Çöp poşetinden taşan sorular
SİYASETYakalandıktan sonra, öfkeden gözleri dönmüş meslektaşları bu suç makinesine cezayı bizzat vermek istemişler. Onu soymuş, giydirdikleri çöp poşetiyle hayvan nakil aracına tıkmışlar. Bunu yapmakta haksızlar çünkü onların görevi suçluyu yakalamak, cezayı verecek olansa hukuk.
Gencecik yaşında çocuk istismarcılığından mala zarar vermeye kadar bilumum suçtan mahkum olan biri, bigünah bir polisi öldürdüğünde bunun infial yaratması kaçınılmazdır.
Katilin yirmi altı suç kaydı varmış, eh, her seferinde yakalanıp mahkum edilmiş olmayacağına göre demek onlarca suç işlemiş.
Karşımızda böyle biri varsa, ilk sormamız gereken, herhalde, bu adamın neden ve nasıl karşımızda olabildiğidir.
Bu ne menem bir hukuk sistemidir ki kayda geçmiş yirmi altı suç işlemiş biri elini kolunu sallaya sallaya dolaşır sokaklarda…
Cinayet haberini alınca, son senelerde, özellikle de Halep’in düşmesinden ve Taliban’ın göreve gelmesinden sonra Türkiye’yi boğan sığınmacı akınını düşündüm.
Kaydından haberdar olduğumuza bir şey yapamıyorken varlıklarından haberdar dahi olmadıklarımıza ne yapabiliriz?
Kim bilir kaç suçlu burada yeni bir hayata başladı?
Kaç katil geldi ülkeye, kaç hırsız, kaç profesyonel suç makinesi?
Bunlardan 700 bininin kaybolduğunu okumuştuk geçenlerde, derken 400 bininin Avrupa’ya gittiği açıklandı.
Nasıl öğrenilmiş acaba bu 400 bin kişinin Avrupa’ya gittiği, hâlâ merak ediyorum.
Kaydı mı var?
Varsa, neden var ve nasıl engel olunmadı?
Yoksa, bu bilginin kaynağı ne?
Sığındıkları yeni ülkede konsolosluğa giderek “taşındıklarını” mı beyan ettiler?
Sorulmadı bu sorular.
Endişem, bir kaos esnasında bu uyuyan kişilerin başka bir görev alabileceklerine dair…
Öte yandan, bu dünya hepimizin, sınırların da hiçbir anlamı yok.
Afrika’dan Avrupa’ya uçan bir kartalın muhayyilesinde sınırlar yok ama bizim için hayat böylesine özgürlükler bütünü değil maalesef, zira, denetleyememeniz daha büyük sorunlara gebe kaldığınız anlamına geliyor.
Sığınmacı düşmanlığına, Zafer Partisi’nin ne kadar karşıysam, sığınmacıların hayatın anlamı görülmesine, onlar giderse tarım biter, inşaat sektörü yıkılır, nakliyeciler çöker vahvahlanmasına da karşıyım.
Sömürünün daniskası yapılıyor çünkü gözümüzün önünde, resmi rakamlara göre günde altı işçinin iş cinayetinden öldüğü ülkede kayıtsız işçilerin kaçının öldüğünü bilmiyoruz.
Bildiğimiz ne var?
Ölen kimsesiz bir işçinin suyu bulandırmamak için meslektaşları tarafından yakıldığı gerçeği.
Kaybolan çocuklar, suç örgütlerinin yenilenen insan kaynağı, organ mafyası, köle emeği, insan ticareti, kaçakçılık, uyuşturucu…
“Sığınmacılar, hayatımızın anlamıdır” dediğinizde sahte bir hümanizmin yanısıra bunlara da destek vermiş oluyorsunuz.
Cinayete dönelim.
Annesinin söylediğine göre, bu katil de uyuşturucu bağımlısıymış, kadın ne kadar yalvardıysa da devlet çocuğa sahip çıkmamış.
Kaç çocuğu daha uyuşturucu batağında yitireceğiz?
Kaç genç daha uyuşturucu için her şeyi yapar hale gelecek?
Uyuşturucu dediğiniz illet, birçok suçun kaynağı.
Bağımlısı, ona ulaşmak için her şeyi göze alıyor.
Gencecik bir kadın, mesleğinin başında, uyuşturucunun suç makinesini dönüştürdüğü bir katil tarafından öldürüldü.
Adam bir şekilde yolunu bulup kaçıyor, kaçarken bir polisin silahını alıp ateşliyor ve bir kadın polisi öldürüyor.
Peki, bir polisin silahını kaybetmesi nasıl bir şeydir?
Mesela bu hayati sonuçlara yol açacak disiplinsizlik örneğiyle polislerin bozkurt marşlarıyla talim edilmesi arasında bir ilişki yok mudur?
Mesleğin gerekliliklerini yapmak, yeni teknolojilerle uyumlu bir mesleki bilgi sahibi olmak yerine bozkurt marşlarını söyleyen bir polis teşkilatını sorgulamamız gerekmiyor mu?
Polis nasıl ve neden yalnız kalır, silah doğrultan bir adam nasıl bir başka polis tarafından derhal etkisiz hale getirilmez, bunu anlamakta zorlanıyorum.
Yakalandıktan sonra, öfkeden gözleri dönmüş meslektaşları bu suç makinesine cezayı bizzat vermek istemişler.
Onu soymuş, giydirdikleri çöp poşetiyle hayvan nakil aracına tıkmışlar.
Bunu yapmakta haksızlar çünkü onların görevi suçluyu yakalamak, cezayı verecek olansa hukuk.
Öte yandan, onlar da biliyorlar ki, bu ülkede hukuk yok ve pek çokları gibi katilin yaptığı da yanına kâr kalacak.
Adil yargılama sonucunda en ağır cezanın verileceğinden emin olsalar, o adama gene de çöp poşeti giydirirler miydi? Hayvan nakil aracına tıkarlar mıydı? Hukuktan şüphe etmediğimiz bir düzeni tesis edinceye kadar hiçbirimizin can güvenliği olmayacak, ekonomi düzelmeyecek, kaygılarımız bitmeyecek.
HUKUKTAN ŞÜPHE ETMEDİĞİMİZ BİR DÜZENİ TESİS EDİNCEYE KADAR…
Karaparacılar, hırsızlar, tecavüzcüler, katiller… sayısız örnek bulabiliriz, hepsi serbest, hepsinin keyfi yerinde, hepsi yeni suçlarını planlamanın meşguliyetinde.
Hukukun tam anlamıyla tesisi edildiği bir ülkede bu adam böyle dolaşamazdı.
Polisler işi hukuka bırakmadan cezayı kendileri kesmek zorunda hissetmezlerdi kendilerini.
Adil yargılama sonucunda en ağır cezanın verileceğinden emin olsalar, o adama gene de çöp poşeti giydirirler miydi?
Hayvan nakil aracına tıkarlar mıydı?
Hukuktan şüphe etmediğimiz bir düzeni tesis edinceye kadar hiçbirimizin can güvenliği olmayacak, ekonomi düzelmeyecek, kaygılarımız bitmeyecek.
Ayrıca, şunu da ifade etmek istiyorum, polisin suçlu hiyerarşisi yapma hakkı yoktur.
Siz bir katili seçip çöp poşetine sokarsanız, diğerlerinin suçunu hafifletmiş olursunuz.
İşkence hiçbir koşulda hoş görülemez.
En aşağılık insanların bile, sadece insan oldukları için doğumla gelen hakları vardır.
Öfkeden gözümüzün döndüğü anlarda bile hukuka sahip çıkmamız şart; aksi takdirde, hukuksuzluk ortamı en çok suçtan nemalanan bu canilere yarıyor.
Şeyda Yılmaz’a rahmet, başta eşi olmak üzere ailesine sabır diliyorum.
Çok zor olduğunu bilerek…
İlginizi Çekebilir