© Yeni Arayış

Çıkmaz yolda geri dönmek de ilerlemektir

Olmayanın yorgunluğunu taşımaktansa, boşluğun hafifliğini seçin. Çünkü gerçekten bizim olan, çaba bittiğinde bile yerinde duran o şeydir. Ve asıl özgürlük, bunun farkına vardığımız an başlar. Çıkmaz yoldan geri dönmek de ilerlemektir.

Hayatta bazen öyle şeylerle karşılaşırız ki, ne kadar çabalasak da elimizde tutmayı başaramayız. Bir ilişki, bir iş, bir dostluk ya da bir hayal… Her şey yolunda gitmeli gibi görünürken, sanki görünmez bir el bizi sürekli geriye çeker. İtiraf etmeliyiz: Bizi en çok yoran, hiçbir zaman tam olmayan şeylerdir.

Bir şeyi elde etmek için verdiğimiz çaba, onu sevmemizin önüne geçer çoğu zaman. Emek verdiğimiz için kıymet biçeriz; ama derinlerde biliriz ki, uğruna savaştığımız o şey aslında bize ait değildir. Tutunmaya çalıştıkça ellerimizin arasından kayan bir kum tanesi gibidir. Jean-Paul Sartre’ın dediği gibi, “Başka türlü olabilecek her şey gibi, sahip olduklarımız da birer hapishanedir.” İşte tam bu noktada, gerçek yorgunluk başlar. Çünkü bazen, bir şeyi yalnızca biz istediğimiz için olmaz; o şeyin bizimle olmayı istememesi yüzünden de olmaz.

Hep eksik, hep yarım, hep bozuk. Bir türlü tamamlanmaz, ama umut verip durur. Bizse bu umutların peşinden sürükleniriz. Belki bir gün olur diye, belki biraz daha çaba harcarsak işler düzelir diye. Ama bir yerden sonra fark ederiz: Doğru olan hiçbir şey, böylesine yormaz insanı.

HEP EKSİK, HEP YARIM, HEP BOZUK

İşte bu noktada “Concorde sendromu” devreye girer. Adını, ekonomik başarısızlığına rağmen uçurulmaya devam edilen Concorde uçağından alan bu psikolojik tuzak, bizi yanlışta ısrar etmeye zorlar. Harcadığımız emek ve zaman yüzünden vazgeçemeyiz; oysa vazgeçmemenin maliyeti çok daha büyüktür. Kaybettiğimiz onca şey arasında en değerlisi, kendimizdir.

Yanlış olanın doğasında bu vardır: Hep eksik, hep yarım, hep bozuk. Bir türlü tamamlanmaz, ama umut verip durur. Bizse bu umutların peşinden sürükleniriz. Belki bir gün olur diye, belki biraz daha çaba harcarsak işler düzelir diye. Ama bir yerden sonra fark ederiz: Doğru olan hiçbir şey, böylesine yormaz insanı. Gerçek bir sevgi, sağlıklı bir bağ, anlamlı bir amaç seni tüketmek yerine büyütür.

Oysa hayat, biriktirdiklerimiz değil, vazgeçtiklerimiz üzerinden şekillenir. Bazen ilerlemek için geride bırakmamız gereken şeyler, en çok tutunmaya çalıştıklarımızdır. “Çok emek verdim, bırakamam” düşüncesi, insanın kendine verdiği en büyük cezalardan biridir. Hayatın yükü, yanlış yerde ısrar ettikçe ağırlaşır; doğru olan ise, sadece bir adım geri çekildiğinizde size gelir. Çünkü gerçekten ait olduğunuz şeyler, peşinden sürüklenmenizi değil, durup beklemenizi ister.

Doğru olan, ruhunuza dokunan bir huzur taşır; yanlış olan ise eksikliğini hissettirir, sizi tamamlamak yerine tüketir. Paulo Coelho’nun Simyacı’sındaki gibi, “Bir şeyi yürekten istediğimizde, evrenin ruhu bizimle işbirliği yapar.” Ama yanlış olan ne kadar emek harcarsanız harcayın, size ayak direyen bir ağırlıktan öteye gidemez.

Hayatın özü belki de burada gizlidir: Bırakmayı öğrenmek, ilerlemek demektir. Bir şeyin sizin olmaması, sizin yetersiz olduğunuzu göstermez. Aksine, yolculuğunuzun daha güzel bir durakta şekillenmesi gerektiğini hatırlatır. Olmayanın yorgunluğunu taşımaktansa, boşluğun hafifliğini seçin. Çünkü gerçekten bizim olan, çaba bittiğinde bile yerinde duran o şeydir. Ve asıl özgürlük, bunun farkına vardığımız an başlar. Çıkmaz yoldan geri dönmek de ilerlemektir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER