Erdoğan, Sisi ve iki tarz-ı siyaset
GENELErdoğan’ın tek derdi tarihin belirli bir noktasında hangi söylemi tutturarak oyunu, başka her şeyin, mesela ülkenin refahı pahasına nasıl maksimize edeceğidir ve bu işi de bugüne kadar, Allah var, çok iyi becermiştir.
Bu yazımın Yusuf Akçura’nın “Üç tarz-ı siyaset” adlı ünlü makalesi (1904) ile hiçbir ilişkisi yok, olamaz da, çünkü siyaset bilimci değilim, haddimi aşmış olurdum biraz ama yine de yazıma geçmeden küçük bir not düşebilirim bu konuda, Akçura bu makalesinde Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarını mecz etmek istemiş, bu üç kavram nasıl beraber ele alınabilir, benim anlayabileceğim bir şey değil, hem İslamcı hem de Türkçü olacaksınız hem de üstelik bu kavramları çok uluslu, çok dinli bir imparatorluk çerçevesine sokacaksınız, kanımca sinema dünyasından bir film ismiyle “Impossible mission”dan bahsediyoruz demektir.
Gelelim bizim iki tarz-ı siyasete ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a.
İyi bir iktisada giriş kitabının hemen başlangıcında iktisat biliminin belki de en temel kavramı olarak maksimizasyondan bahsedilir, ekonomide tüketiciler vardır, fayda maksimizasyonu yapmak isterler, üreticiler kâr maksimizasyonu yaparlar; kamu kesiminde ise bürokratlar büro yani bütçe maksimizasyonunu, son olarak siyasetçiler ise oy maksimizasyonunu hedeflerler.
Konu Erdoğan olduğu için oy maksimizasyonuna odaklanacağız; siyasetçilerin temel, meşru ve anayasal hedeflerinin oy maksimizasyonu olduğunu önce kabullenmemiz lazım ama oy maksimizasyonu hedefini de en azından ikiye ayırmak lâzım.
Siyasetçilerin, özellikle iktidar gücü kullanan siyasetçilerin birinci oy maksimizasyon hedefi toplumsal refahı yükselterek, isterseniz refah maksimizasyonuna pozitif katkı yaparak da diyebilirsiniz, kendi oy maksimizasyonunu hedeflemek; bu muhtemelen sağlıklı, yararlı oy maksimizasyon hedefi.
Kimse kendini kandırmasın, her siyasetçi demokratik sistemlerde oy maksimizasyonunu amaçlar, tersi irrasyoneldir, birinci yöntemi, toplumsal refahı maksimize ederek kendi oy maksimizasyonunu sağlayanlara bizde “devlet adamı” deniyor…
HER SİYASETÇİ OY MAKSİMİZASYONUNU AMAÇLAR
Siyasetçilerin yöneldiği ikinci bir maksimizasyon yöntemi daha da var, Erdoğan en azından 2013’den günümüze sadece bu ikincisini kullanıyor, seçmenin sinir uçlarına, tarihsel, dini, etnik duyarlıklarına yönelik retoriklerle oy maksimizasyonu yapmak, toplumsal refah maksimizasyonunu adeta tamamen ikinci, üçüncü planlara atarak üstelik, zaten iki maksimizasyon türünün beraber işlemesi çok zor zanaat bir siyasetçi için.
Kimse kendini kandırmasın, her siyasetçi demokratik sistemlerde oy maksimizasyonunu amaçlar, tersi irrasyoneldir, birinci yöntemi, toplumsal refahı maksimize ederek kendi oy maksimizasyonunu sağlayanlara bizde “devlet adamı” deniyor, yine lütfen kimse 1950’ye kadarki siyasetçilerin kategorisini sormasın çünkü bu yaklaşım sadece demokratik dönemler için anlamlı, seçime girmeyecek bir siyasetçinin oy maksimizasyon hedefi anlamsız bir tanımlama.
İkinci tür siyasetçilere ise çok uygun bir tabir var Türkçemizde ama kullanmamayı tercih ediyorum, rahmetli Aziz Nesin bu kelimeyi her kitabının olduğu gibi harika bir kitabında kitabının ismi olarak kullanmış idi.
Kanımca Erdoğan çok başarılı bir siyasetçi, ikinci tür oy maksimizasyonunu en azından beni hayretlere düşürerek başarıyor, 2013’den günümüze kaç seçim ve referandum kazandı bu yöntemle, saymıyorum.
Muhalif partiler ise yine kanımca çok başarısız çünkü Erdoğan’a yönelik eleştirilerini Erdoğan’ı iyi analiz etmeden yapıyorlar, son senelerde eleştirilerini mesela enflasyon, hayat pahalılığı gibi kavramlar üzerinden yapıyorlar ama bu kavramların muhtemelen belirli konjonktürlerde Erdoğan için hiç önemi yok, unutmayalım, daha bir buçuk sene olmadı, ekonomi seçmenlerin büyük bölümü için yangın yeri gibi iken yüzde elli iki oy alabildi, 31 Mart 2024 seçimlerini kaybetti ama kendisi sandıkta aday değildi son yerel seçimde bunu unutmayalım.
Anamuhalefet partisi ilk başkanlık seçiminde başarılı olmak istiyorsa ilk misyonu rakibini çok iyi tanımak olmalı; Fenerbahçe teknik direktörü Mourinho dünyanın sayılı teknik direktörlerinin en başlarında geliyor, eminim her maç öncesi, şayet rakip Çırçır Spor değil ise, maçın hazırlığına önce rakibi analiz ederek başlıyordur.
Yazımın başlığında Sisi ismini kullandım, bence çok iyi bir örnektir çünkü, geçtiğimiz hafta tüm muhalif kanallarda Erdoğan’ın 2013’de Sisi askeri darbe yaptığı tarihte, 2019’da Mürsi’nin hapishanede yaşamını yitirdiği günlerde Erdoğan’ın Sisi’ye yönelik kullandığı galiz ifadelerle Sisi’nin Ankara’da havaalanında Sisi’yi karşılarken üslubunu mukayese ettiler, 2019 İstanbul seçimlerinde yine Erdoğan’ın seçmene “oyunuzu Binali Bey’e mi, yoksa Sisi’ye (yani İmamoğlu) mi vereceksiniz?” şeklindeki gerçekten çok çirkin sözünü hatırlattılar ve bu çelişkilerle bir haftayı geçirdiler.
Oysa, tüm bu çevrelerin atladığı konu Erdoğan’ın Türkiye’nin dış politikası gibi, tutarlılık gibi, Esma gibi bir derdinin hiç ama hiç olmadığı idi, olsa idi 2005’de Türkiye-AB tam üyelik müzakerelerini açan kişinin (yaptığı en önemli iş bence) bugün Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi boş, beyhude lafların peşinde koşmazdı.
TÜM ÇEVRELERİN ATLADIĞI KONU
Kahire Tahrir meydanında öldürülen Esma’nın hatırası, Rabia işareti siyaset meydanlarında burum buram saygısızlık kokarak işlendi de işlendi, seçmenin sinir uçları Erdoğan’ın gözyaşları ile birlikte paspasa döndü.
Biraz daha mürekkep yalamışlar Türkiye’nin Sisi ile kavga ederek Batı Akdeniz’de neler kaybettiğini değerlendirdiler.
Oysa, tüm bu çevrelerin atladığı konu Erdoğan’ın Türkiye’nin dış politikası gibi, tutarlılık gibi, Esma gibi bir derdinin hiç ama hiç olmadığı idi, olsa idi 2005’de Türkiye-AB tam üyelik müzakerelerini açan kişinin (yaptığı en önemli iş bence) bugün Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi boş, beyhude lafların peşinde koşmazdı.
Erdoğan’ın tek derdi tarihin belirli bir noktasında hangi söylemi tutturarak oyunu, başka her şeyin, mesela ülkenin refahı pahasına nasıl maksimize edeceğidir ve bu işi de bugüne kadar, Allah var, çok iyi becermiştir, rakiplerine oranla çok daha iyi bir sezgi ve kısa vade politikacısıdır, İslami değerlerin de çok umurunda olmadığı kanısındayım, çok yüksek enflasyon pahasına işsizliği düşürmek ya da %8 dolayında tutmak için NAS kavramını dahi kullanmıştır.
Muhalifler ise bu NAS konusuyla ve faiz neden enflasyon sonuç teorisiyle Erdoğan’ın ülkeyi yangın yerine çevirdiğini söylemektedirler, Allah için hakları da var ama bu yangın yeri Erdoğan’ın hiç ama hiç umurunda değil, tek hedefi 2023 Mayıs oy maksimizasyonu idi ve başardı, beş sene için yeniden seçildi, kendini ve civarındaki küçükten büyüğe halkaları siyasi güvenceye aldı.
Tekraren ifade ediyorum, oy maksimizasyonu hedefi her siyasetçi için meşrudur, yasaldır, siyaseten doğrudur ama bu saptamaya bir temennimi de ilave etmek isterim, Allah Türkiye’ye toplumsal refahı, özgürlüğü, zenginliği, daha hakkaniyetli bir gelir bölüşümünü, güvenliği maksimize ederek oyunu maksimize etmek isteyen siyasetçiler nasip etsin, Amin, İnşallah.
Ancak, ne kadar doğrudurlar bilemem ama kamuoyu araştırmalarının çok büyük bir bölümü, adeta tümü, vatandaşın sorun algılamasında açık anayasa ihlallerini, özgürlük yoksunluğunu, ifade özgürlüğü konularını meselelerin en gerilerine ittiğini gösteriyorlar.
Kim söylemiş şimdi hatırlamıyorum ama “toplumların lâyık oldukları düzeyde yönetilecekleri” ifadesi bize en iyi terzinin elinden çıkmış bir elbise gibi oturuyor galiba, o düzeyin adı da Erdoğan olmasın sakın.
Muhalefet de hala Tandoğan anayasa ve hukuka saygı mitingini yapmak için uygun konjonktür arıyor galiba; anlaşılan hakim denetiminde (hukuk) değil merkez denetiminde yapılacak bir miting arayışı içindeler hala.
İlginizi Çekebilir