© Yeni Arayış

Donma, görün, anlat, ikna et: Muhalefet vs. İktidar

Aylar önce Erdoğan’la Bahçeli arasında olduğunu düşündüğümüz görüş ayrılıkları, farklı güç merkezleri olduklarının ortaya çıkması onları birbiriyle çatışan değil ancak birbiriyle ayrışan iki güç merkezi hâline getirdi.

Toplum, Erdoğan karşısında kısıtlayıcı bir güç oldu. Pek çok vakada henüz yeteri kadar kitleselleşemese de alternatifler yaratmayı başardı: Forumlar, takas pazarları, boykotlar, vb. iktidarın katılaştırdığı hamlelere karşı ana muhalefet partisinin halkı taktiksel donmadan kurtarması gerekiyor.

Düşüncemi temellendirmeden önce argümanlarımla başlamak istiyorum:

1. Bahçeli, mahalli seçimlerden beri Erdoğan için bir maliyet iken kendini yeniden bir iktidar sağlayıcısına dönüştürdü.

2. Muhalefetin kısıtlayıcı güç olmaya başlaması bile iktidarı müzakereye hazırlarken, iktidar içerisindeki şahin kanadın buna direndiğini görüyoruz. Muhalefet kendini güçlendirmek zorunda.

3. Laf sokmak ve agresif konuşmakla gerçeklik tanımlamak arasında ciddi farklar varlar. Nereye bakacağımız, neyi göreceğimizi, siyaseti nasıl okuyacağımızı etkilemeye çalışmak zorunda. Kutuplaşma karşısında kapsayıcı olma açıklamaları muhalefetin daha nüfuzlu olabileceği anlamına gelmiyor. Etkili muhalefet muhaliflerin kendilerine karşı etkili görünmek değil, muhalif olmayanlar üzerinde etkili olmak. 

1. Muhalefet kısıtlayıcı güç oldu mu, süreç bitti mi?

Muhalefetin kısıtlayıcı olup olamamasını muhalefetin yöntemleri belirleyecek. Belli açılardan muhalefet kısıtlayıcı bir güç oldu ancak şu an bu süreç dikkatlerin dağılması, buna ek olarak toplumsal muhalefetin kaygılanmaya başladığı bir noktada. Yekpare bir bütün olmadığını düşündüğümüz iktidarın şahin kanadı daha çok yargıyı ve içişleri bakanlığını kontrol eden bir düzeyde. Buna ek olarak, liselerdeki öğretmen atamalarını gördük. Dolayısıyla bu kanada milli eğitim bakanlığını da dahil edebiliriz. Gülhane Parkı’nda Erkan Baş ve TİP’li öğrencilerin yaptığı foruma polis müdahalesi ve orada gözaltıların yaşanması iktidarın gözünü eğitime çevirdi. Liselerdeki düzenlemenin öğretmenlerin yerini değiştirmek suretiyle yapılması, müfredat düzenlemesi yapılmasından çok daha ilginç. Bu hareket aslında kazara üç şeyi gösteriyor:

1. İktidar denetleniyor durumda ve bu denetleme hamlesine karşı partizan bir tepki veriyor, gençlerin başına adeta birer polis gibi kendi istediği öğretmenleri atıyor. Bu da tabi ki bazı öğretmenlerin iktidara bağlılığını kuvvetlendiriyor.

2. Bu iktidarı daha katı bir rejim hâline getiriyor. İktidar yıllardır müfredat müdahaleleri yapıyor ancak öğretmenlerin değiştirilmesi, memurların da tek tipleşmesine yol açıyor.

3. Bu kadar ne manaya geldiği bilinen bir hareketi şimdi yapmak, iktidarın üç dört yıl sonrasına hazırlık yaptığını gösteriyor; bu çocuklardan (seçim olmayacaksa) rejimin makbul apolitik ya da (seçim olacaksa) rejime boyun eğen seçmenler yaratmak.

Her halükârda halkın alternatif direniş rotalarını boğmak için atılmış sert iki hamleyi iki gün arayla gördük. Tayyip Erdoğan’ın ve Altun’un tweetlerinden de çıkarabildiğimiz kadarıyla, iktidar şu an sahada sol partilerin örgütlerinin kalmasından memnun. Sol örgütlerin bunu bir üye genişletme kampanyası yapmaktansa stratejik bir şekilde kendi flamalarını indirip Türk bayrakları açmasını onlar için, özellikle TİP ve EMEP için çok daha mantıklı buluyorum. Aksi takdirde iktidardan kopmasını istediğimiz kitleyi koparmak gittikçe zorlaşacak.

Etkili muhalefet, tekrar tekrar aynı noktaları görünür kılıp insanların önce gündemini, sonra da siyaseti yorumlama biçimlerini değiştirmekle olur ki bu yalnızca protestolara has bir amaç değildir.

İktidarın katılaştırdığı hamlelere karşı ana muhalefet partisinin halkı taktiksel donmadan kurtarması gerekiyor. Sosyolog Zeynep Tüfekçi’ye göre (Twitter and Tear Gas) bu taktiksel donma, protesto hareketlerini sönümleyecek bir durum. İktidar bu donmaların boşluğunu liselerde yaptığı değişikliklerle ve YÖK’e yayınlattığı tehdit genelgesiyle doldurdu. Bunun, iktidar karşısında kısıtlayıcı bir güç olmak zorunda olan muhalefet için çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. İktidar bunu muhalefetin çok daha az görünür olduğu, strateji belirleyemediği, protestoyu kitleselleştirmek konusunda adım atmadığı bir günde yaptı. CHP’nin iç organizasyonundaki değişim sürecinin buna izin verdiğini düşünüyorum. Kaybedecek gün yok, muhalefet kaldığı yerden devam etmeli. Önceki yazılarda belirttiğimiz, tekrar ve yeniden üretim noktalarında muhalefet teklemeye başladı.

Muhalefetin tüm bunları yaparken toplumsal kırılma hatları üzerinden konuşmaya devam etmemesi gerekiyor. Sırf laf sokarak veya bağırarak da iktidarı köşeye sıkıştırmak çok mümkün değil. Etkili muhalefet, tekrar tekrar aynı noktaları görünür kılıp insanların önce gündemini, sonra da siyaseti yorumlama biçimlerini değiştirmekle olur ki bu yalnızca protestolara has bir amaç değildir. Bu noktada yalnızca toplumsal hareketler çerçevesinden değil, gücün ve siyasî iletişimin çerçevesinden bakıyorum. Bunun olumlu sonucunu da muhaliflerin kendileri için bir supap değil, muhalif olmayanların da siyaseti okuma biçimlerini değiştirmiş olmasıyla görebiliriz. Kitleleri almanın ve kısıtlayıcı bir güç olmanın en temel koşulu: 

1. Evvela muhalif olmayanların ayağına gidip onlara görünmek.

2. Bir kere görünmek yetmez, görünmeye devam etmek. Görünürlük araçlarını tutmak.

3. İlgi çekici, gösteri ve sembol yaratıcı olabilmek (bunun için halkın ne tükettiğini takip etmek gerekiyor).

4. Göründüğü her seferinde de anlatacağı bir şey var;edici olaylar ve görüntüler karşısında kafası karışan insanlara muhalefetin anlatısını kabul ettirebilmek (kavram için bknz. the sublime: Tabloid Terror, François Debrix).

İktidar her ne kadar kendini savunur pozisyonda kalsa da Bahçeli, Erdoğan’ın düzeninin kendini sürdüremediğinin farkında. İktidarların kendi varlıklarını devam ettirebilmeleri için nüfuz edecekleri bir halk kitlesine ihtiyaçları var. Aylar önce Erdoğan’la Bahçeli arasında olduğunu düşündüğümüz görüş ayrılıkları, farklı güç merkezleri olduklarının ortaya çıkması onları birbiriyle çatışan değil ancak birbiriyle ayrışan iki güç merkezi hâlin getirdi.

2. Bahçeli, Erdoğan, Anayasa, neler oluyor, nasıl oluyor?

Erdoğan için anayasa, kendi davranışlarını sonradan açıklamak açısından bağlayıcı, davranışlarını kısıtlandırmak açısından değil. Eğer Erdoğan bir hamleyi sonuna kadar götürmüyorsa, bunun sebebi anayasa değil. Örneğin, Erdoğan yeniden aday olmak için erken seçim yapmak zorunda değil ancak erken seçim yapma kararı alırsa Erdoğan’ın destekçileri bunun için muhalefetin güçlenmesini değil, anayasayı bahane edecektir. Maalesef, anayasa Erdoğan için zamanında ulema sınıfı sultan için ne idiyse, o. Erdoğan’ın peşinde olduğu şey kesintisiz iktidarını yasalaştırmak ya da olası bir kayıp durumunda kendini güvenceye almak. 

Anayasa yenilenmediği sürece seçim kaybeden bir AK Parti hükümetinin Güncel anayasa Erdoğan için bir güvenlik ağı değil. Devlet Bahçeli de çözüm sürecinden sonra bunun farkında, anayasa anlatısını değiştirebildiği kadar değiştirdi ve her Erdoğan’ın karşısında kısıtlayıcı bir güç olduğunu gördüğünde, bunu tehdit olarak adlandırıp sonrasında da oyunun kurallarını değiştirmek için kullanıyor. Unutmayalım, Bahçeli Anayasa Mahkemesi’nin kaldırılmasını istiyordu ve anayasa değişikliği talepleri bugün yeni gördüğümüz bir talep, bir dedikodu değil. Burada Bahçeli’nin de kendini güvenceye almak istediğini görüyoruz.

Toplum, Erdoğan karşısında kısıtlayıcı bir güç oldu. Pek çok vakada henüz yeteri kadar kitleselleşemese de alternatifler yaratmayı başardı: Forumlar, takas pazarları, boykotlar, vb. İktidar her ne kadar kendini savunur pozisyonda kalsa da Bahçeli, Erdoğan’ın düzeninin kendini sürdüremediğinin farkında. İktidarların kendi varlıklarını devam ettirebilmeleri için nüfuz edecekleri bir halk kitlesine ihtiyaçları var. Aylar önce Erdoğan’la Bahçeli arasında olduğunu düşündüğümüz görüş ayrılıkları, farklı güç merkezleri olduklarının ortaya çıkması onları birbiriyle çatışan değil ancak birbiriyle ayrışan iki güç merkezi hâlinegetirdi. Aylar önceki çözüm süreci çıkışıyla Bahçeli, ortaya attığı anlatıyı Erdoğan’ın iktidarını destekleyebilecek bir yere çekti. 

İmamoğlu’nun içeri girmesiyle alevlenen toplumsal tepkiler de Erdoğan’ı Bahçeli’nin sunduğu anlatıya (Öcalan’ın sembolik liderliği öncülüğünde Kürtlerle barış) yakınlaştırıyor. Aylar önce kendi networkü ve Kürt oylarını tehlikeye atması sebebiyle Erdoğan için bir maliyet olmaya başlayan Bahçeli, son yaşananlarla birlikte kendini önemsettirebilmeyi başardı. Bu sayede, Burak Bilgehan Özpek Hoca’nın geçtiğimiz günkü Daktilo1984 programında bahsettiği gibi bir anayasa değişikliği yapılması ihtimali güçlü olabiliyor: Erdoğan’ın hep iktidarda kaldığı bir yarı başkanlık sistemi, Erdoğan’ın tamamen egemenin kendisi olduğu bir otoriter rejim. Burak Hoca’nın siyasi yorumları bu tip öngörüleri yapabilecek tecrübeye veya zekaya sahip. Fakat eski bir öğrencisi olarak benim sorum “Peki, nasıl?”

Bahçeli’nin Kasım ayından beri verdiği demeçlerde “yeni bir milli anayasa”, “kurucu ilkelerin güncellenmesi” ve “devlet aklının yeniden inşası” gibi temalar öne çıkıyor. ….Dolayısıyla Bahçeli’nin çıkışı, Erdoğan’a verilen bir destekten ziyade, devletin geleceğini tarif eden bir müdahale olarak okunabilir. Maksadı da hegemonya üzerinde bir uzlaşı. 

Erdoğan’ın iktidarını nasıl sürdürdüğünü ve nasıl sürdüreceğini anlayamazsak Erdoğan’ın imajını ve anlatısını değiştiremeyiz. Erdoğan’ın kendini sürdürebilmek (iktidarını yeniden üretebilmek) için muhalefetle bir anayasa değişikliğini müzakere edebilme şansı yüksek ancak bunu hiç el düşürmeden yapması; kendini yeni bir “Baba” imajına büründürerek yapması gerekiyor. Şu ana kadar Uçum, Altun, Erdoğan tweetlerinde hiçbir geri adım görmedik. Ancak açılan davaların gerçeklik efekti yaratamadığının onlar da farkında. 

Kitleyi İmamoğlu suçlamaları için her an inandırmaya uğraşsalar da bunu yapamadıklarını kendileri de görüyorlar. Muhalefetin gücünü arttırabilme potansiyelinin önünü keserek aynı zamanda da olası bir kayıp durumunda kendilerini güvenceye almaları gerekiyor. Çünkü mevcut anayasa hem gelişme adımlarını meşrulaştırmaya izin vermiyor hem de olası bir siyasi kayıp durumunda Erdoğan ve Bahçeli’nin yargılanmasını gerektiriyor.

Erdoğan ortadaki ihtimallerden herhangi birini kabul edebilir. Bunun için de kendi anlatısını doğrudan buna yönelik bir şekilde, geri adım atmayarak şekillendirebilir. Bunun için de Devlet Bahçeli’ye tamamen bir oyun kurucu performansı verilmiş durumda. Devlet Bahçeli, bir aksakallı olarak çalışıyor, Erdoğan ise egemenlik sahasını kendi iradesini yurtdışında temsil ederek sağlıyor. Bu, Hobbes’çu (güvenlikçi devlet) bir egemenlik değil, bu II. Abdülhamitvari bir egemenlik anlayışı, Hamidyen egemenlik. Bu yüzden de eğer yarı-başkanlık sistemine geçilirse Erdoğan’ın rolünün dış siyasette temsile (ve güvenlik aparatları üzerinden dış aktörlerle takasa) dayalı bir rol olacağını varsayıyorum.

Bahçeli’nin Kasım ayından beri verdiği demeçlerde “yeni bir milli anayasa”, “kurucu ilkelerin güncellenmesi” ve “devlet aklının yeniden inşası” gibi temalar öne çıkıyor. Bahçeli, çözüm sürecine dair çıkışlarında doğrudan bu yazı dilini taşıyarak, aslında bir tür “yeniden kurucu özne (aktör)” performansı sergiliyor. Bu metinlerde çözüm süreci gibi görünen hamleler, devletin yeni bir beka mimarisi oluşturma çabası olarak temellendirilmiş. Dolayısıyla Bahçeli’nin çıkışı, Erdoğan’a verilen bir destekten ziyade, devletin geleceğini tarif eden bir müdahale olarak okunabilir. Maksadı da hegemonya üzerinde bir uzlaşı.

Hatırlatmakta fayda var, Donald Trump da kendini egemen yerine koymak çabasında ve bunu kendi tüccar mantığını, kendi tüccarlığını diğer ülkeleri güvensizliğe sürükleyerek yapıyor. Ona göre her şey takas edilebilir. Bu kendini gücünü sınır dışına atarak içeride hakimiyet kurma edimi, içerisiyle dışarısını sembolik olarak takas etmeye benziyor. Arada iki takas var:

İçerideki hakimiyetinizi dış ülkelere nüfuzunuzla güçlendirmek. Bu da size her şeyi yeniden tanımlayabilme imkanı veriyor (Bknz.Trump’ın Gazze’yi fiziksel olarak yeniden tanımlaması: İnşaat alanı oluşturması. Erdoğan ve Trump arasındaki bu tanımlama benzerliği de dikkat çekici).

Devletin hakimiyetini bireysel imajınızla takas etmek, muktediri temsil etmeyi geçip muktedirliği direkt üstlenmek (sembolik iktidar takası).

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER