreçtir.
Estetiği bu kadar ıskalamamıza gerekçe olarak tarihsel, sosyolojik ya da ekonomik sebepler ileri sürülebilir. Belki birçokları için temel sebep yoksulluktur. Fakat egemen olanın son yirmi yılda ortaya koyduğu estetiğe baktığımızda tek sebebin bu olmadığı aşikâr görünüyor.
ESTETİĞİ ISKALAMAK
Meseleyi yaşama kültürü açısından ele aldığımızda şunu söylemek mümkün; gerçekten büyük kültürler yalnızca işlevselliğe takılıp kalmadan kendi yaşama pratiklerini estetik bir çabayla da buluşturmuş olanlardır. Kendi kültürümüz açısından duruma baktığımızda ise yaşama pratiğimizin işlevsellik odaklı yürüdüğünü görüyoruz. Bu yüzden içinde yaşadığımız evler, şehirler, sokaklar, sokakları süsleyen heykeller ‘Güzel’ olandan hiçbir şekilde nasibini almış değil. Zaman zaman sosyal medyaya da yansıyan yapıların, anıtların, heykellerin duyularımızı paralize ettiği bir gerçek. Elbette hepsi bu şekilde değil ama çoğunluğu böyle. Estetiği bu kadar ıskalamamıza gerekçe olarak tarihsel, sosyolojik ya da ekonomik sebepler ileri sürülebilir. Belki birçokları için temel sebep yoksulluktur. Fakat egemen olanın son yirmi yılda ortaya koyduğu estetiğe baktığımızda tek sebebin bu olmadığı aşikâr görünüyor. Ben bunun aynı zamanda yeterince gelişmemiş bir beğeni duygusu eksikliğinden kaynaklandığınıve bir eğitim sorunu olduğunu düşünüyorum. Zira estetik beğeni duygusunun gelişmesine olanak tanıyan bir eğitim sistemimiz yok. Yalnızca temel bilimlerin öğretimine - o da eleştirel biçimde değil - odaklı bir eğitim anlayışında diretiyoruz. Güzel sanatlar eğitimi eğitimin hiçbir kademesinde yeterince önemsenmiyor. Beğeni duygusu gelişmemiş bir toplumda da her şey maalesef fazla özensiz, kaba, derme çatma oluyor. Sonuç olarak ne oluşturduğumuz mimaride ne çevre düzenlemesinde ne sokakları, meydanları süsleyen heykellerde kayda değer bir estetik görebiliyoruz.
İlginizi Çekebilir