© Yeni Arayış

Deprem davalarında adalet ve samimiyet sıkıntısı

Deprem davalarında adalet ve samimiyet sıkıntısı

Depremin ortaya çıkardığı yıkıcı sonuçta, depremin üzerinden neredeyse bir yıl geçtiği hâlde tek bir kamu görevlisinin sorumluluğunun bulunmadığına inanmamız bekleniyor. Öyle ki, yargı eliyle verilen ve inandırılmak istenen mesaja göre, bu işte devletten başka herkes sorumlu, bir tek devlet sorumlu değil! Hukukçu inşaat mühendisi Levent Mazılıgüney, bu hafta Serbestiyet’te çıkan röportajında 6 Şubat 2023 depremi davalarında bilirkişilerin hakimlerin yerine geçerek raporlarıyla adeta karar dikte ettirmelerinin doğru olmadığını, deprem bölgelerinden gelen ilk birkaç bin dosyanın neredeyse tümünün Türkiye’deki 128 inşaat mühendisliği bölümünden sadece seçilmiş bir Devlet üniversitesine gönderilerek buradaki ekip tarafından 7 ayda 4 binden fazla bilirkişi raporu düzenlendiğini, bu sürede değil dosyaları tek tek inceleyip rapor yazmanın, 4 bin raporun layıkıyla okunmasının bile mümkün olmayacağını, bu işlerden hiç anlamayan birinin bile anlayabileceği açıklıkta anlatıyor. Mazılıgüney’e göre asıl sorumluluk müteahhitlerde ya da inşaat mühendislerinde değil, devletin ta kendisinde. Levent Mazılıgüney, röportajında başka şeyler de anlatıyor ve uygulamadan örnekler de veriyor. Mesela 6 Şubat 2023 depreminde yıkılan ve 1975 Yönetmeliğine göre yapılmış eski bir binanın, bilirkişi tarafından 1998 Yönetmeliğine göre değerlendirildiğini öğreniyoruz. Elbette bir yapı, inşa edildiği zaman yürürlükte bulunan mevzuata göre yapılacak; inşaat bittikten sonra mevzuatta yapılan değişiklikler yapıya uygulanamayacağı için, bilirkişi açıkça ve hukuki deyimiyle ex post facto hukuk yaratmış oluyor. Aslında Adalet Bakanlığı eliyle yaratılan bu “bilirkişi terörü”, yalnızca deprem davalarında değil, son on yılda yapılan belli başlı tüm yargılamalarda can yaktı. Ergenekon yargılamalarından başladı, cemaat yargılamalarına uzandı, şimdi de deprem yargılamalarında sonuç doğruyor. Zerre kadar hukuktan anlamayan, ama ideolojik olarak iktidara bağlı inşaat mühendisliği hocaları, akademik namusu da bir tarafa bırakarak, hangi inşaat mühendisinin ne miktarda kusurlu olduğu konusunun ötesinde, ne ceza almaları gerektiğine karar veriyorlar. Zannedersiniz önlerinde kuyumcu terazisi, ellerinde cetvel, ölçüp biçip hukuki tahlillere giriyor, kimin kastının, kimin taksirinin bulunduğunu ayırıyor, taksirin basit taksir mi bilinçli taksir mi olması gerektiğini hakimlere öğretiyorlar. O hakimler ki, aslında ne olduğunu gayet iyi biliyorlar. Kimsenin Türkiye ile bir alıp veremediği yok, hiç kimse de Türkiye’yi yıkmaya çalışmıyor. Türkiye düzgün bir hukuk devleti olsa, herkes için kâfi! Sorun, devleti yönetenlerin hiçbir başarısızlıkta sorumluluk üstlenmemeleri gibi, bu konuda da depremin tüm sorumluluğu dört tane inşaat mühendisinin üzerine yıkma çabalarıdır. Kahramanmaraş adliyesinde izlediğim bir deprem davasında, yakınları enkaz altında kalan mağdurlardan birinin avukatı, Ağır Ceza Mahkemesinde hâkimin gözlerinin içine bakarak, “Burada sanık sandalyesine oturttuğunuz iki müteahhit ve üç inşaat mühendisiyle bizim bir meselemiz yok, sayın başkan. Bu davaları da cemaat yargılamalarına benzettiniz. Nerede bunun siyasi ayağı? Neden yargılanan bir tane bile devlet memuru ya da belediye yetkilisi yok?” deyiverdi. Kısa bir duraklamadan sonra yutkunan hâkim, avukatın sözlerini itinayla zapta geçirdi. Gerçekten de içinde biraz adalet inancı olan herkesin kavrayabileceği yalın bir gerçeği, avukat meslektaş bir çırpıda ifade ediverdi.  Depremin ortaya çıkardığı yıkıcı sonuçta, depremin üzerinden neredeyse bir yıl geçtiği hâlde tek bir kamu görevlisinin sorumluluğunun bulunmadığına inanmamız bekleniyor. Öyle ki, yargı eliyle verilen ve inandırılmak istenen mesaja göre, bu işte devletten başka herkes sorumlu, bir tek devlet sorumlu değil! Devleti “çok seven, aşırı seven, hatta sevgisi mantığını aşan” hakimlerimiz, yalnızca kendilerini Can Atalay kararında gösteren aktivist Yargıtay 3.Ceza Dairesinde bulunmuyorlar, aslında her yerdeler. MHP’nin yargı sistemini domine etmesinin etkileri, deprem davalarına da yansımış durumda. Mesele devletin sorumluluğu olunca, bir anda hakimlerimizin gözleri kör, kulakları sağır oluveriyor. Gören zanneder ki, maazallah, kazaen devlete bir sorumluluk kesbederse, Türkiye yıkılabilir, sistem çökebilir. Zaten üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir coğrafyada yaşamıyor muyuz? Tüm dünya birleşip, aslında küresel ölçekte öyle pek bir geçerliliği olmayan bu ülkeyi yıkmaya çalışmıyor mu? Anlayamadıkları şey oysa çok basit! Kimsenin Türkiye ile bir alıp veremediği yok, hiç kimse de Türkiye’yi yıkmaya çalışmıyor. Türkiye düzgün bir hukuk devleti olsa, herkes için kâfi! Sorun, devleti yönetenlerin hiçbir başarısızlıkta sorumluluk üstlenmemeleri gibi, bu konuda da depremin tüm sorumluluğu dört tane inşaat mühendisinin üzerine yıkma çabalarıdır. Bu konuda bir kamuoyu talebi oluşamazsa, tüm sorumluluk bugün itibariyle birkaç inşaat mühendisine yıkılmış durumda zaten. Meselenin devlet boyutu, adliyelerde tamamen konuşmaktan dahi kaçınılan bir başlık an itibariyle. Deprem davalarında dosyalar tefrik edildi, ancak bugüne kadar bir tek belediye imar müdürlüğü yetkilisine, ruhsat verene, imar izni çıkartan kamu görevlisine, denetleyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilisine dava açılmadı, açılamadı. Tamamında “soruşturmalar devam ediyor!” Nereye kadar edeceğini hemen söyleyeyim, bir başka yönetsel hata kaynaklı felaket gündemi işgal edip, projektörler bu yöneticilerin üstünden başka yere yönelinceye kadar… Devleti “çok seven, aşırı seven, hatta sevgisi mantığını aşan” hakimlerimiz, yalnızca kendilerini Can Atalay kararında gösteren aktivist Yargıtay 3.Ceza Dairesinde bulunmuyorlar, aslında her yerdeler. MHP’nin yargı sistemini domine etmesinin etkileri, deprem davalarına da yansımış durumda. Levent Mazılıgüney, “Depremde zarar gören binalarla ilgili asıl sorumluluk müteahhit ya da mühendiste değil, idarede. Bu işin en az yüzde 50’si imardır. Siz geçmişi bataklık olan bir alanı imara açar, bir de orada yüksek kata izin verirseniz orada o yüksek katlı binalar yapılır.” diyor. Haksız mı? Ben bugüne kadar 15 kata izin verilen bir alanda hiçbir müteahhidin “14 kat yeterli” dediğini duymadım. Ekonomik davranış kuralı gereği, idarenin izin verdiği son noktaya kadar kullanmaları doğal, ancak burada idarenin o kadar kat çıkma izni vermesi konusunun, bugüne kadar hiçbir davada konu edilmediğini anımsayınca, yargının içinde bulunduğu adalet sıkıntısı anlaşılabilir hâle geliyor. Siz deyin korkudan, ben diyeyim devletten çok devletçilikten, bu mesele bir türlü yargının alanına giremiyor. Buna bir de -mış gibi yapılan- yargılamalarda yaşanan samimiyet sıkıntısı da ekleyiniz. Deprem davalarının sonunu tahmin edebilirsiniz. Bu Adalet Bakanlığı politikalarıyla, bu bilirkişilerle, bu iktidar tercihleriyle tüm sorumluluk birkaç inşaat mühendisine yıkılacak, sonra tekrar aynı siyasi hareket “inşaat ya resulallah” duasıyla aynen kaldığı yerden devam edecek. Yerel seçimlere iki ay kala, oy verenler bu konulara da dikkat etse keşke…

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER