Devlet aklı fetişizmi
SİYASETDevlet aklı fetişizminin hukuk devleti bakımından yarattığı sorun da önemli. Türkiye’de devlet aklı faili meçhul cinayetler, OHAL ve Sıkıyönetim dönemleri, hapishanelerde yapılan kötü muamele ve işkence gibi bir anlama geliyor. Devletin rutinin dışına çıkması, beka için hukukun yok sayılması veya bir hayli esnek yorumlanması hukukun üstünlüğü ilkesini pratik dayanaktan yoksun bırakmakta.
Bu seneye damgasını vuran kavram nedir diye sorulsa açık ara devlet aklı veya devletin bekası ifadeleri ön plana çıkar. Özellikle son iki ayda neredeyse her aktör her gün bu kavramı tekrarladı. Siyasal stratejiler çoğu kez ona dayanarak meşrulaştırılıyor. Şüphesiz ki devlet aklı kavramının kendisine ve onun Türk siyasetinde kullanılma biçimine karşı çıkan sesler de var. Ama son dönemde karşı çıkışların giderek belirsizleştiğine de tanıklık ettik. Devlet aklının Kürt meselesiyle ilgili çıkışı, daha doğru Bahçeli’nin yeni oyun planını devletin bekası üzerinden meşrulaştırması ülkenin demokrat ve liberal bilinen pek çok kesimini cezbetti. Devlet bu meseleyi çözsün de nasıl çözerse çözsün algısı bu aralar oldukça popüler.
Peki devlet aklı ne demek? Türk siyasetindeki tartışma eksenleri bakımından ona karşı çıkmak mı, yoksa devlet aklından yana olmak mı gerekir? Dahası devletin bekasını devlet aklından başka bir şekilde korumanın bir yolu yok mu? Bu soruları bir dizi kavram aracılığıyla belli bir çerçeve içinde yanıtlamaya çalışalım.
Devlet aklı kavramlaştırması devletin kendine özgür bir siyasal varlık olduğu tezi üzerine bina edilmiştir. Devleti diğer kurumlar ve kişilerden farklı bir içerikle ele almak gerekir. Bu nedenle tekil kişiler ve tüzel kişiler için geçerli olan ahlak kuralları devlet için geçerli değildir. Söz konusu olan devletin çıkarları olunca sadece ahlak değil hukuk da göz ardı edilebilir. Devlet meşruluğunu doğrudan doğruya kendisinden aldığından hukukun kaynağı devlettir. Tabii devletin yarattığı hukuk düzenine hiç uymamasının yarattığı veya yaratacağı kaos karşısında devlet aklı savunucuları bu hukuk dışılık savını sınırlar. Devletin hukuk dışına çıkması sadece olağanüstü an ve koşullarda veya devletin varlık ve birliğinin tehdit altına girdiği anlarda söz konusu olabilir. Kolaylıkla fark edileceği üzere bahsi geçen sınır aynı zamanda bir sınırsızlık haline karşılık gelir. Faşizme hizmet etmiş Carl Schmitt gibi hukukçular devleti neyin istisna olduğuna karar veren bir kurum olarak tanıtır. Bu düzende devlet sürekli bir şekilde kurucu ana geri dönerek hukukun dışına çıkar. Devletin tehlike altında olduğu söylemi bu kurumu idare eden elitler tarafından her zaman kullanılabilir. Tehlikenin ne olduğu veya ne zaman ortadan kalkacağı sadece devlet adamlarının bildiği ve aslında kimseye de açıklamak zorunda olmadığı mistik bir bilgi olduğundan devletin hukuk dışı şiddeti devlet aklı aracılığıyla kurumsallaşır.
Oysa demokratik anlamda gerçekten de bir devlet aklı varsa o ancak milletin aklı olabilir. Bu noktada iktidarın da muhalefetin meşruluğunu milletten aldığını, AKP’nin de CHP’nin de vatanı sevip devleti saydığını söylemek gerekir.
MİLLETİN AKLI
Devlet aklı hem demokratik hem de hukuk devleti nosyonlarına zarar vermektedir. Demokrasiye zarar verir çünkü halkın seçtiği hükümet dışında ve üstünde bir iktidar, daha gerçek bir iktidar olduğu algısını yaratır. Türkiye’de uzun bir süre askeri/bürokratik vesayetle sağ iktidarlar arasındaki ilişki devleti bürokrasi ve ordunun, hükümeti ise seçilmiş hükümetin temsil ettiği ve hükümetin ne kadar hakim olacağına devletin karar verdiği bir siyasal patolojiye karşılık geliyordu. AKP’nin seçim başarıları, Erdoğan’ın karizmatik liderliği ve en son 15 Temmuz’da denenen ve başarısız olan askeri darbe teşebbüsleri bu tür bir antidemokratik devlet aklının tasfiyesine yol açtı. Ancak askeri vesayetin ortadan kalkması devlet aklı idealizmini tam olarak gündemden düşürmedi. Çünkü AKP muhaliflerinin açtıkları tartışmaya referansla Yeni Türkiye bir parti-devlet düzeni tarafından idare edilmekteydi. Yani AKP’nin dar parti çıkarları devletin, bir anlamda tüm toplumun genel çıkarı gibi gösteriliyordu. İktidar ile muhalefet arasındaki çatışmanın fazlasıyla kriminalize olmasının en önemli nedeni bu iddianın işaret ettiği olasılık. Siyasi iktidar kendisine karşı çıkanları devlete itiraz eden, vatan veya millet düşmanları gibi görebiliyor. Daha doğrusu iktidara yakın medyada böyle bir hava var. Oysa demokratik anlamda gerçekten de bir devlet aklı varsa o ancak milletin aklı olabilir. Bu noktada iktidarın da muhalefetin meşruluğunu milletten aldığını, AKP’nin de CHP’nin de vatanı sevip devleti saydığını söylemek gerekir.
Devlet aklı fetişizminin hukuk devleti bakımından yarattığı sorun da önemli. Türkiye’de devlet aklı faili meçhul cinayetler, OHAL ve Sıkıyönetim dönemleri, hapishanelerde yapılan kötü muamele ve işkence gibi bir anlama geliyor. Devletin rutinin dışına çıkması, beka için hukukun yok sayılması veya bir hayli esnek yorumlanması hukukun üstünlüğü ilkesini pratik dayanaktan yoksun bırakmakta. Tabii bir kez bu yola girildiğinde sadece kolluk kuvvetleri bakımından devletin güvenlik aygıtı değil, diğer devlet harcama ve eylemleri de devletin bekası şemsiyesi altında keyfileşebiliyor. Devlet yöneticilerin kamu kaynaklarını istedikleri gibi harcadığı ve kimseye hesap vermediği bir düzen yaratıyor devlet aklı. Bu son hatırlatma bağlamında devlet aklı savunusu aslında bir tür elitizm.
Sonuç olarak şu yargı dile getirilebilir: Devlet aklı toplumu bir arada tutmak için geliştirilmiş bir enstrüman. Ama toplumların bu yola meyletmesi ve devletin devlet aklıyla yönetilmesi durumunda devletin sivil ve politik olan her şeyi yok ettiği bir çürüme hali kaçınılmaz hale geliyor.
İlginizi Çekebilir