© Yeni Arayış

Demokrasi ve cumhuriyetlerde görev süreleri üzerine

O zamanlarda “diktatörlük” günümüzdeki kötüleyici anlama sahip değildi. Diktatörler günümüzdeki anlamından farklı olarak olağanüstü dönemlerde krizleri yönetmek üzere konsüller tarafından atanıp Senato tarafından görevlendiriliyordu. Diktatörlerin görev süreleri 6 ayla sınırlıydı.

Seçimle gelenlerin çok uzun süreler iktidarda kalmaları antik dönemde demokrasi ve cumhuriyete yönelik bir tehdit idi ve halen tehdit olmayı sürdürmektedir. Uzun süre iktidarda kalanlar yönetimi kendi kişisel çıkarları için kullanma eğiliminde olacaklarından hukuk devletinin de yaşama şansı yoktur.

Akademi dünyası derin bir çöküş içinde…

İnanılır gibi değil ama demokrasiyi seçimlerden ibaret sayan azımsanmayacak sayıda “akademisyen” var.

Teori ile ilgilenme zamanı bulamayan bu “makbul ve saygın” grup okuma alışkanlığını kaybedenlere hitap ediyor ve fikirlerini hızla yayabiliyor.

Bu yüzden gerçek demokrasi ve cumhuriyeti anlatmak gerekiyor…

Demokrasi ve cumhuriyete sahip çıkmak için bunların yeşerdiği Antik “kent devletleri” ile Roma Cumhuriyeti’ne gitmek demokrasi ile cumhuriyet gelişimi ile çöküşünü izlemek gerekiyor.

Antik “kent devleti”nden başlayalım…

Kent devletlerinin krallık yönetiminden demokrasiye evrilmeleri aşağı yukarı 500 yıl sürdü (X-V yüzyıllar arası).

Bu evrimin belirgin özelliklerinden birisi görev sürelerinin sürekli olarak kısalmasıydı.

Günümüz Batı demokrasilerinin esin kaynağı olan Atina’da başlangıçta kabile tipi örgütlenme vardı ve toplamda dört kabile bulunuyordu.

Kabileler başlangıçta arkhont adı verilen kabile şefleri tarafından yönetiliyordu; Kral da bir kabile şefi (arkhont) idi.

Başlangıçta 3 arkhontluk vardı.

Önceleri kabile şefi olan arkhonlar kabilesel yaşamdan kopuşla birlikte yüksek devlet görevlilerine dönüştüler.

VIII. yüzyılda 10 yıllığına seçilen arkhontlar görev süreleri dolunca Areopagus adı verilen Yaşlılar Meclisine giriyordu. Saygınlığı olan Yaşlılar Meclisi Kral’a danışmanlık yapıyordu.

Böylece kabile şefleri ya yönetimde bizzat bulunarak ya da danışma görevi yürüterek kabile mensuplarını korumaya çalışıyordu.

Zamanla üretimin artması ve ticaretin gelişmesiyle birlikte toplumda soylular sınıfı ile zengin kentsoylu sınıf doğdu.

Soylular, Kral’ı devirerek yönetimi eline aldı ve aristokrasi kuruldu.

Bu gelişmeyle birlikte 633 yılında arkhontların görev süresi 10 yıldan bir yıla düşürüldü. Böylece emekli arkhontlardan oluşan Soylular Meclisinin üye sayısı artmış oldu.

Soylular meclisinin üye sayısının artmasının bir başka nedeni arkhontluk sayısının 9’a çıkarılmış olmasıydı. (Thesmothet adı verilen 6 yeni görevli yasaların yazılı hale getirilmesinden sorumluydu. Yasaların yazılı hale getirilmeye başlanması hukuk devleti yönünde atılan bir adımdı.)

Özetlemek gerekirse Krallıktan aristokrasiye ve aristokrasiden demokrasiye geçiş sürecinde hem görevler çeşitlenmekte hem de görev süreleri kısalmaktaydı.

Toplumsal sınıflar arasındaki gelir uçurumunun büyümesi ayaklanmayla (Kylon ayaklanması) sonuçlandı; sorunların çözümü için önce Drakon ve ardından Solon yasal reform yapmakla görevlendirildi.

Solon bütün sınıfların katılımına açık bir halk meclisi (ekklesia) kurdu; bu dönemin doğrudan demokrasi olarak adlandırılmasının temel nedeni bütün erkek yurttaşların katılımına açık bu meclisti.

Solon, dört kabilenin varlıklı sınıflarının belirlediği 100’er kişiden oluşan bir “dörtyüzlermeclisi” (bule) kurdu.

Demokrasinin işaretleri olan bu kurumlar, demokrasinin gelişimiyle birlikte görevlerin çeşitlendiğini ve halkın değişik kanallardan yönetime katılım kanallarının genişlediğini gösteriyordu.

Solon’un kurduğu ve demokrasinin özünü temsil eden önemli bir kurum halk mahkemeleri (helaia) idi.

500 üyeli halk mahkemelerine üye olma hakkı 30 yaşını dolduran bütün erkek yurttaşlara tanınmıştı.

Mahkemeye üye olmak için hiçbir çabaya gerek yoktu, demorkhos adlı deme başkanları tarafından hazırlanan yurttaş listeleri kullanılarak kur’a ile seçim yapılıyordu.

Doğrudan demokrasilerde temel seçim ilkesi kur’a ile seçim’di. Çünkü demokrasi eşitlik ilkesi üzerine temelleniyordu ve kur’a ile seçim “eşitlik” ilkesini güvenceye alıyordu.

Demokrasiler için vazgeçilmez olan seçim ilkesi kur’a ile seçim’di ve doğrudan demokrasiler temsili seçimlere tümüyle yabancıydı.

Dolayısıyla günümüzde seçim ile demokrasi arasında kurulan özdeşliğin hiçbir temeli yoktur: Demokrasiler temsili seçimlere yabancıdır.

Doğrudan demokrasi kuramcısı Rousseau, antik demokrasilerin bu yönünü bildiği için bizim bugün “demokrasinin beşiği” olarak nitelediğimiz İngiltere için şunları söylemekteydi:

“İngiliz halkı kendini özgür sanıyorsa da aldanıyor, hem de pek çok; o, ancak parlamento üyelerini seçerken özgüdür: Bu üyeler seçilir seçilmez, İngiliz halkı köle olur; bir hiçtir artık o. Kısa süren özgürlük anlarında, özgürlüğünü o kadar kötüye kullanır ki, onu yitirmeyi hak eder.”

Bu çözümleme demokrasi ile seçim arasında bugün kimilerince iddia edildiği gibi bir ilişki olmadığını göstermektedir.

Nitekim Batı demokrasilerinde seçimin demokrasiyi gerçekleştirmedeki yetersizliği göz önünde bulundurularak referandum, plebisit, yurttaş girişimi, halk vetosu, azil, sivil toplum katılımı gibi yarı doğrudan demokrasi araçları geliştirildi ve temsili demokrasilerin doğrudan demokrasilere yaklaşmaları sağlandı.

Demokrasinin özü eşitlik ilkesine dayalı olduğundan, antik demokraside eşitlik ilkesine tehdit oluşturabilecek durumlara karşı önlemler alındı.

Bu önlemlerden birisi çanak çömlek mahkemesi idi.

Halk meclisi yılda bir kez “çanak çömlek mahkemesine” (ya da sürgün mahkemesi) dönüşüyordu.

Yurttaşlar tiranlığa eğilimli olduğunu düşündükleri kişilerin adlarını çanak çömlek parçaları (ostrakon) üzerine yazarak bir oylama yapıyorlardı.

Bir kişinin adı 6.000 yurttaş tarafından çanak çömlek parçalarına yazılmışsa, o kişi on yıllık bir süre için polis dışına sürgün edilirdi.

Burada sözü edilen ostrakismos uygulaması Montesquieu’nun kuvvetler ayrılığı teorisinin ilham kaynağı sayılır.

Montesquieu insan doğasının oldukça kötü olduğunu söylüyordu: “İnsan kötüye eğilimlidir; bencillik, gurur, kıskançlık ve iktidar peşinde koşma tutkularıyla hareket eder.”

Bu nedenle “deneyim göstermiştir ki kendisine iktidar verilen her insan bu iktidarı kötüye kullanmaya ve bir sınırla karşılaşıncaya kadar bu iktidarı kötüye kullanmaya devam etmeye, yetkisini son sınırına kadar götürmeye eğilimlidir.”

Antik demokrasiyi inşa edenler Montesquieu’nun bu söylediklerini yüzyıllar önce keşfederek önlem almışlardı: İktidarı kendi çıkarına kullanma ihtimali olan yurttaşlar 6000 kişinin oyuyla kentin dışına 10 yıllık bir süre için sürgün ediliyordu.

Demokrasilerin bir başka güvenlik supabı bu yazının konusu olan görev süreleriydi.

Demokrasinin M. Ö. V. Yüzyılda kurumsallaşmasıyla birlikte kurumların yapısında önemli değişiklikler oldu.

Önceleri 10 yıllığına görev yapmak için seçilen yüksek devlet görevlilerinin sayıları 9’a çıkarıldı ve görev süreleri 1 yıla düşürüldü.

Demokrasi kurumsallaştıktan sonra bunların sayısı 10’a çıkarıldı ve çoğulculuğu sağlamak amacıyla kent yeniden bölümlenerek kentin her bir bölümünden 1 yüksek yönetici seçilmesine olanak tanındı.

Daha önce dört kabileden 100’er kişinin seçilmesiyle oluşan dörtyüzler meclisi, kabile yapısının kan bağına dayalı olmaktan çıkarılmasıyla yeni kabile yapısına uyduruldu: Artık her kabileden 50 kişinin seçilmesiyle beşyüzler meclisi oluştu. 

Beşyüzler meclisindeki görev süreleri kısaltıldı; seçimler demokratik esaslara bağlandı: Bir yıl görevde kalan üyeler, adaylıklarını koyan otuz yaşını aşkın deme yurttaşları (demotes) arasından kur’a çekilerek belirleniyordu.

Bu dönemde günümüz hükümetlerine benzeyen bir yönetim kurulu (prytaneia) oluşturuldu:

Yeni yönetim kurulu, beşyüzler meclisinin kabile grupları tarafından oluşturuluyordu.

Her kabile yılın onda birlik süresince (sadece 36 gün) beşyüzler meclisinin yönetim kurulu olarak görev yapıyordu.

Özetle yurttaşların eşitliğine dayalı olan demokrasilerde bir taraftan bütün yurttaşların kamusal görev almalarına özen gösterilirken, diğer taraftan herhangi bir yurttaşın sivrilerek kamu gücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasının kesin olarak önüne geçilmişti.

Prytaneia epistates adındaki kurul başkanı, hergün kura ile yeniden seçiliyordu ve kur’a ile seçilen bu kişi aynı zamanda beşyüzler meclisi ile halk meclisi’nin de başkanıydı.

Bu durumda her yurttaşın herhangi bir çaba göstermeksizin bir gün meclislerin başkanı olma şansı vardı.

Hem yönetim kurulunun kısa süreli görev yapması ve hem de başkanın günlük seçilmesi etkili devlet görevlilerinin tiranlaşmasına karşı bir önlem olarak tasarlanmıştı.

Görevler 1 gün, 36 gün, 1 yıl gibi kısa süreler için veriliyordu; demokrasinin kurumsallaşmasıyla birlikte ömür boyu görevler, on yıllık görevlere son verildi.

Özetle yurttaşların eşitliğine dayalı olan demokrasilerde bir taraftan bütün yurttaşların kamusal görev almalarına özen gösterilirken, diğer taraftan herhangi bir yurttaşın sivrilerek kamu gücünü kendi çıkarları doğrultusunda kullanmasının kesin olarak önüne geçilmişti.

Görev sürelerinin kısa olması, hem daha çok yurttaşın kamu görevlerinde bulunmasını olanaklı kılıyor, hem de göreve gelenlerin yetkilerini kendi çıkarları için kullanmalarını önlüyordu.

Bugünkü demokrasiler antik demokrasinin bu ilkelerinden hareketle önlemler almaya çalışmaktadırlar.

Demokrasilerde en fazla bir ya da iki kez seçilmeye ilişkin kurallar bu mantıktan hareketle üretildi.

Örneğin ABD de başkanların en fazla iki kez seçileceklerine ilişkin 1951 Anayasa değişikliğinde bu düşünceler kullanıldı.

Demokrasilerde demagoglar ortaya çıkıp halk yığınlarını kandırmaya ve kendi çıkarlarını çoğunluklara onaylatmaya başlayınca demokrasiler çöktü.

Bu analizi okuduktan sonra “Ne yani Krallıkla yönetilen İngiltere gibi ülkeler demokrasi değil mi?” türünde soru soranlar olacaktır.

Cevap şudur:

İngiltere bir demokrasidir ve dolayısıyla “Krallık”, Kralın sembolik yetkili olması koşuluyla demokrasi ile bağdaşır.

Krallık Cumhuriyetle bağdaşmaz.

Ancak sembolik yetkili olmayan bir Krallık demokrasiyle de bağdaşmaz.

İngiltere’de Krallığın demokrasi ile bağdaşmasının temel nedeni, Kralın sadece geleneği temsil etmesi ve İngiliz halkının geleneklerine bağlı olmasıdır.

Kral “yürütme” iktidarının sadece sembolik kanadıdır ve yürütmenin sorumlu kanadı olan Bakanlar Kurulu Parlamentoya karşı siyasal sorumluluğa sahiptir.

İngiltere’nin geleneklerinden biri olan “Kral yanlış yapmaz” ilkesi, Kralın yetkisiz kılınması sayesinde korunabilmiştir.

Kral, mutlak olduğu için değil yetkisiz olduğu için sorumsuzdur.

Demokratik hukuk devletlerinde yetkili olan herkes sorumludur; sorumluluktan kurtulmak için yetkiden vazgeçmek gerekir; İngiliz Kralı öyle yapmıştır.

Dolayısıyla yürütmede bir payı olmayan Kral’ın kullanabileceği bir yetki olmadığından demokrasi için bir tehdit oluşturması mümkün değildir.

Daha açık söylemek gerekirse, Krallık bütün yetkilerinden arındırıldıktan sonra demokrasiyle uyumlu hale getirilmiştir.

İngiliz tarihinde Kralın yetkili olduğunu iddia ettiği dönemlerde olmuştur ve bu dönemlerde Parlamento ile Kral arasında iç savaş yaşanmıştır.

Dolayısıyla demokrasilerde asıl sorun görevli kişilerin ellerinde tuttukları yetkiyi kendi çıkarlarına kullanma olanaklarının bulunmasıdır.

Görevliler hem karar alıp uygulayabiliyor, hem de bu iktidarı uzun süre ellerinde tutuyorlarsa, demokrasinin yaşama şansı yoktur.

Peki ya cumhuriyetlerde durum nedir?

Bunun için Roma’ya bir yolculuk yapmak gerekir.

Günümüzde Latince Res Publica karşılığı olarak İngilizce’de republic, Fransızca’da republique, İtalyanca’da republica, Almanca’da republik sözcükleri kullanılmaktadır.

Latince res publica, res privata’nın karşıtıdır; özel şahıslara ait olanın karşısında halka ait olanı gösterir. (res: ait olmak, publica: halk, kamu) 

Cumhuriyet özel kişilere ya da sınıflara ait olmayıp halka ait olandır; ancak halk adına karar veren yetkili meclislerdir.

Cumhuriyetin başlarında meclislere hâkim olan soylular olduğundan Roma Cumhuriyeti bir “aristokratik cumhuriyet” idi.

Mücadeleler sonunda plebler de patricuslar gibi meclislerde söz sahibi olmaya başlayınca “aristokratik cumhuriyet” “demokratik cumhuriyet”e evrildi.

Cumhuriyet rejimini inşa eden Roma’da, Antik demokraside olduğu gibi halkın doğrudan yönetime katılması söz konusu değildi.

Roma’da halk Senato, Comitia Curiata ve Comitia Centuriata gibi Meclisler aracılığıyla temsil ediliyordu.

Pleblerin ayaklanıp önemli ödünler koparmalarından sonra hem particileri hem de plebleri içeren Tribünler Meclisi kuruldu; cumhuriyet demokratikleşti.

Cumhuriyetin yarattığı en önemli kurum, Krallık döneminde ömür boyu görev yapan kralların yerine gelen yürütme erkini kullanan konsüllüklerdi. 

Roma Cumhuriyetinde iki konsül vardı.

Bu konsüller comitia centuriata tarafından bir yıl için seçiliyordu; görev süreleri sona erdiğinde sıradan yurttaşa dönüşüyor ve görevleri sırasında yaptıkları işlerden sorumlu tutuluyorlardı. 

Konsüllüğe ilişkin olan ve diğer anayasal uygulamaların da temeli olan iki ilke bulunmaktaydı: 

(1) İkiz birlikte yönetme,

(2) Yıllık olma. 

İkiz olarak ortaklaşa ve bir yıllığına yöneten konsüller imperium yetkisiyle donatılmıştı. 

Konsüller arasında uyuşmazlık olduğunda olumsuz görüş geçerliydi; bir başka anlatımla bir karar alınabilmesi için her iki konsülün de aynı fikirde olması zorunluydu.

Halk Meclisi tarafından seçilen konsül’ler halkın temsilcisi durumundaydı ve orduya komuta etmek dâhil olmak üzere bütün devlet işlerini yönetmekteydi.

Bu çözümlemeden anlaşılacağı gibi Roma’nın “Cumhuriyet” olarak adlandırılmasının temel nedeni, halkta, yönetimin kendilerine ait olduğu inancının bulunmasıdır.

Halkın kendisi yönetime katılmamakla birlikte, Meclisler, halkı temsil yeteneğine sahip yürütmeyi, yani konsülleri seçmektedirler.

Bu Meclislere halkın katılımının artması aristokratik cumhuriyeti demokratik cumhuriyete dönüştürdü.

Roma Anayasası ile kurulan önemli kurumlardan birisi de “diktatörlük” kurumu idi.

O zamanlarda “diktatörlük” günümüzdeki kötüleyici anlama sahip değildi. Diktatörler günümüzdeki anlamından farklı olarak olağanüstü dönemlerde krizleri yönetmek üzere konsüller tarafından atanıp Senato tarafından görevlendiriliyordu. Diktatörlerin görev süreleri 6 ayla sınırlıydı.

Dolayısıyla demokrasi ve cumhuriyet birbirinden farklı kavramlar olmakla birlikte, demokratik bir cumhuriyet kurmak mümkündür.

Kritik nokta halkı temsil ettiği düşünülen devlet başkanının seçimle gelmesidir; bu seçimin halk tarafından doğrudan yapılması gerekmemektedir. (İngiltere’nin demokrasi olmasına rağmen Cumhuriyet olmamasının nedeni budur).

Roma Anayasası ile kurulan önemli kurumlardan birisi de “diktatörlük” kurumu idi.

O zamanlarda “diktatörlük” günümüzdeki kötüleyici anlama sahip değildi.

Diktatörler günümüzdeki anlamından farklı olarak olağanüstü dönemlerde krizleri yönetmek üzere konsüller tarafından atanıp Senato tarafından görevlendiriliyordu.

Diktatörlerin görev süreleri 6 ayla sınırlıydı.

Roma’nın Cumhuriyetten İmparatorluğa dönüşümü diktatörlüğe yapılan atamalarda görev süresine uyulmaması sonucunda gerçekleşti.

Roma, fetihler sonucunda İspanya’dan Batı Anadolu’ya kadar uzanan ve Akdeniz bölgesine hükmeden bir devlete dönüştü.

Fetihlerin sonunda Roma’da işsiz ve parasız durumda olan kabarık ve tedirgin bir kitle oluştu.

Düzensizliğin artması üzerine alınan yeni bir kararla paralı ve sürekli bir ordu kuruldu.

Profesyonel ordunun kurulmasına öncülük eden Marius, 100 yılına kadar ardarda altı kez konsül seçilmesine rağmen, askerlerine dayanarak iktidarını kurma başarısı gösteremedi.

Bu başarıyı Roma tarihinde ilk kez ordusuyla Roma kenti üzerine yürüyüp savunmasız kenti ele geçiren ve ardından iç savaşa son veren, Optimates partisinin (zenginlerin partisi) desteğine sahip Sulla gösterdi. 

Sulla, kendisini 81 yılında süresiz olarak diktatör seçtirdi; düzeni sağladığına inanarak 79 yılında görevden çekildi ve bir yıl sonra öldü. 

Bu zamana kadar Senato tarafından altı ayı geçmemek üzere seçilen diktatör bundan böyle sürekli olarak seçilebilir hale geldi. 

Sulla ölse de girişimi, monarşi fikrini güçlendirdi.

52 yılında Senato Pompeius’a olağanüstü yarı diktatörlük yetkileri verdi.

Pompeius daha sonra tek başına konsül olarak atandı.

Caesar 46 yılında yaşam boyu imperator olarak atandı; on yıl için consul seçildi ve 44 yılında diktatörlüğü sürekli bir nitelik aldı; dini kullanmak amacıyla başrahiplik görevini üstlendi ve Senato tarafından yarı tanrı ilan edildi. 

Octavianus'un Senato’nun kararıyla Augustus adını almasıyla birlikte, 27 yılında Roma bir imparatorluğa dönüştü.

Özetlemek gerekirse 

(1) Senato üyesi olan soylular elde ettikleri ayrıcalıkları kaybetmemek için Senato’nun ve Cumhuriyet’in devam için mücadele ettiler.

(2) Fetihler, sınırların genişlemesine, yabacıların vatandaşlık taleplerinin artmasına ve taleplerin karşılık bulmasıyla sonuçlandı. Yabancılara vatandaşlık verilmesiyle Roma Cumhuriyeti’nin temel değerleri çürümeye başladı ve ordu komutanlarına bağlılık temel değer halini aldı.

(3) Soyluların giderek zenginleşmesi halkın yoksullaşmasına ve topraklarını kaybetmesine neden oldu ve toprak reformu vaat edenler iktidarı elde ettiler.

(4) Bu süreçte ortaya çıkan krizleri bastıran diktatörler görev sürelerini aşacak biçimde başta kalınca imparatorluğun kapıları açıldı.

(5) Ordu komutanları birbirleri karşısında üstünlük gösteremeyince önce triumvirlik ve duumvirlik yönetimlerinde birlikte yönettiler; ortaklıklarını güçlendirmek için birbirleriyle evlilikler yaptılar ancak sonunda güçlendiklerinde tek başlarına iktidarı ele geçirdiler.

Roma Cumhuriyeti deneyimi görev sürelerine uyulmamasının Cumhuriyetin yaşama şansını sonlandırdığını göstermektedir.

Antik demokrasi ve cumhuriyet örnekleri, demokrasi ve cumhuriyetin çok sayıda kurum, kural ve ilkenin varlığını gerekli kıldığını göstermektedir.

Seçimle gelenlerin çok uzun süreler iktidarda kalmaları antik dönemde demokrasi ve cumhuriyete yönelik bir tehdit idi ve halen tehdit olmayı sürdürmektedir.

Uzun süre iktidarda kalanlar yönetimi kendi kişisel çıkarları için kullanma eğiliminde olacaklarından hukuk devletinin de yaşama şansı yoktur.

Tarihsel deneyimler göstermiştir ki uzun süren kamu görevleri söz konusu olduğunda sorun sadece bir kişinin seçilmesi sorunu değildir; cumhuriyet, demokrasi ve hukuk devletinin sonu sorunudur.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER