© Yeni Arayış

Devlet ve Erdoğan İmamoğlu’na neden karşı?

İmamoğlu sembolik olarak, inşa edilmekte olan devletin dışladığı toplumsal kesimlerin siyasete katılmasının muhtemelen en güçlü aktörlerinden birisi. Sadece CHP’lilerin değil farklı toplumsal kesimlerin de. Ve bu açıdan gelecek için bir umut.

Karşımızda İmamoğlu’nu aşan bir durum söz konusu olabilir. Yani İmamoğlu’nun adaylığı sadece CHP’nin meselesi değildir, öyle görülmemelidir. İmamoğlu’nun siyaseten yasaklanması, toplumun daha çok demokrasi, özgürlük ve adalet talebinin, devlete karşı toplumun güçlenmesinin önünün kesilmesi ve daha kolay rıza üretmeyi sağlayacaktır.

İktidar bloku bir sonraki seçim için ülkeyi “dikensiz gül bahçesine çevirmek” istiyor. Bu süreçte MHP lideri Devlet Bahçeli başlattığı süreçle ilgili olarak siyaseten Dem Parti’yi paralize ederken, Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan da, söylemleri ile CHP’yi her zamanki gibi kriminalize etmeyi sürdürüyor. Bu kez hedef CHP’li belediyeler. Gün geçmiyor ki, belediyelerle ilgili yeni bir gelişme ile uyanmayalım. Tabi bu süreçte esas hedef ise kuşkusuz İBB Başkanı İmamoğlu.

Burada görünmez mühendislik bu iki sürecin aynı anda yürütülmesi.

Bu açıdan bakıldığında bu süreçlerin arkasında bir aklın olduğunu söyleyebiliriz.

İÇ CEHPE=YERLİ MİLLİ MUHALEFET

AKP Başkanı olarak Erdoğan’ın ilk işaretini 10 Ağustos’ta partisinin bir toplantısında “iç cephe” güçlü olmasının önemine dikkat çekti. Bu söylemi ağustos sonunda kadar iki farklı toplantıda daha dile getirdi ve Meclis açılış konuşmasında da bunu tekrar etti.

İç cephe vurgusu esas olarak İsrail başta olmak üzere dış tehdit odaklı olarak okunsa da, gerçek anlamı iktidar blokunun uzunca bir süredir hedeflediği “Yerli ve Milli muhalefet” inşa sürecinde bir araç olarak kullanılmasıdır.

İktidar blokunun bunla hedefi iktidar/devlet blokunun inşa etmeye soyunduğu Türkiye sürecinde muhalefetin itirazı en aza indirmek oldu.

Bu Türkiye’ye “Yeni Türkiye” mi denmeli emin değilim. Sonuç olarak AKP’nin 2011 sonrası hayalini kurduğu bir hedefti “Yeni Türkiye” ve bu hedef, devlete ve MHP’ye rağmendi. Ama başarılamadı.

Bu açıdan bu hedefe başka bir kavram bulmakta yarar olacak.

Yine şunu biliyoruz, bu hedefin taşıyıcı aktör Erdoğan görünse de, siyasi öznesi görünür bazı isimlere rağmen esas olarak “Devlet”tir.

Ve bu devletin hedefi, değişen dünyada topluma ve muhalefete rağmen kendince ayakta tutmaktır. Unutmayalım ki, bu topraklarda Devlet geleneği güçlüdür. Ve bu devlet de topluma hiçbir zaman güvenmemiştir.

Oysa güçlü bir devlet olmanın en rasyonel yolu, toplumun bazı kesimlerini dışlamak değil, tersine katılımcı bir süreçle herkesin sahiplenip, parçası olmaktan mutluluk duyacağı bir devleti inşa etmektir. Toplumdan korkarak değil, toplumla birlikte yeni bir “kuruluş” gerçekleştirmek bu dünyada ayakta kalmanın temellerinden birisidir.

ŞİMDİLİK DEMOKRATİKLEŞME İÇERMEYEN BARIŞ SÜRECİ

İşte Bahçeli’nin başlattığı yeni süreç, PKK’nın silah bırakmasını sağlayarak tehdit olmaktan çıkarmak kuşkusuz önemlidir. Ve bu süreçte hayli yol da alınmıştır.

Bu açıdan bu sürecin hedefi olan “barış”a karşı çıkmak elbette doğru olmaz ve barışı savunurken DEM Parti başta olmak üzere muhalefetin ve toplumun sürecin parçası olacak şekilde siyasi kanalların da açık olması zorunludur.

Süreç üzerinden DEM Parti’yi siyaseten paralize etmek, iktidar blokunun hedeflediği bir durum olduğu açıktır. Ama bu süreç ilerlerken; ülkeden yaşanan temel hak ihlallerini, Meclis’te geçen özgürlükleri kısıtlayıcı düzenlemelere, kayyumlara, gözaltılara da siyaseten itiraz etmek tüm muhalefet gibi DEM Parti’nin de sorumluluğu olmalıdır.

Bu açıdan barış süreci şimdilik demokratikleşme içermiyor ama sonucun demokratikleşme yolunu açması da kolay olmayacaktır. Nitekim barış süreciyle Kürtlerin kamusala alanda üst kimlik olarak etnik olarak Kürtlükleriyle değil kültürel kimlikleri olan Müslümanlıklarıyla olması hedeflenmektedir.

Bu açıdan süreç, esas olarak devletin kendi özünü korumasının araçlarından birisidir. Ve bu devlet de, yine kuruluşta olduğu gibi yukarıdan, toplumun bazı kesimlerini dışlama üzerine bir ülke inşa etmeye soyunmuştur. Kucaklayıcı değil yine dışlayıcı bir karakterle karşımıza çıkmaktadır yeni inşa edilen devlet de. Ve bu devlet, gelecek dönem için de taşıyıcı olarak Erdoğan’ı seçmiş görünüyor.

Oysa güçlü bir devlet olmanın en rasyonel yolu, toplumun bazı kesimlerini dışlamak değil, tersine katılımcı bir süreçle herkesin sahiplenip, parçası olmaktan mutluluk duyacağı bir devleti inşa etmektir. Toplumdan korkarak değil, toplumla birlikte yeni bir “kuruluş” gerçekleştirmek bu dünyada ayakta kalmanın temellerinden birisidir.

İktidara, iktidar blokuna eleştirel olanların, toplumun alanının genişletilmesi, siyasi alanının genişleyip devletin alanının daralmasını isteyen herkesin bu aşamada İmamoğlu’na sahip çıkması önemlidir. Bu aşamada en güçlü aday olarak onun savunulması, toplumun kendisini, siyaseti, geleceğine sahip çıkması anlamını taşımaktadır. İmamoğlu siyasi yasaklı hale gelmesi durumunda onun yerine aday olacak isimin de bu gerçekleri sahiplenecek birisi olması bu açıdan önemlidir.

MUHALEFETİ EN GÜÇLÜ AKTÖRÜYLE ETKİSİZLEŞTİRME

İBB Başkanı İmamoğlu’na yönelik sürdürülen hukuki süreci bu çerçevede okumanın açıklayıcı olacağını düşünüyorum.

İmamoğlu sembolik olarak, inşa edilmekte olan devletin dışladığı toplumsal kesimlerin siyasete katılmasının muhtemelen en güçlü aktörlerinden birisi. Sadece CHP’lilerin değil farklı toplumsal kesimlerin de. Ve bu açıdan gelecek için bir umut.

Bu yüzden İmamoğlu’nun yaşadıkları sadece Erdoğan’a karşı en güçlü lider adayı olmasından kaynaklanmıyor. O’nun yaşadıklarında devletin tercihlerin de payı olduğunu düşünüyorum. 

Sonuç olarak İmamoğlu sadece 11 Nisan’da istinafta görülecek davası ile değil İstanbul Üniversitesi’nden yaklaşık 33 yıl önce aldığı üniversite diplomasının iptali olasılığıyla, bilirkişinin adını açıkladığı için açılan davayla, İstanbul Cumhuriyet Savcısı’nı tehdit ettiği gerekçesiyle açılan davayla siyaseten diskalifiye edilmek isteniyor.

Diploma dahil olmak üzere İmamoğlu’nun muhatabı olduğu davaların hepsi, meşruiyetlerini hukuki kurallardan alsalar da, siyasi.

Ve hepsinin tek hedefi var; İmamoğlu’nu temsile soyunduğu toplumsal kesimlerle bağını kesmek. Ve bunun yolunun da ancak siyasi yasakla olacağına bir inanç var.

Ancak karşımızda İmamoğlu’nu aşan bir durum söz konusu olabilir. Yani İmamoğlu’nun adaylığı sadece CHP’nin meselesi değildir, öyle görülmemelidir. Sonuç olarak İmamoğlu’nun siyaseten yasaklanması, toplumun daha çok demokrasi, özgürlük ve adalet talebinin, devlete karşı toplumun güçlenmesinin önünün kesilmesi anlamına gelecektir.

Bu yüzden bu iktidara, iktidar blokuna eleştirel olanların, toplumun alanının genişletilmesi, siyasi alanının genişleyip devletin alanının daralmasını isteyen herkesin bu aşamada İmamoğlu’na sahip çıkması önemlidir. Bu aşamada en güçlü aday olarak onun savunulması, toplumun kendisini, siyaseti, geleceğine sahip çıkması anlamını taşımaktadır. İmamoğlu siyasi yasaklı hale gelmesi durumunda onun yerine aday olacak isimin de bu gerçekleri sahiplenecek birisi olması bu açıdan önemlidir.

Ve şu ana kadar toplum gittiği her yerde kendisine ve geleceğine sahip çıkıyor. Bunun karşılığında İmamoğlu’nun da izin verilmeyen ama bir biçimde gerçekleştirdiği halka buluşmalarında hepimizin parçası olacağı Türkiye hayalini daha çok duymaya ihtiyacımız var.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER