Çorlu tren kazası kararı ve yanlışlıklar
HUKUKÇorlu tren kazası kararı ve yanlışlıklar
AİLELERİN MÜCADELESİ SONUCU YENİDEN KEŞİF YAPILDI
Yakınlarını kaybeden aileler ve avukatları ise mütalaaya itiraz ederek TCDD üst yöneticileri ve Ulaştırma Bakanlığı'nın yargılamaya dahil edilmemesine tepki göstermişti. Dosya kapsamında alınan 2018 tarihli bilirkişi raporunda Turgut Kurt ve Özkan Polat'ın yanı sıra Köprüler Şefi Çetin Yıldırım ve Hat Bakım Onarım Memuru Celalettin Çubuk'un da gerekli denetim ve kontrolleri yapmadıkları gerekçesiyle asli kusurlu oldukları belirtilmişti. Ailelerin ve avukatlarının mücadelesi sonrası, olay yerinde yeniden keşif işlemleri yapıldı ve yeni bilirkişi raporları alındı. 2021 tarihli bilirkişi raporunda kaza bölgesinde yer alan menfezin hizmet ömrünü doldurduğuna işaret edildi, 2023 tarihli ek bilirkişi raporunda ise TCDD asli kusurlu bulunmuştu, çünkü kazanın ana nedeni gerekli bakım yapılmadığı için çöken ve trenin raydan çıkmasına neden olan menfez geçidiydi. Ailelerin avukatları, “sonucu engellemek yönünde bir eylemleri olmadığı için” mevcut sanıkların olası kast yönünden ceza almaları, cezada indirim yapılmaması ve üst düzey yöneticilerin de mutlaka yargılanmaları gerektiğini söylüyorlar. Ceza hukuku bakımından, suçun manevi unsuru iki şekilde karşımıza çıkabilir: Kast ya da taksir. Kast, bir fiilin bilerek, istenerek gerçekleştirilmesidir. Hareketlerin bilinmesi, ancak neticenin istenmemesi durumunda ise taksir söz konusu olur. Kast ve taksir, kendi içlerinde alt bölümlere ayrılırlar; örneğin “neticenin öngörülmesine rağmen gerçekleşmesine kayıtsız kalınması” biçiminde tanımlayabileceğimiz olası kast, kastın bir alt türüdür. Taksir sorumluluğu ise kendi içinde basit taksir-bilinçli taksir olarak ikiye ayrılır. Bilinçli taksirde kişi, fiilinin neticesini öngörmekte ancak gerçekleşmesini istememekte, kendi kişisel veya mesleki özgüveninden ötürü gerçekleşmesine hiç ihtimal vermemektedir. Eğer olayda TCDD yetkilileri “biz o kadar işimizde iyiyiz ki, bizim yaptığımız geçit çökmez” biçiminde davranmışlarsa bilinçli taksirden, “geçidin çökebileceğini öngörmelerine rağmen, gerekli tedbirleri almak konusunda hiçbir fiilde bulunmayarak kayıtsız kalmış, adeta “ölürlerse ölsünler” biçiminde bir tavır içine girmişlerse olası kasttan sorumlu olacaklardır. İkisi arasınca cezalar bakımından en az onar yıllık farklar söz konusudur. Mahkemenin takdiri, bu olayda bilinçli taksir olduğu yönünde gerçekleşti. Elbette, yargılanan sanıkların hak ettiklerinden fazla ceza almalarının kimseye bir faydası yok ve verilen cezalar da ölenleri geri getirmeyecek, ancak adaletin yerine getirilmesi bakımından doğru kararın verilmesi önemliydi.ADALETİN YERİNE GETİRİLMESİ İÇİN DOĞRU KARAR ÖNEMLİYDİ
Mahkemenin takdiri, bu olayda bilinçli taksir olduğu yönünde gerçekleşti. Elbette, yargılanan sanıkların hak ettiklerinden fazla ceza almalarının kimseye bir faydası yok ve verilen cezalar da ölenleri geri getirmeyecek, ancak adaletin yerine getirilmesi bakımından doğru kararın verilmesi önemliydi. Mağdur yakınlarının ve avukatlarının olası kasttan ceza verilmesi gerektiğine yönelik eleştirilerine üst yargı mercilerinin ne söyleyeceğini yakında göreceğiz. Bana göre burada esas noktalardan biri ise ıskalanıyor. Eğer TCDD Bölge müdürü de bu kazadan sorumluysa, neden zamanın TCDD Genel Müdürü ve Ulaştırma Bakanı sorumlu değil? Deprem davalarında tek bir devlet görevlisine soruşturma izni verilip dava açılmamışken, Bölge Müdürü seviyesinde memurlara ceza verilebilmiş olması, hukuk devleti adına ileri bir adımdır. Aslında normal bir ülkede olması gereken sıradan bir yargılamanın, bizim ülkemizde gerçekleşince alkışlarla karşılanması, hukuk devletinin düşürüldüğü pespayeliği anlamaya yeter. Devlet, patetik şekilde üstlerin sorumluluğunun ortaya çıkmaması için daha alt düzeydeki ajanlarını korumakta ve asla yargılatmamak yönünde tavır sergilemekte, bu durum da pek çok kez cezasızlık sonucuyla karşılanarak adaletsizlik duygusuna neden olmaktadır. Yargılanması gereken memurların siyasetle de ilişkisi varsa, TCDD Genel Müdürü örneğinde olduğu gibi, yargı sürecinin işlemesi neredeyse imkansız hale dönüşmektedir. O halde ortaya konan hukuk tavrının tüm sorumluluğunun siyasi iktidara ait olduğu söylenebilir. Verilen cezaların azlığı çokluğu değil, yargılanması gerektiği halde yargı önünden adeta kaçırılan siyasi-memurların ve siyasetçilerin sayısının konuşulması daha doğru olur.İlginizi Çekebilir