© Yeni Arayış

Dicle…

Dicle…

On yedi yılı bulan avukatlık hayatımda ilk defa bir duruşmada karar verildikten sonra savunma yaptım. Savunmaya başlamadan önce Başkan’a sordum: “Peki, kararınız değişecek mi?” Mahkeme başkanı ise gayet net olarak, “Hayır!” cevabını verdi. Buna rağmen konuştum. Amacım, tarihe bir kayıt düşmek, duruşma salonunu dolduran izleyicilere, duruşmayı sosyal medyadan takip edenlere bu hukuksuzluğu gösterme ve zulmü teşhir etmekti. 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi Kürt basınına yapılan operasyonda gözaltına alınıp, sonrasında   3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü gününde tutuklanan deneyimli gazeteci ve Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eş Başkanı Dicle Müftüoğlu’nun ilk duruşması 7 Aralık’ta Diyarbakır’da görüldü. Dicle’nin meslektaşları, arkadaşları ve avukatları duruşma salonunu doldurdu. Onlarca insan Dicle’nin salıverilmesi ümidiyle Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne geldi. Dicle ise, 7 aydır tutuklu kaldığı Sincan Cezaevi’nden SEGBİS üzerinden bağlandı. Dicle, 3 Mayıs’tan beri terör örgütü üyeliği iddiasıyla tutuklu. İki defa iade edilen iddianamede ise delil denebilecek hiçbir şey yok. İş için gerçekleştirdiği seyahatleri, çalıştığı kurum, meslektaşları ile yaptığı telefon görüşmeleri ‘delil’ diye dava dosyasına konmuş. Savcı tarafından kaleme alınan, adına “iddianame” denilen hukuki dayanaktan ve inandırıcılıktan yoksun, yalnızca bir gazeteciyi hapsetmek üzere kaleme alınmış bu metin yedi aydır, Dicle’nin, hapsedilmesine, alıkonmasına dayanak gösterildi. Metnin içeriğine bakıldığında görülüyor ki değil Dicle’nin 7 aydır tutuklu kalması, bir gün dahi gözaltına alınmaması gerekirdi. Dicle, SEGBİS üzerinden yaptığı savunmasında, iddianamedeki dayanaksız tüm iddiaları, izni çıktığı için yeni atanan mahkeme başkanının gözleri önünde tek tek çürüttü. Mahkeme başkanı, Dicle’nin savunmasını tutanağa geçirme ihtiyacı dahi duymadı. Dicle’nin ardından avukatı Resul Temur söz aldı ve savcının iddianamesindeki tutarsızlıkları ve hukuksuzlukları birer birer gözler önüne serdi. Dicle’nin seyahatlerinin, çalıştığı kurumun, açıklamalarının ve yaptığı haberlerin suç delili olarak kullanılamayacağını mahkeme başkanına ve savcıya bir hukuk dersi verircesine anlattı. Savcı ise bütün bu savunmalara karşılık mütalaasında tutukluluğun devamını talep etti. Ceza muhakemesi usulü, savcının mütalaasının ardından önce sanığa ardından da avukatlarına söz verilmesini gerektirir. Ancak bu duruşmada hukukun en temel usul kuralları dahi işlemedi. Yeni atanmış mahkeme başkanı ne Dicle’nin ne de biz avukatlarının savunmalarını almadan tutukluluğun devamına karar verdi. Avukatları olarak ancak karar verildikten sonra savunmalarını yapabildik. Tam da burada daha çok dayanışmaya ihtiyacımız olduğunun farkında varmamız gerekiyor. Dicle’nin davasına, Batılı bir gazeteci davası gibi sahip çıkılmadığı müddetçe, basın üzerindeki baskılar artarak devam edecek. On yedi yılı bulan avukatlık hayatımda ilk defa bir duruşmada karar verildikten sonra savunma yaptım. Savunmaya başlamadan önce Başkan’a sordum: “Peki, kararınız değişecek mi?” Mahkeme başkanı ise gayet net olarak, “Hayır!” cevabını verdi. Buna rağmen konuştum. Amacım, tarihe bir kayıt düşmek, duruşma salonunu dolduran izleyicilere, duruşmayı sosyal medyadan takip edenlere bu hukuksuzluğu gösterme ve zulmü teşhir etmekti. Mahkeme, avukatları ve Dicle’yi dinlemeden verdiği kararla   duruşmayı 18 Ocak 2024’e erteledi. Dicle, hiçbir delil olmaksızın Sincan’da mahpus kalmaya devam edecek. Duruşma bittikten sonra dışarı çıktığımızda, yargıdaki ikiyüzlülüğün yanında medyadaki ikiyüzlülüğe de bir daha şahit olduk. Duruşmada ve öncesinde gelişen süreçte yaşadığımız hukuksuzluklar yalnızca birkaç yerde haber olarak kendine yer bulabildi. Bizim yaşadığımız yargı garabeti eğer İstanbul’da, İzmir’de veya Ankara’da yaşansaydı, Halk TV’den TELE1’ine tüm “bağımsız” medya bu hukuksuzluğun üzerine gider, muhalefet partilerinin genel başkanları birbirini ardına dayanışma çağrısı yapardı. Ne yazık ki bu yargı katliamına muhatap olan Kürt ve kadın bir gazeteci olunca, kulaklar duymuyor, gözler görmüyor. Konu, Dicle olunca, Batı’daki tüm medya bir anda bir sessizliğe gömüldü. Tam da burada daha çok dayanışmaya ihtiyacımız olduğunun farkında varmamız gerekiyor. Dicle’nin davasına, Batılı bir gazeteci davası gibi sahip çıkılmadığı müddetçe, basın üzerindeki baskılar artarak devam edecek. Türkiye’de medyanın da bir an önce bu ikiyüzlülükten kurtulup, hukuk garabetinin tüm mağdurları ile dayanışma göstermesi gerekiyor. Dicle’nin bir sonraki duruşması 18 Ocak’ta Diyarbakır’da görülecek. Dicle, Sincan Cezaevi’nde, yaşadığı bu hukuksuzluğun bitmesini bekliyor. Bizim üzerimize düşen de bu hukuksuzluğun üzerine dayanışma ile gitmek olacaktır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER