© Yeni Arayış

Delft

Delft

Vermeer'i Eski Kilise'ye defneden Delft, Willem'i de Yeni Kilise'ye defnetmiş. Aynı dönemde, VOC -ticaret-, Vermeer -sanat- ve Willem -siyaset- deyince Delft’in ne kadar önemli bir merkez olduğu daha iyi anlaşılıyor sanırım. Katolik İspanya’ya karşı Protestanların ayaklanmasını başlatan Hollanda’nın milli kahramanı Orange’lı -Sessiz- Willem, aslında Almanya’da doğdu, hayatının büyük bölümünü Hollanda dışında geçirdi ve genellikle Fransızca konuşurdu. Tarihin tabancalı ilk suikastına uğrayan lideri de o oldu. Üstelik burada, Delft’te, Prisenhof’taki evinde. Tarih, 10 Temmuz 1584. Bir süre önce, Willem, maiyetindeki Balthasar adlı bir adama -Katolik- kıyafet alması için para vermiş. Balthasar, aldığı bu kıyafetlerin arasına bir tabanca saklamış. Bir kolonun arkasında saklanıp Willem’in yemeğini bitirmesini beklemiş. Willem odadan çıkınca çekmiş silahını, hem göğsünden hem de midesinden vurmuş.

TARİHİN TABANCALI İLK SUİKASTINA UĞRAYAN LİDER

Willemler ailece mutat öğle yemeklerinden birini yemişler.  Bir süre önce, Willem, maiyetindeki Balthasar adlı bir adama -Katolik- kıyafet alması için para vermiş. Balthasar, aldığı bu kıyafetlerin arasına bir tabanca saklamış. Tabancayı da yine Willem’in adamlarından birinden satın almış çünkü Balthasar’ı kendilerinden sandıkları için güveniyorlarmış. Bir kolonun arkasında saklanıp Willem’in yemeğini bitirmesini beklemiş. Willem odadan çıkınca çekmiş silahını, hem göğsünden hem de midesinden vurmuş. Tabii hemen kaçmaya çalışmış ama nafile, yakalanmış, sonrası hayli sevimsiz işkenceler… Ateşte çıplak bırakmışlar, asmışlar, sopayla kemiklerini kırmışlar, başından aşağıya kızgın yağ dökmüşler, kızgın demirlerle şişlemişler, yanık yerlerine tuz basmışlar, yetmemiş bir de hadım etmişler. Vermeer’i Eski Kilise’ye defneden Delft, Willem’i de Yeni Kilise’ye defnetmiş. Aynı dönemde, VOC -ticaret-, Vermeer -sanat- ve Willem -siyaset- deyince Delft’in ne kadar önemli bir merkez olduğu daha iyi anlaşılıyor sanırım. Prisenhof’ta Willem’in hayatından kesitler haricinde “Delft porseleni” sergisi vardı. Geçen yazıda referans verdiğim Vermeer’in Şapkası adlı kitabında, Timothy Brook, VOC’unDoğu seferlerinin Avrupa’da nasıl bir heyecan yarattığını ve mavi-beyaz Çin porseleninin Avrupa modasını nasıl ele geçirdiği etraflıca anlatır. Bugün bile “Delft porseleni” diye hemen her yerde satılan bir tür var. Üretim açısından Çin’den gelenlerden daha farklı olan Delft porseleni, zaman içinde Çin’deki orijinallerinin yerini bile almış, tercih edilir olmuş. Prisenhof’taki sergide, nadir görülen siyah porselen de yer alıyordu. Yine Prisenhof’taki odaların birinde “Delft ustaları” adında bir resim sergisi açılmıştı. Bu sergide, Gerard Houckgeest, Willem van Aelst, Pieter de Hooch gibi adını hiç duymadığım Delftli ressamların eserleri sergileniyordu. Altın Çağ’a hep resim sanatı açısından baksak da Delft’in meydanındaki bir heykel, Hollanda’nın bu çağda sanat kadar bilimde de öne çıktığını gösteriyor. "Uluslararası hukukun" kurucusu kabul edilen Hugo Grotius da 1583’te Delft’te doğmuş -16. yüzyıl sonunun ne kadar bereketli geçtiğine bir örnek daha.

DELFT MEYDANINDA BİR HEYKEL

Prisenhof’tan çıkıp Eski Kilise’yi geçerek meydana gidelim. Altın Çağ’a hep resim sanatı açısından baksak da Delft’in meydanındaki bir heykel, Hollanda’nın bu çağda sanat kadar bilimde de öne çıktığını gösteriyor. “Uluslararası hukukun” kurucusu kabul edilen Hugo Grotius da 1583’te Delft’te doğmuş -16. yüzyıl sonunun ne kadar bereketli geçtiğine bir örnek daha. Meydan, birbirinden güzel mimariye sahip binalarla adeta süslenmiş. Benim geldiğim gün Prisenhof’tan meydana kadar bit pazarı kurulmuştu. Tezgâhlar doluydu ama ben alacak bir şey bulamadım.  Eğer buradan Vermeer’in Delft Manzarası’nı çizdiği noktaya doğru yürürsek kanalların birinin yanında bir başka ressamın müzeye çevrilmiş evinin önünden geçeriz: Paul Tetar van Elven. Van Elven, Altın Çağ’ın bir ressamı değil, doğumu 1823. 1896’daki vefatından önce evinin müzeye dönüştürülmesini vasiyet etmiş, eşi de bu isteği yerine getirmiş. 1920’lerde müzeye çevrilen ev hâlâ müze olarak kullanılıyor. Üç katlı bu ev görmeye değer çünkü Van Elven ressamlıktan kazanamadığı serveti demiryoluna yatırım yaparak elde edince koleksiyona epey bir bütçe ayırabilmiş. Kadın kostümleri toplamış, Delft ve Çin porselenleri almış, antika mobilyalara da merakı varmış… Van Elven, özgün bir ressam olmak yerine daha çok beğendiği ressamlarının çeşitli tablolarını kopyalayıp satmış. O yüzden evinde kendi yaptığı bir Raphael ve Rembrandt da var. Bunca yürüyüşten sonra artık acıkmış olmalıyız. Van Elven’in evine çok yakın Loetje adlı bir et lokantasına gidebiliriz. Adeta sosun içinde bir ada şeklinde yükselen çok lezzetli bir biftekten de söyledik mi, değmeyin keyfimize.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER