© Yeni Arayış

Ekonomi, hukuk ve demokrasi üçgeninde Türkiye'nin İmamoğlu krizi

Bu gençler, ekonomik krizlerle geçen yılların ardından demokratik ve ekonomik açıdan istikrarlı bir ülke hayali kuruyor. İfade özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün tam olarak sağlandığı bir ortamda ekonomik refahın da mümkün olduğuna inanıyorlar. Ancak son yaşanan olaylar bu umutları bir kez daha gölgelemiş durumda.

İmamoğlu krizinin ortaya çıkardığı gerçek şudur: Hukukun üstünlüğü ve demokratik özgürlükler olmadan ekonomik güven ve istikrar mümkün değildir. Merkez Bankası'nın aldığı acil önlemler geçici bir rahatlama sağlasa da, uzun vadeli ekonomik güvenin yeniden inşası demokratik normların ve hukukun üstünlüğünün sağlamlaştırılmasıyla mümkün olacaktır.

Türkiye, pek çok politik olayla sarsılan bir dönemde siyasi tansiyonun yükseldiğine tanıklık ediyor. Bu bağlamda, Ekrem İmamoğlu’nun gözaltı süreci, ülkenin siyasi sahnesini şekillendiren önemli bir olay haline geldi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, muhalefetin en belirgin temsilcilerinden biri olarak, yürüttüğü sosyal adalet ve eşitlik üzerine olan politikaları ile geniş bir destek kitlesi kazandı. Ancak, son dönemde yaşanan gözaltı durumu, bu destek kitlesinin yanı sıra, şehirde ve ülkedeki siyasi algıyı da derinden etkiledi.

İmamoğlu’nun gözaltı süreci, yalnızca bireysel bir olay olarak kalmayıp, aynı zamanda Türkiye'de ifade özgürlüğü, demokratik değerler ve hukukun üstünlüğü konularında tartışmalara yol açmıştır. Yerel yönetimlerin merkezi hükümetle olan ilişkileri, şeffaflık ve hesap verme mekanizmaları gibi kritik konular, bu süreçten önemli ölçüde etkilenmiş durumda. İmamoğlu’nun gözaltına alınması, üzerindeki siyasi baskıları yansıtırken, aynı zamanda muhalefet partileri için birleşme ve dayanışma fırsatı da sunmuştur.

Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınması, yalnızca siyasi değil, ekonomik anlamda da Türkiye için kritik bir dönüm noktası oldu. Bu olay, demokrasinin hukuktan ayrı düşünülemeyeceğini ve ekonomik istikrarın demokratik güvene sıkı sıkıya bağlı olduğunu bir kez daha gösterdi. Türkiye ekonomisi, siyasi gerilimin ardından ciddi dalgalanmalar yaşadı ve piyasalarda oluşan belirsizlik yatırımcı güvenini derinden sarstı.

Gözaltı haberinin duyulduğu gün, dolar kuru hızla yükselerek 41,53 liraya kadar çıkarak tarihi zirvesine ulaştı, euro ise 45 lirayı aştı. Merkez Bankası'nın bu sert dalgalanmayı engellemek adına yaptığı yaklaşık 23 milyar dolarlık müdahale, ekonomik güvenin ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu ortaya koydu. Döviz piyasalarında yaşanan bu kriz, özellikle Türkiye’nin dezenflasyon programına yönelik ciddi riskler oluşturdu. Enflasyon beklentilerinin kontrolden çıkabileceği endişeleriyle birlikte Merkez Bankası, sıkılaştırıcı politikalar devreye soktu.

Merkez Bankası'nın aldığı önlemler arasında en önemlisi döviz rezervlerinden yüksek miktarda döviz satışı gerçekleştirmek oldu. Yalnızca gözaltı gününde yaklaşık 12 milyar doların üzerinde bir rezerv satışı gerçekleşti ve üç gün içinde toplamda yaklaşık 23 milyar dolarlık rezerv piyasaya sürüldü. Ayrıca TCMB, gecelik vadede borçlanma faiz oranını 200 baz puan artırarak yüzde 46’ya çekti ve döviz likiditesini dengede tutmak için Türk lirası uzlaşmalı vadeli döviz satım işlemlerini devreye aldı. Bu kapsamda üç günde toplam 1.1 milyar dolarlık TL uzlaşmalı vadeli döviz satışı yapıldı. Ayrıca piyasadaki fazla TL likiditesini çekmek amacıyla 91 güne kadar vadeli likidite senetleri ihraç edildi.

Gençler, ekonomik krizlerle geçen yılların ardından demokratik ve ekonomik açıdan istikrarlı bir ülke hayali kuruyor. İfade özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün tam olarak sağlandığı bir ortamda ekonomik refahın da mümkün olduğuna inanıyorlar. Ancak son yaşanan olaylar bu umutları bir kez daha gölgelemiş durumda.

Bu süreçte Borsa İstanbul da büyük kayıplar yaşadı. Gözaltı haberlerinin hemen ardından BIST 100 Endeksi yüzde 8,79 değer kaybetti ve ertesi günlerde yaşanan kayıplarla birlikte toplam düşüş yüzde 16'yı aştı. Bankacılık endeksi ise haftalık bazda yüzde 26'dan fazla değer kaybına uğrayarak son yılların en ağır darbelerinden birini aldı. Borsada yaşanan bu üç günlük toplam kayıp yaklaşık 2 trilyon lirayı buldu. Yatırımcılar nezdinde ortaya çıkan panik, kısa vadede ekonomiye olan güveni ciddi şekilde azalttı.

Döviz krizinin etkileri sadece piyasa hareketleriyle sınırlı kalmadı. Türkiye’nin kredi risk primi (CDS) bir yılın zirvesine yükseldi. CDS oranının yükselmesi, Türkiye’nin dış borçlanma maliyetlerini artırarak ekonomik yükümlülüklerini yerine getirmede zorluk çıkarabilir. Bu durum yabancı yatırımcıların Türkiye’ye yönelik ilgisini azaltmakla birlikte uzun vadede ekonomik büyüme ve istikrarı da olumsuz etkileyebilir.

Yürütülen dezenflasyon programı da bu gelişmelerden olumsuz etkilendi. Yıl sonu için konulan enflasyon hedeflerinin gerçekleşebilmesi, döviz kuru ve enflasyon beklentilerinin istikrarlı kalmasına bağlıdır. Ancak yaşanan kriz, Merkez Bankası’nın önümüzdeki dönemde daha temkinli politikalar izlemesine ve planlanan faiz indirimlerinin gecikmesine veya azaltılmasına neden olabilir. Bu durum, yıl sonu enflasyon hedeflerinin tutturulmasını daha da zorlaştıracak ve programın güvenilirliği üzerinde ek baskılar oluşturacaktır.

İşin bir diğer boyutu ise gençlerin içinde bulunduğu durum. Türkiye'deki genç kuşak, demokrasi, özgürlükler ve hukukun üstünlüğü konularında giderek artan kaygılar yaşıyor. Ekonomik belirsizlikler, işsizlik korkusu ve ifade özgürlüğüne yönelik tehditler gençlerin umutsuzluğunu derinleştiriyor. Ekrem İmamoğlu'nun gözaltı süreciyle birlikte sokaklara ve sosyal medyaya taşan gençler, aslında sadece siyasi bir duruma değil, aynı zamanda kendi geleceklerine dair endişelerine ve umut arayışlarına da ses verdiler.

Bu gençler, ekonomik krizlerle geçen yılların ardından demokratik ve ekonomik açıdan istikrarlı bir ülke hayali kuruyor. İfade özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün tam olarak sağlandığı bir ortamda ekonomik refahın da mümkün olduğuna inanıyorlar. Ancak son yaşanan olaylar bu umutları bir kez daha gölgelemiş durumda.

Sonuç olarak, İmamoğlu krizinin ortaya çıkardığı gerçek şudur: Hukukun üstünlüğü ve demokratik özgürlükler olmadan ekonomik güven ve istikrar mümkün değildir. Merkez Bankası'nın aldığı acil önlemler geçici bir rahatlama sağlasa da, uzun vadeli ekonomik güvenin yeniden inşası demokratik normların ve hukukun üstünlüğünün sağlamlaştırılmasıyla mümkün olacaktır. Türkiye’nin geleceği için ekonomik istikrarın kalıcı hale getirilmesi ve genç neslin umutlarının korunması, ancak güçlü demokrasi ve şeffaf hukuk sistemiyle gerçekleşebilir. Bu süreç, toplumun tüm kesimleri için hem siyasi hem de ekonomik anlamda önemli dersler barındırıyor ve Türkiye’nin bu kritik sınavdan başarıyla çıkmaktan başka bir seçeneği yok.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER