© Yeni Arayış

Erdoğan ve Bahçeli arasındaki nüfuz çatışması ve çözüm süreci simülasyonu

Erdoğan henüz sahnenin kontrolünü ele almadı, çünkü henüz halk nezdindeki nüfuzunun yeterli olduğunu düşünüyor. Bahçeli’nin hikâyedeki rolünü azaltmak isterse, bunu belli başlı insan kaynağı temizlikleriyle yapmak durumunda kalacak. Eğer çözüm sürecine katılacaksa, bunu da sahneyi en dengeli şekilde domine ederek ve gösteriler yaratarak yapacak. Henüz bu gösterilerin hazırlıklarını görmüyoruz, ortadaki belirsizlik sürüyor.

Neden en cesur çıkışları Erdoğan değil de onun iktidar ortakları yapıyor? 2012-2015 arasındaki 1. çözüm süreci Ahmet Davutoğlu’nun sahnede lider rolü üstlenmesiyle sürdürülmüştü. 2024 güzünde ise Abdullah Öcalan’ın hapisten çıkarılması talebini yapan da Devlet Bahçeli’ydi. İki dönemde de iktidarın en güçlü aktörü imajını bozmayan Erdoğan neden bu tip çıkışları kendisi yapmıyor? Neden Erdoğan başkalarını ortaya atıp, sonuca göre pozisyon alıyor?

İmaj, İktidar ve Erdoğan

Erdoğan’ın görünürlüğü Erdoğan’ın yarattığı güç imajıyla doğrudan alakalı: Erdoğan’ın imajı onun siyasetini belirliyor. Çünkü imaj yönetmek, imajın arkasındaki gerçekliği, hakiki hikâyeyi yönetmek anlamına gelmiyor. İmajlar ve görüntüler, kısa demeçler gibi göze ilk çarptıkları şekilde yorumlandığı için, Erdoğan’ın yapması gereken nerede ne sıklıkla görüneceğini belirlemek. Zaten çoğu kez halk Erdoğan hakkında konuşurken onun yönetiminden ziyade, Erdoğan’ın imajıyla, yani Erdoğan’ın devlet kaynaklarını kullanarak anlattığı hikayedeki rolüyle konuşuyor. Bahçeli de Erdoğan sayesinde kendi derin devlet hikayesini bu hikâyeye entegre ediyor.  Bu da Erdoğan’ı asıl güçlü gösteren, onu toplumda güçlü kabul ettiren mekanizmanın anahtarı. Bunu yaptıktan sonra, artık sahneye Erdoğan atlayıp tüm sorumlulukları almasa dahi, ortaya bir derinlik katıyor. Erdoğan’ın anlattığı hikâyeye “beka” hikayesi diyelim ve Bahçeli’nin buradaki rolünü (imajını) de hikâyeye derin devletlik katmak olarak nitelendirelim.

Hükümet, siyaset üretmiyor. Hükümet görüntüler üretiyor ve hükümetin siyaseten anlattığı şey, sahneyi yönetmek, aktörlerin görünürlük derecelerini kontrol etmek. Nerede ne sıklıkla göründüğünü yönetmek (kısacası görünürlüğünü yönetmek) Erdoğan’ın imajını ve gücünü belirleyen faktörlerden bir tanesi. Erdoğan’ın imaj oluşturma şekli ise Erdoğan’ın pratik siyasetle alakasını gösteriyor: Yani kimi zengin kıldığı, kimi müttefik olarak seçtiği, hukuka ne şekilde yön verdiği, baskının ve şiddetin kimlere yönelik uygulandığı gibi. Bunlar son derece çarpıcı olan, “gerçekçi” sonuçlar. Dolayısıyla eğer gerçekçi sonuçların nasıl açığa çıktığını anlamak istiyorsak, bizleri gerçeklikten tamamen uzaklaştıran imaj ve görüntüleri, onların nasıl yönetildiğini anlamamız gerekiyor. Çünkü Erdoğan’ın anlattığı hikayedeki rolü, bazı gerçeklikleri görmememize, onları gerçeklik sahnesinden silmemize yol açıyor. Örneğin, çözüm sürecinin ortaya atılması bu iktidar altında çözüm sürecinin mümkün olmadığını görmemizi engelliyor; seçime katılımın yüksek oranlarda olması ve sürekli aday tartışmaları siyasetin ne olduğunu unutturuyor. Bazı entelektüeller, gündelik hayatlarımızda biz sıradan insanlar bunları dile getiriyoruz ancak bu hatırlayıp aksiyon almak şeklinde olmuyor; içerleyip (resentment) yakınıp durmak, ideolojik zeminli duygusal çıkışlar yapmak, bizleri rahatlatacak şekilde öfke nöbetleri geçirip daha sonra gerçekten yapabileceklerimizi unutmak şeklinde oluyor.[1]

“Muktedir” Bir Kahraman Olarak Erdoğan:

2014’ten önce Erdoğan’ın Osmanlı padişahı II. Abdülhamid’in ismini zikretmiyor ve imajını Abdülhamid yoluyla kurmuyor. 2014 öncesi Erdoğan söylemleri bu yüzden müesses nizamı, yani siyasetin akışını, nasıl yapılacağını, nelerin söylenip söylenemeyeceğini kontrol eden sistemi yıkmak üzerineydi. Bu yüzden popülizm ve dış siyasette neo-liberal sisteme entegre olma isteği, Erdoğan’ın davranışlarını büyük ölçüde açıklıyordu. İlk yıllarında bu tip bir popülist stil, Erdoğan’ın performansının yurt içinde ve yurt dışında son derece dikkat çekici olmasını sağladı. Bu dikkati Ortadoğu’da Mısır, Suriye, Libya gibi ülkelerde de bir imaj oluşturmak için kullanan Erdoğan, görünürlüğünün takip ettiği ekonomik kaynakları ve yapıları da sahne performansına dahil etti. Böylece büyük oranda Erdoğan’ın siyaset yapma stilinin ana hatları belirlenmiş oldu. Ancak 2014’te Cumhurbaşkanlığına geçip başkanlık sistemine geçiş sürecini başlatmasıyla beraber, Erdoğan’ın imajı daha fazla iç siyasette kendinden büyük vesayetçi yapılara karşı savaşan, “devrimci” bir lider olamazdı, çünkü müesses nizamı artık kendisi kuruyordu.

AKP’nin medya imparatorluğu da bu dönemde ortaya çıktı. TRT’de yayınlanan, bir genre (sinematik tür) olarak karşımıza çıkan tarihi-politik TV dizileriyle de bu stil, hikâye ve imaj Erdoğan’ın kitlesi tarafından tüketilmeye başlandı: TRT’de gördüğümüz şey tarihi dekor içerisinde yaşanan romantizm değil; bugünkü siyasetin tarihî bir sahnede canlandırılması. Erdoğan’ın bu yeni hikaye ve imaja ihtiyacı vardı çünkü artık toplumu böldüğü düşünülen başörtüsü, vesayet, temsil gibi değerler ve iktidarı paylaştığı ortakları 2016’dan sonra git gide tükenmeye başlamıştı. Bunun yerine güvenlik üzerinden bir hikâye ve kahramanlık ortaya atmak, Erdoğan’ın artan otoritesini insanlar için makul ve makbul kılacaktı. Böylece lider Erdoğan, sürekli kendisi nezdinde Türk milletine “fitne ve nifak” sokmaya çalışan, “oyun kuran”ların “oyunlarını bozmak” suretiyle düşmanlardan hep bir adım önde ancak yalnız bir şekilde mücadele verecekti. Bu yüzden, örneğin, Türkiye’nin Rusya ve ABD ile olan ilişkileri açık bir şekilde Abdülhamid dizisindeki Abdülhamid-vari büyük güçlerin birbirine düşürülmesiyle görselleştirilmiş bir savrulma politikasıydı.

Bu hikâyenin görselleştirilmesi ve hikayedeki imajlar (oyun kurucu, oyun bozucu, fitne sokucu, nifak tohumu ekici vb.) Erdoğan’ın güvenlik söyleminde her an düşman değiştirebilmesine olanak sağladı. Erdoğan güvenlik söylemini sadece üretmedi; onu tükettirdi de. Erdoğan’ın hikayesini tükettirebildiği gerçeğini atlarsak onun nasıl bu kadar çok değişimi normalmiş gibi gösterdiğini anlayamayız. Çünkü kitlesel kültür, Erdoğan’ın hikâye anlatma tarzıyla birebir uyuyor. Peki, hikâyenin sahnelenişi değişirse ne olur?

Bahçeli’nin adımı insanların bir kısmına Bahçeli’nin Erdoğan üzerinde büyük bir kontrolü varmış intibaını yaratırken; diğer kısmına ise aslında bu ikilinin çok iyi anlaştığını ve Bahçeli’nin kirli işleri hallettiği intibaını yaratmayı hedefliyor. Tartışma programlarında da bu minvalde açıklamalar görüyoruz.

BAHÇELİ’NİN ÇIKIŞI

Tüketim kültüründe çok net olan bir şey var; görünür olabilmek ve tüketilebilmek için uç performanslar sergilemeniz gerekir. Dikkat çekici olmalısınız. Devlet Bahçeli’nin 2. Çözüm süreci çıkışını yaparken Öcalan’ı öne çıkarması da bundan kaynaklanıyor, bu hamleyi farklı şekillerde de yapabilirdi. Aynı zamanda bu çıkış, görünmesine izin verilen siyasi aktörler açısından “çözüm” üretmekten ziyade, Erdoğan ve Bahçeli arasındaki anlaşmazlıkları görünmez kılmak için yapılmış bir hamleyi andırıyor. Çözüm sürecinin ön plana atılması, sorunun varlığının değil, sahneyi kimin yönettiğinin ve bu süreçte neyin unutturulduğunun tartışılması üzerine olacak. Bahçeli’nin adımı insanların bir kısmına Bahçeli’nin Erdoğan üzerinde büyük bir kontrolü varmış intibaını yaratırken; diğer kısmına ise aslında bu ikilinin çok iyi anlaştığını ve Bahçeli’nin kirli işleri hallettiği intibaını yaratmayı hedefliyor. Tartışma programlarında da bu minvalde açıklamalar görüyoruz.

BAHÇELİ VE ERDOĞAN ARASINDAKİ NÜFUZ MÜCADELESİ

Farkında olunacaktır ki, çözüm süreci tartışmaları ülkenin sokak hayvanları tartışması, kadın cinayetleri, yenidoğan çetesi, ekonomik buhran, kayyum atamaları gibi gündemleri içerisinde geldi. Burada makul olmayan nokta, sorunların herkes tarafından eşit şekilde paylaşıldığının ve bu paylaşımın devlet tarafından kontrol edilmesinin gerektiği. Sokak hayvanları ülkedeki herkes için eşit derecede sorun değil, kadın cinayetleri maalesef herkes için eşit derecede sorun değil, ekonomik buhran tüketim sürdüğü sürece herkesin eşit sorunu değil, kayyum atamaları herkesin eşit sorunu değil, yenidoğan çetesi dahi maalesef herkesin eşit sorunu değil. Tüm bu sorunlar ve unsurlar herkes için eşit derecede görünür değil. Bu ışık oyununu yöneten ise Erdoğan ve Bahçeli’nin ortaya attığı hikayeler. Şimdiyse çözüm süreci ve bu suçların -keyfi de olsa- peşine düşülmesinin arkasında yatan milliyetçi semboller bizlere Bahçeli ve Erdoğan arasında bir nüfuz mücadelesi başladığını gösteriyor. Bu nüfuz mücadelesinin asıl gizlediği ve takip ettiği şey ise kaynak bölüşümü. Bahçeli’nin onu finanse eden ve ona network sağlayan ağlarına daha fazla meşruiyet ve alan açabilmesi için nüfuzlu olması (yani hikâyeyi değiştirip bunu insanlara kabul ettirebilmesi) şart. Bu bazen onun söylemini kendi kimliğiyle çeliştirse de Erdoğan’ın anlattığı esnek hikâye ve Bahçeli’nin aksakallı derin devlet adamı imajı Bahçeli’nin Öcalan’ı meclise çağırabilmesine olanak sağlıyor.

Öcalan çağrısını yaparak sorunlara bir yenisi eklenmiyor, herkese eşit derecede görünür olmayan bir sorun yine herkes için eşit derecede görünür olmayan pratik sorunları örtüyor, devletin kapasite ve yetkisinin sınırlarının hiçbir şekilde tartışılmamasını sağlıyor. Devletin yetki ve ulaşım sınırlarının artması Bahçeli’nin politik ekonomisi ve insan kaynağı (kendi adamlarını bürokratik pozisyonlara yerleştirmesi için) için alan sağlıyor. Bu insan kaynakları ise belli ki Bahçeli’nin Erdoğan’ın siyasetten çekilmesi durumundaki planlarına bağlı.

Yani uzun lafın kısası, görünmez kılınan şey Bahçeli’nin Erdoğan’la aslında çatışan nüfuzu, insan kaynakları ağının devlette daha fazla kadrolaşması. Yukarıda saydığım süregelen sorunlarda, örneğin Yenidoğan Çetesi sorununda devletin milliyetçi kadrolarının rol oynadığını görüyoruz. Eğer işin içinde milliyetçi semboller taşıyan bir savcı varsa bu savcı görünür kılınıyor. Tüm bunların Erdoğan’la ve onun hikayesinin finansman sağladığı kesimlerle çeliştiğini söylemek mümkün. Yani muhafazakâr savcıların görünürlüğünün yerini milliyetçi savcılara bırakması, AKP’nin beslediği illegal örgütlerin Bahçeli’nin örgütleriyle yer değiştirmesi bunun işaretleri.

Erdoğan henüz sahnenin kontrolünü ele almadı, çünkü henüz halk nezdindeki nüfuzunun yeterli olduğunu düşünüyor. Bahçeli’nin hikâyedeki rolünü azaltmak isterse, bunu belli başlı insan kaynağı temizlikleriyle yapmak durumunda kalacak. Eğer çözüm sürecine katılacaksa, bunu da sahneyi en dengeli şekilde domine ederek ve gösteriler yaratarak yapacak. Henüz bu gösterilerin hazırlıklarını görmüyoruz, ortadaki belirsizlik sürüyor. Ancak bu hikâyede unuttuğumuz olgu ise keyfî yönetimin ve toplumsal düzenin daha çok zarara uğrayacağı, Erdoğan ve Bahçeli arasında da net bir anlaşmazlığın olduğu. Gündemin sık sık değişmesinden anlamamız gereken şey, çok fazla şeyin birden görünür kılındığı: tıpkı televizyonlarla dolu bir odada görüntü yağmuruna tutulmamız gibi. Bu kadar çok şeyin görünür olduğu bir ortamda, hiçbir şey tek başına bir anlam ifade etmiyor.

[1] Ben de tam bu yüzden Erdoğan’a uygun bir analitik çerçeve geliştirirek bu köşe yazılarını yazmaya çalışıyorum; teorisyenin işi teorize etmek ve düşünmek, yakınarak belagat vermek değil.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER