CHP’yi cunta üzerinden vurmanın dayanılmaz hafifliği
SİYASETErdoğan, tarihsel süreç içerisinde CHP’nin bagajına yüklenen pejoratif akislerden birkaçını birden çantasına koymuş anlaşılan. CHP ve cunta söylemlerinin birlikte anılması bunu gösteriyor.
CHP’nin cunta veya darbe gibi söylemlerle yan yana getirilmesi, esasında Türk sağının genel bir retoriğine dönüşmüş durumdadır. Özellikle Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Erdoğan çizgisindeki merkez sağ aktörler, her daim “Adnan Menderes’in kefeniyle yola çıktıklarının” altını çizme gereği duyarlar. Bu söylemin alt metninde CHP’nin 27 Mayıs 1960 askerî darbesiyle yan yana getirilmesi, CHP tarafından mağdur ve mazlum edilmiş bir Menderes portresi inşa edilmesi gibi politik angajmanlar vardır.
Türkiye’nin yakın tarihinde, devlet idaresini elinde bulunduran bazı asker veya sivil zümreler, sahip olduğu yönetim gücünü başka aktörlerle paylaşmaktan endişe duymuştur. Artık kronikleşerek tarihsel bir olguya dönüşen bu durum, Türk demokrasisini çeşitli müdahalelere açık hale getirmiştir.
Osmanlı geçmişine kadar uzanan iktidar mücadeleleri, demokrasiye olan müdahalelerin tohumlarını ekmiştir. Türk demokrasisinin ürettiği sancılarla beraber sürekli inişli çıkışlı bir model sergilemesi, günümüze birtakım kavramsal miraslar bırakmıştır. Mesela darbe, cunta ya da ihtilal gibi.
O nedenle olsa gerek, Türk demokrasisinin içine işleyen kimi söylemler, zaman zaman kendisini tazeleyerek siyasette yer bulabiliyor. Bunun son örneğini Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ve sonrasında yaşanan gelişmeler vesilesiyle gördük.
İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı hususunda iddialı bir aday olması, pek çok ankette birinci çıkması, partisinin oylarını yukarı çekmesi gibi nedenleri göz önünde bulunduran muhalefet partileri, tutukluluğu “darbe” olarak nitelendirmişti. Ayrıca İmamoğlu’nun diplomasının usulsüz biçimde iptal edilmesi, “ahmak” davası, elini arkadan bağladın soruşturması gibi durumlar muhalefetin “darbe” algısını pekiştirdi.
Muhalefetin en büyük aktörü olan CHP, cumhurbaşkanı adaylarının altı maddî delillerle doldurulamayan gizli tanık ifadeleriyle Silivri’ye gönderildiği tezinden hareketle siyasî iktidarın kendilerine “darbe yaptığını” iddia etmişti. Hatta CHP lideri Özgür Özel, darbe söylemlerini bir tık daha ileri taşıyarak iktidara “cunta” demişti.
Cunta normalde Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre “Bir ülkede yönetime silah zoruyla el koyan kimselerden oluşan kurul” anlamını taşımaktadır. Gene Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde, cuntanın İspanyolca “Junta” kelimesinden geldiği belirtiliyor. İspanyolca sözlükleri karıştırdığımda “İktidarı ele geçirdikten sonra ülkeyi yöneten bir grup görevli” benzeri tanımlamalarla karşılaştım. Buradan bakılınca Özel’in ifadelerinin, tam olarak “cunta” tarifinin içerisine oturmadığı aşikâr.
Tabi siyasette seçmenlere mesaj göndermek açısından mübalağalar, keskin çıkışlar, abartılı iddialar olabiliyor.
Özel, “cunta” dedikten kısa bir süre sonra iktidar kanadından sert tepkiler almaya başladı. En şiddetli tepki de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi. Gerçi ittifak ortağı Devlet Bahçeli, yıllar önce kendisi için benzer bir değerlendirmede bulunmuştu. Ama o geçmişte kaldığı için herhalde iktidar tarafından görmezden gelindi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Özel’e yönelik sert tepkisinin kaynağı kuşkusuz kendi siyasî çizgisini sürekli millet iradesi üzerinden kurgulamasıydı. Erdoğan, girdiği her seçimi üst üste kazanan bir lider olarak gücünü milletten alan bir siyasî figürdü. Bunu seçim şarkılarına dahi yazdırtmıştı.
Erdoğan, CHP eşittir cunta denklemini kurarken 27 Mayıs 1960 askerî darbesine kadar geri gitti. Demokrat Parti’nin devrildiği darbenin müsebbibi olarak CHP’yi işaretledi. Buna karşılık CHP’li Ali Mahir Başarır, 1957 yılında düzenlenen genel seçimlerden çıkan tabloyu önümüze koydu. Başarır’ın tablosunda CHP’nin 1957’de pek çok ili aldığı dikkati çekiyordu.
Türkiye’nin girdiği her kritik virajda Erdoğan, “milletin hakemliğine başvuralım” diyerek sandığı ortaya koyuyordu. Politik gücünü de doğrudan millî iradeden aldığı, yüzde elli artı bir oya endekslemişti.
Erdoğan’ın inşa ettiği siyasî persona bakımından “cuntacılık” büyük ve yıkıcı bir etkiye sahipti. Bu nedenle ilk elden şiddetle cevap verdi. Erdoğan, hemen CHP’nin defterlerini karıştırmaya başladı. Kendisinin değil esas CHP’nin “cuntacı” olduğunu söyledi. CHP’nin “cunta” anlamına geldiğini, cuntanın da CHP demek olduğunu da ekledi.
CHP’nin cunta veya darbe gibi söylemlerle yan yana getirilmesi, esasında Türk sağının genel bir retoriğine dönüşmüş durumdadır. Özellikle Süleyman Demirel, Turgut Özal ve Erdoğan çizgisindeki merkez sağ aktörler, her daim “Adnan Menderes’in kefeniyle yola çıktıklarının” altını çizme gereği duyarlar. Bu söylemin alt metninde CHP’nin 27 Mayıs 1960 askerî darbesiyle yan yana getirilmesi, CHP tarafından mağdur ve mazlum edilmiş bir Menderes portresi inşa edilmesi gibi politik angajmanlar vardır.
Bir asrı deviren bir parti olarak CHP’yi, 1950’ler üzerinden siyaseten hedef tahtasına oturtmanın ciddî bir konforu söz konusudur. Bugün Türk halkının büyük bir kesiminin 1950’leri hiç görmemiş olması, bu rahatlığın en önemli ayağını meydana getirmektedir. Öte yandan Türk siyasetinde merkez sağın genel bir karakteristiğine dönüşen tarihsel bir olgu daha vardır. Her zaman CHP karşıtlığı üzerinden siyaset üretmeye çalışırlar.
Türkiye’de merkez sağ gelenek (ve keza bir kısım uç sağı da katabiliriz) CHP’nin bagajına kendince bazı olumsuz gösteren siyasal imgeler yükler. Arkasından artık o dönemde ne revaçtaysa anarşizm, bölücülük, bozgunculuk, komünistlik, kızıllık, dinsizlik, darbecilik, otoriterlik ya da terörizm üzerinden hırpalamaya başlarlar.
Erdoğan, tarihsel süreç içerisinde CHP’nin bagajına yüklenen pejoratif akislerden birkaçını birden çantasına koymuş anlaşılan. CHP ve cunta söylemlerinin birlikte anılması bunu gösteriyor.
Erdoğan, CHP eşittir cunta denklemini kurarken 27 Mayıs 1960 askerî darbesine kadar geri gitti. Demokrat Parti’nin devrildiği darbenin müsebbibi olarak CHP’yi işaretledi. Buna karşılık CHP’li Ali Mahir Başarır, 1957 yılında düzenlenen genel seçimlerden çıkan tabloyu önümüze koydu. Başarır’ın tablosunda CHP’nin 1957’de pek çok ili aldığı dikkati çekiyordu. Gene Başarır’ın iddiasına göre, 1957’de en yakın rakibine karşı oyunu ciddi biçimde artıran CHP, niye darbe yapmaya soyunsundu? Hele ki darbe gerçekleşmeden hemen önce ufukta seçim sandığı görünmüşken.
Seçimin ufukta göründüğünü söylüyorum, zira normal takvime göre seçimlerin 1961 yılında düzenlenmesi gerekiyordu. Ancak 1960’a gelindiğinde Türkiye o kadar şiddetli bir cepheleşmeye gömülmüştü ki yılbaşından itibaren erken seçim konuşulmaya başlanmıştı. Türkiye’nin en kısa süre içerisinde bir erken seçime gideceği üzerinde duruluyordu. Bu nedenle siyasî partiler erken seçim için hazırlanmaya başlamıştı bile.
Türkiye’de Kemalist düşüncenin önemli kalelerinden birisi olarak görülen Ahmet Taner Kışlalı, evvelden Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarında “Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliğinden” bahsediyordu. Herhalde Türkiye’yi kasten geri bırakmaya çalışan güçler tarafından katledilmeseydi, şimdilerde CHP’yi cuntacılık polemikleri üzerinden vurmanın dayanılmaz hafifliği derdi.
Türkiye’nin seçim atmosferine gark olmasıyla beraber bazı gazete ve dergiler, muhtemel seçimlerde partilerin alacağı oy oranlarını, hangi illeri alabileceğini, kaç milletvekili çıkarabileceğini ve sair tartışmaya koyulmuştu. Bunun için yerelde saha araştırmaları yapıyorlar, yazı dizisi halinde yayınlıyorlardı.
Ben bunlardan bir tanesini örnek vereyim.
Bu görsel, 1950’ler ve 1960’larda yayınlanmış çok popüler bir haber dergisinden alınmıştır. 27 Mayıs 1960 askerî darbesinden tam bir ay önce neşredilen seçim tahminine göre CHP pek çok ilde tulum çıkarıyordu.
O tarihlerdeki seçim kanununa göre bazı istisnalar olmakla birlikte bir ili kazanan ilgili seçim bölgesindeki tüm milletvekillerini çıkarıyordu. Söz gelimi, görselde muhtemel erken seçimde Ankara’yı CHP’nin kazandığı görülüyor. Şayet seçimlerde CHP, Ankara’da diğer partilere göre daha fazla oy toplarsa, yirmi yedi sandalyenin tamamını alabiliyordu. Başka bir deyişle Ankara ili, TBMM’de CHP tarafından temsil ediliyor.
Bu bize şunu gösteriyor; seçim tahminleri doğru çıkarsa illerin büyük bölümünü kendi rengine boyayan CHP, parlamento sıralarında ağırlıklı bir temsiliyet hakkı kazanacaktı. Kaldı ki görselin sol altı kısmında da bu açıkça görülebiliyor.
Buradan Ali Mahir Başarır’ın sözlerine atıfla “CHP’nin ilk seçimlerde iktidar koltuğuna oturmasına kesin gözüyle bakılırken niye darbe yapmaya kalksın?” diye bir soru yöneltebiliriz. Öbür yandan CHP’nin 27 Mayıs 1960 askerî darbesi ya da başka darbelerle ilişkisi olduğunu gösteren herhangi bir tarihsel veri yoktur. Aksine CHP’nin 1950’den başlayarak darbe girişimlerinin karşısında duran bir tavrı vardır. Türk basınının duayen isimlerinden Alev Coşkun, geçen hafta Cumhuriyet’teki köşesinde tüm yönleriyle işlemişti.
CHP’nin darbelerle olan ilişkisinin yanında, İsmet İnönü’ye de değinilmeden geçilmedi. Erdoğan, İnönü’nün “koltuk sevdalısı olduğu” ve “ancak yenilince partisinin başından gittiği” minvalinde açıklamalar yaptı. Bunu da CHP’nin “cuntacı” zihniyetiyle yan yana getirdi.
Aslına bakarsanız İnönü’ye çatmak da CHP’nin bagajına olumsuz gösteren imgeler yükleme stratejisinin bir uzantısıdır. Türk sağı, tek partili döneme otoriterizm ve inanç hürriyeti bağlamında bazı pejoratif göstergeler atfetmekten geri durmaz. Ancak söz konusu göndermeler ağırlıkla tarihsel verilerle alakası olmayan, edebiyat mahfillerinde türemiş, siyasal erek ve angajmanları son derece yüksek, anakronik tarih okumalarından ibarettir.
Tek partili dönem deyince ilk akıllara gelen kişi kuşkusuz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Fakat, Atatürk’ü doğrudan hedef tahtasına oturtmanın siyaseten negatif sonuçlar doğurabileceği gözetilerek İnönü üzerinden bir kampanya yürütülür.
Unutmayalım ki Atatürk, Türkiye’de siyasî bir figür değildir. Ancak İnönü, 1970’lere kadar politik arenada de facto varlık göstermiştir. Bu nedenle görece siyasal bir niteliği olmayan, Türk toplumu açısından çimento işlevi gören Atatürk imgesine saldırmak yerine siyasallaşmış İnönü figürüne hücum etmeyi daha pragmatik görüyorlar.
Yoksa İnönü ne bahsedildiği gibi koltuğuna düşkündür, ne de genel başkanlık yarışında yenilince partisinden ayrılmıştır. Bir kere İnönü, altı kalın kalın çizildiği kadar koltuk sevdalısı olsaydı, Türkiye’yi çok partili demokrasiyle buluşturmazdı. Kaybettiği ilk seçimde, hiç tereddüt duymadan, muhalefet sıralarına geçip oturmazdı. Diğer taraftan İnönü, Bülent Ecevit’le kurultayda bir yarışa girmemiştir. İnönü, kendi istek ve iradesiyle neredeyse yarım asırdır başında bulunduğu partisinin genel başkanlığından istifa etmiştir. Sonrasında toplanan kurultayda Ecevit, genel başkan seçilmiştir.
Dediğim gibi bu nevi söylemlerin tarihle ilgisi yoktur, tamamen siyasaldır.
Türkiye’de Kemalist düşüncenin önemli kalelerinden birisi olarak görülen Ahmet Taner Kışlalı, evvelden Cumhuriyet gazetesindeki köşe yazılarında “Atatürk’e saldırmanın dayanılmaz hafifliğinden” bahsediyordu. Herhalde Türkiye’yi kasten geri bırakmaya çalışan güçler tarafından katledilmeseydi, şimdilerde CHP’yi cuntacılık polemikleri üzerinden vurmanın dayanılmaz hafifliği derdi.
İlginizi Çekebilir