© Yeni Arayış

Duke: Demokrasi sıradanı değil sıra dışını korur

Duke: Demokrasi sıradanı değil sıra dışını korur

Demokrasinin uzun soluklu bir mücadele olduğu ve demokrasiyi sorgulamayan düzenle barışık sıradan vatandaşın değil tam aksine onun kabullerini sorgulayan sıra dışı vatandaşın hukuk karşısında gördüğü muamelenin bir demokrasinin kalitesini belirlediğini anlamak için Duke’u izleyin. 1980’lerin başında dünyayı saran neoliberal dalganın en güçlü temsilcilerinin başında gelen Thatcher İngiltere’yi kamusal işletmelerin özelleştirilmesi, sendikaların zayıflatılması konusundaki yoğun mesaisiyle adeta yeniden tanımladı. Ekonomik teorisini Friedman’ın, düşünsel altyapısını Hayek’in kurduğu Thatcherism sonrası ne dünya ne İngiltere artık eskisi gibi değildi ve geriye dönüş olasılıksızdı. Tarihin diyalektiği içinde kişilerin rolü ne çok abartılmalı ne de yok sayılmalı. Neoliberalizmin bu en büyük temsilcisi de aslında hayata geçirdikleri açısından hem bir sonuç hem de sebepti. Bir tarafta 1276’da imzalanan Magna Carta diğer yanda buna muadil tutulacak 1808 tarihli Senedi İttifak. 532 yıl demokrasiyi/insan haklarını/hukukun üstünlüğünü içselleştirmede hiç de göz ardı edilmeyecek bir gecikmedir.

532 YIL DEMOKRASİYİ İÇSELLEŞTİRMEDE GÖZ ARDI EDİLEMEYECEK BİR GECİKMEDİR

Bizim tarihi hep dar kapsamda bir taraf tutma olarak algılamamız onları bir akışın içinde görmeyişimiz muhtemel ki İngilizlere nazaran bağımsız fikir beyan etme pratiklerini çok geç edinmemizden kaynaklanıyor olmalı. Bir tarafta 1276’da imzalanan Magna Carta diğer yanda buna muadil tutulacak 1808 tarihli Senedi İttifak. 532 yıl demokrasiyi/insan haklarını/hukukun üstünlüğünü içselleştirmede hiç de göz ardı edilmeyecek bir gecikmedir. İngilizlerin Thatcher’dan da meşhur Başbakanı Churchill “Ortalama İngiliz’e bakmak demokrasiden nefret etmenize yeter” der. Biz de başımıza gelen felaketli ekonomik senaryonun hazırlayıcılarından “cehaletin ferasetine övgüler dinledik”. Churchill’in şikayetinin tersine “Ortalama Türk” e sırtını dayayarak yol yürümek işin en kolayı oldu. İngiltere’de ortalama seçmen en az AKP’nin akıl hocalarının hararetle alkışladığı kadar eğitimsiz ve siyaset apatiği olsa da İngiltere’yi farklı kılan orada ortalamadan sapanlara gösterilen muamelede yatıyor olmalı. Gerçek bir olaya dayanan Duke bize bunu anlatıyor. 1960’ların başında Türkiye seçimle gelmiş Başbakanını fütursuzca ipe yollarken İngiltere’yi oldukça sarsan bir tuhaf hırsızlık olayı yaşanmaktadır. Napolyon’u dize getiren, Britanya’nın üzerinde güneş batmayan yıllarına damgasını vuran Wellington Dükü’nün Francesco Goya tarafından yapılmış portresi müzeden çalınmıştır. Üstelik portre Amerikalı bir süper zenginin elinden kamusal kaynaklar kullanılarak o günün 140.000 sterlinine daha yeni alınmıştır. Hırsız ise 60 yaşlarında (ama zamanında ruhunda 80 gösteren) hemen hiçbir işte dikiş tutturamayan bir “Tyne nehri üzerindeki Newcastle” sakinidir. İngiltere’nin iyi bilinen hipodromlarından birinin karanlık gölgelerinde babası belirsiz olarak dünyaya gelen Kempton (hipodromun da adı aynıdır) biraz yarım akıllı ve geveze olmanın yanında zamanında Magna Carta’yı krala imzalatan inatçı geleneğin temsilcisidir. İngilizlerin TRT’si BBC için ödenen Televizyon Vergisine direnir. Televizyonundan BBC kanalını söker. Bunun için hapse girer kimsenin itibar etmediği kampanyasıyla en azından emekliler Televizyon Vergisi ödemesin diye sokağa çıkar. Çalıştığı fırında herkesten daha az molaya layık görülen “Paki” çalışanı savunduğu için kapı dışarı edilir. Bisikletten düşüp 18 yaşında ölen kızının anısı peşinde tiyatro oyunları yazar. Bunları TV’lere yollar ama hep olumsuz cevaplar alır. Arka fonu Thatcher’in neoliberalizminden tam 20 yıl önce takati tükenmiş Newcastle’in gri dumanlı bacaları ve işsizlikle dolu sokakları doldurmaktadır. Tyne nehrindeki ahşap gemi tersaneleri giderek boşalmakta, yerlerini fiber yatlar almaktadır. Hellen Mirren’ın can verdiği anne ise bu deli adamı eş bellemiş bir “Büyük Nesil” ferdi olarak hayatta kalmanın ve yiten kızının ardından geride kalan oğullarının iyiliği için zengin evlerde temizlik yaparak hayatta kalmaya çabalamaktadır. Bay Kempton oyunlarını elden teslim için Londra’ya yolu düştüğünde Wellington Dükü’nün kıymetli resmini müzeden çalar. (Sonradan anlarız ki resmi çalan aslında genç oğludur). Resmin sonunda iade edilmesi, Kempton’un bu hırsızlıktan kendine nema çıkarma peşinde olmaması juriyi masumiyete ikna eder. Resmin kaybolan çerçevesinin 80 sterlinlik kaybı için 3 ay hapis yatsa da asıl değer taşıyan resmin kendisinin kaybolmadığı sadece önemli bir konuya dikkat çekmek için bir süre emanet alındığına karar verir. Beraat eder.

WELLINGTON DÜKÜ’NÜN ÇALINAN RESMİ VE BİR KARAR

Bay Kempton oyunlarını elden teslim için Londra’ya yolu düştüğünde zekice bir plan ve tesadüfün yardımıyla Wellington Dükü’nün kıymetli resmini müzeden çalar. (Sonradan anlarız ki resmi çalan aslında her zaman onunla yan yana duran tekne ustası genç oğludur). Babasının idealleri için bu resmin işe yarayacağını düşünmüştür. İşler (diğer haylaz oğlu yüzünden) sarpa sarar.  Resim için istediği fidye ile emeklilerin vergi ödemeden televizyon izletme hayali suya düşer. Kempton oğlunu korumak için polise kendisi teslim olur. Gerçek bir olaya dayanan filmin yargılama sahnesinde İngiliz adaletinin köklerini bizden 532 sene önce atılmış bir demokrasi ve eşitlik anlayışına dayandırdığını görüyoruz. Tam 4 yıl boyunca Kempton’da kalan resmin sonunda iade edilmesi, Kempton’un bu hırsızlıktan kendine nema çıkarma peşinde olmaması juriyi masumiyete ikna eder. Resmin kaybolan çerçevesinin 80 sterlinlik kaybı için 3 ay hapis yatsa da asıl değer taşıyan resmin kendisinin kaybolmadığı sadece önemli bir konuya dikkat çekmek için bir süre emanet alındığına karar verir. Beraat eder. Türkiye’de uzun süredir iktidar aparatı haline gelmiş kamusal yayıncı kuruluşa hangi yaşta olursa olsun vergi ödemeye devam ediyoruz. Kempton’un hayaliyse geç de olsa gerçekleşti ve 2000’den sonra 75 yaşını geçenlerden BBC vergisi alınmadı. Demokrasinin uzun soluklu bir mücadele olduğu ve demokrasiyi sorgulamayan düzenle barışık sıradan vatandaşın değil tam aksine onun kabullerini sorgulayan sıra dışı vatandaşın hukuk karşısında gördüğü muamelenin bir demokrasinin kalitesini belirlediğini anlamak için Duke’u izleyin.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER