Ekonomi büyüyor, enflasyon düşmüyor: Çözüm nerede?
EKONOMİTürkiye ekonomisi de 2024'ün dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre %3,0 büyüyerek yılı %3,2'lik bir büyüme oranıyla tamamladı. Kişi başına düşen milli gelir, cari fiyatlarla 507 bin 615 TL olurken, ABD doları cinsinden 15 bin 463 olarak hesaplandı. Bu büyüme, özellikle inşaat sektöründeki %9,3'lük artışla dikkat çekiyor.
2013 ve 2024 yılları arasında nominal olarak artan kişi başına düşen milli gelir, ABD enflasyonu dikkate alındığında reel olarak %8,1 oranında geriledi. 2013'te 12.500 dolar olan kişi başı milli gelir, bugünün koşullarında 16.843 dolar değerinde olması gerekirken, gerçekte 15.473 dolar seviyesinde kaldı. Bu da reel alım gücünde bir erime olduğunu gösteriyor.
Ekonomik büyüme, bir ülkenin ürettiği mal ve hizmetlerin değerindeki artışı ifade eder. Basitçe söylemek gerekirse, bir ülkenin ekonomisi büyüdüğünde, daha fazla mal ve hizmet üretir, daha fazla istihdam yaratır ve vatandaşlarının refah seviyesini yükseltir. Peki, bu büyüme nasıl gerçekleşir? Olguyu basitleştirerek bir örnekle açıklayalım: Bir köyde yaşayan çiftçi, tarlasına daha fazla tohum ektiğinde ve daha modern tarım ekipmanları kullandığında, ürettiği buğday miktarı artar. Bu artış, köydeki diğer insanların da daha fazla ekmek yemesini sağlar. İşte ekonomik büyüme de tam olarak budur: daha fazla üretim, daha fazla refah.
Türkiye ekonomisi de 2024'ün dördüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre %3,0 büyüyerek yılı %3,2'lik bir büyüme oranıyla tamamladı. Kişi başına düşen milli gelir, cari fiyatlarla 507 bin 615 TL olurken, ABD doları cinsinden 15 bin 463 olarak hesaplandı. Bu büyüme, özellikle inşaat sektöründeki %9,3'lük artışla dikkat çekiyor.
İnşaat sektörü, Türkiye ekonomisinde geleneksel olarak önemli bir rol oynuyor ve bu sektördeki canlanma, genel büyüme rakamlarını olumlu yönde etkiledi. Bununla birlikte, tarım sektörü %3,9, finans ve sigorta faaliyetleri %4,9, bilgi ve iletişim sektörü %3,4 büyüme kaydetti. Ancak, sanayi sektöründeki büyüme oranı %0,5 ile oldukça düşük kaldı. Bu durum, sanayinin Türkiye ekonomisindeki ağırlığını korumakta zorlandığını gösteriyor. Ayrıca ülkemizde izlenen dezenflasyon süreci açısından büyümenin enflasyonist baskılar ve para politikaları çerçevesinde değerlendirilmesi gerekiyor.
Son açıklanan yıllık enflasyon oranı %42,12 seviyesinde. Enflasyonla mücadele kapsamında uygulanan sıkı para politikalarına rağmen fiyat artışlarının yüksek seyretmesi, ekonomi yönetiminin karşı karşıya olduğu zorlukları gözler önüne seriyor. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) önümüzdeki Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizinde 250 baz puanlık bir indirime gitmeyi planlıyor. Bu beklenti, Merkez Bankası'nın enflasyonla mücadelede faizler reel olarak yüksek kaldığı sürece faiz indirimine yönelik bir politika izlediğini anlatıyor. Bu noktada zamanlama her şey. Faizlerin düşürülmesi, bir yandan tüketim ve yatırım harcamalarını artırarak ekonomik büyümeyi desteklerken, diğer yandan enflasyonist baskıları artırabilir.
Bu karar, faiz indiriminin ekonomik büyümeye sağlayacağı katkılar ile enflasyon üzerindeki olası etkileri arasındaki ince çizginin nasıl yönetileceğini belirleyecek. Ekonomi yönetimi, her ne kadar enflasyonla mücadeleyi en önemli konu olarak gördüğünü söylese de, büyümeyi de ihmal etmek istemiyor. Görünen köy kılavuz istemiyor!
Merkez Bankası'nın bir çalışması, faiz artırımlarının en üst gelir grubunun talebini kıstığını gösteriyor. Bu tespit, faiz indirimlerinin üst gelir grubunun harcamalarını artırmasına, döviz talebini yükseltmesine veya gayrimenkul yatırımlarına yönelmesine neden olabileceğini de bize söylüyor. Bir başka deyişle, enflasyonun daha da artmasına yol açabilir. Dolayısıyla, faiz indirimlerinin ekonomik büyümeyi desteklemesi beklenirken, enflasyon üzerindeki olumsuz etkileri de göz ardı edilmemeli.
Bir köyde iki kuyu varmış: Biri suyu bol, diğeri kurak. Köylüler, suyu bol kuyunun etrafında toplanır, tarlalarını sulayarak ürünlerini artırırmış. Ancak bir süre sonra, suyun bol olduğu kuyunun yakınındaki toprak tuzlanmaya başlamış. Ürünler çoğalıyor ama kalitesi düşüyormuş. Köylüler, "Daha çok üretiyoruz ama neden ekmeklerimiz eskisi kadar doyurmuyor?" diye sorarmış. Türkiye ekonomisi de tıpkı bu köy gibi: 2024’te %3,2 büyüme ile "su bol" görünüyor, ancak %42 enflasyonla "tuzlanan toprak" halkın alım gücünü eritiyor. Peki, bu ikilemde gerçek kazanç kimin?
Son olarak, gayrimenkul sektörüne olan talebin artması, bu sektörde yeni bir fiyat balonuna yol açabilir. 2024 yılında inşaat sektörü %9,3 büyüdü ve faiz indirimiyle birlikte bu sektörde yeni bir canlanma sürecinin başlaması muhtemel. Ancak artan konut fiyatları, düşük ve orta gelirli kesimin konut erişimini daha da zorlaştırabilir. Bu nedenle, faiz indirimi kararının doğrudan gayrimenkul fiyatlarını nasıl etkileyeceği iyi analiz edilmeli.
Hanehalkı tüketim harcamaları 2024 yılı genelinde %3,7, son çeyrekte ise %3,9 oranında arttı. Bu göstergeler, iç talebin güçlü olduğunu ortaya koyuyor. Ancak aynı dönemde mal ve hizmet ihracatında %2'lik bir düşüş yaşanması, dış talep tarafında zayıflığın devam ettiğine işaret ediyor. Bu durumda büyümenin sürdürülebilir olup olmadığı da önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor.
Yıllık %3,2'lik büyüme, dünya ortalamalarına kıyasla iyi bir performans olarak görülebilir. Ancak büyümenin büyük ölçüde iç talepten kaynaklanması ve enflasyonun yüksek seyretmesi, ekonomi yönetiminin para politikasında nasıl bir denge kurması gerektiğini belirleyici bir faktör olacak. Yüksek enflasyon ortamında faiz indirimi, büyümeyi destekleyici bir hamle olarak değerlendirilebilir, ancak bu kararın fiyat artışlarını hızlandırma riskini de taşıdığı unutulmamalı.
2024 yılında işgücü ödemeleri %90,0 artış kaydetti. Bu artış, özellikle enflasyonun yüksek seyretmesi nedeniyle ücretlerdeki artışın bir sonucu olarak görülebilir. Ancak, işgücü ödemelerindeki bu kadar yüksek bir artış, yüksek enflasyon ortamında çalışanlara bir refah sağlamadı. Net işletme artığı/karma gelir ise %46,5 artış gösterdi. Bu durum, işletmelerin gelirlerinde bir iyileşme olduğunu gösteriyor. Ancak, işgücü ödemelerinin Gayrisafi Katma Değer içindeki payının %37,9'a olması, gelir dağılımındaki dengesizlikleri de ortaya koyuyor.
2013 ve 2024 yılları arasında nominal olarak artan kişi başına düşen milli gelir, ABD enflasyonu dikkate alındığında reel olarak %8,1 oranında geriledi. 2013'te 12.500 dolar olan kişi başı milli gelir, bugünün koşullarında 16.843 dolar değerinde olması gerekirken, gerçekte 15.473 dolar seviyesinde kaldı. Bu da reel alım gücünde bir erime olduğunu gösteriyor.
Bir köyde iki kuyu varmış: Biri suyu bol, diğeri kurak. Köylüler, suyu bol kuyunun etrafında toplanır, tarlalarını sulayarak ürünlerini artırırmış. Ancak bir süre sonra, suyun bol olduğu kuyunun yakınındaki toprak tuzlanmaya başlamış. Ürünler çoğalıyor ama kalitesi düşüyormuş. Köylüler, "Daha çok üretiyoruz ama neden ekmeklerimiz eskisi kadar doyurmuyor?" diye sorarmış. Türkiye ekonomisi de tıpkı bu köy gibi: 2024’te %3,2 büyüme ile "su bol" görünüyor, ancak %42 enflasyonla "tuzlanan toprak" halkın alım gücünü eritiyor. Peki, bu ikilemde gerçek kazanç kimin?
İlginizi Çekebilir