© Yeni Arayış

CHP’yi bekleyen tehlike ve şans: ‘Büyük Sağ Parti’

Türkiye’de merkez sağ büyük projedir. Türkçü, Batıcı, laikçi çevreler yani Akçura’nın adlandırmasıyla Garpçı ve Türkçü çevreler büyük sağı teşkil eder. Aralarında kültürel farklar mevcuttur. O farklar bir kesimin Türkçü-İslamcı yani nispeten daha sert çekirdekli bir sağı, diğer çevrenin daha kentli değerlere sahip Batıcılık üstünden ilerleyen bir sağcılığı benimsemesine yol açıyor. Elbette bu da bir ayrışmadır ama geleneksel parti konfigürasyonuna yönelince yani DP-AP-ANAP çizgisinde bakınca hatta CHP’nin özellikle 1992-2017 arası düşünülünce, ayrı ayrı partilerde bulunsalar ve kendi aralarında zaman zaman kavgalara tutuşsalar bile, evet, bu dokunun bir bütün olarak Türk siyasetindeki büyük sağı meydana getirdiğini belirtelim.
Herkes seçimi konuşuyor ama seçim sonrasında Türkiye’yi neyin beklediğini kimse merak etmiyor. 20 yıllık bir iktidarla başka bir blokun karşılaştığı bir seçimde tüm beklentilerin seçimin kendisiyle ilişkili olması doğaldır. Fakat siyaset durduğu yerde durmaz. Siyaset hayattan daha devingen ve karmaşıktır. Çünkü siyaset mutlaklar üstüne değil uzlaşmalar üstüne kurulur. Uzlaşma koalisyon demektir. 
2023 seçimleri büyük iki koalisyonla gerçekleşecek. İktidar ittifakı için daha fazla bir şey söylemek anlamlı ama gereksiz bir iş. Karşısında yer alan Millet İttifakı ise zor bir denklem ve daha ilginç. Benzemez unsurları Kılıçdaroğlu bir araya getirmeyi ve Akşener’in tüm hırçınlıklarına rağmen bir arada tutmayı başardı. O başarıyı büyük iki partiyi birbirine bağlayan geniş taban sağladı aslında. İP’nin milliyetçi-Türkçü yanı da devrede olmak üzere kentli, yüksek gelirli, Batıcı, laikçi çevreler CHP’nin de İP’nin de tabanını oluşturuyor. O tabanının doğrudan doğruya siyasal İslama karşı olduğu ve bir sınıf tutumu içerdiği gün gibi aşikar. Ayrıca CHP tabanında Türkçü-milliyetçi unsurların bulunmadığı söylenemez. Denklemin zorlu yanını siyasal İslamdan kopmamış ama ayrışmış partiler oluşturuyor. SP ile Yeniden Refah Partisi arasında Çin Seddi olduğunu herhalde düşünmeyeceğiz. 
Ama İP bu dönemde kısmen şu bahsettiğim çevreyle iyi kötü irtibat kurarak nispeten dönüştü. İP kurulurken bünyesini meydana getiren halen de partide köklü yeri olan radikal Türkçü çevreler, o partiyi eski DP-AP geleneğine oturtmak isteyen çevrelerle kavgasını zamana bırakmıştı. Zaman, özellikle Akparti karşıtlığı, kentlilerin elini güçlendirdi. Partinin geleceğini o çevre tayin edecektir. Eğer bu görüş doğruysa seçimden sonra İP, benim bu yazıda Büyük Sağ Parti adını verdiğim, Süleyman Demirel’in, bilhassa Aydınlar Ocağı aracılığıyla, ‘sağı toparlamak’ ve sürekli olarak iktidarda tutmak maksadıyla oluşturduğu Milliyetçi Cephe (MC) işlevini üstlenecek. Türkiye’deki devlet bakımından gerçek ‘çare’ budur: konsolide edilmiş sağın sürekli iktidarı. Sağdaki söz konusu ettiğim oluşumu ve onun CHP’yle muhtemel ilişkilerini ele almak istiyorum


Demirel denklemini Soğuk Savaş yıllarında kurmuştu ve Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek pahasına gerçekleştirdi. Bedeli 12 Eylül darbesi oldu. 12 Eylül’e gelindiğinde, derin devlet MC formülünden yorulmuş ve tek başına AP iktidarını desteklemeye başlamıştı. Fakat orduyu ikna edemedi. Literatürün net şekilde kanıtladığı üzere ordu iç savaşı sürdürdü. Demirel, ‘12 Eylül sabahı dökülen kan 13 Eylül sabahı nasıl durdu’ diye bizzat Evren’e soruyordu ve bu sorularını içeren bir de kitapçık yayınlıyordu. (Ecevit de her zamanki edebiyatçı dürtüsüyle André Malraux’nun Anti-Memoirs’ının Türkçesini kullanarak aynı konuda yazdığı kitapçığa Karşı Anılar adını veriyordu ve benzer şeyler söylüyordu.) 
Sağdaki ‘dağınıklığı toplamak’ ve Amerika’da sağın partisi Cumhuriyetçi Partinin ‘gerçek’ adı olan Grand Old Party’yi (Büyük Kadim Parti) inşa etmek Türkiye’de devletin büyük hayalidir. Projeyi gerçekleştirmeye çalışırken ilgili çevre siyasal kültürü gereğince bir noktayı sürekli olarak ihmal eder, görmezden gelir: siyasette tüm birleşme ve ayrışmaların maddi yani sınıfsal sebepleri. Türkiye’de sağ partilerin tabanında yer alan üç büyük sınıf yapısından söz edilebilir. Elbette köylülük (şimdi büyük şehirlerin çevresinde yer alan göçerler), Anadolu yani taşra sermayesi ve büyük kent, metropoliten komprador sermaye. Sağın bir bölümü kentli sermayeyle bütünleşmiştir ve o da diğerine tüm kültürel benzerliklere rağmen direnir. Sınıf ve sermaye çıkarı bilinmeksizin bu bileşenleri yerli yerine oturtmak ne mümkün!
Yine de bu model bir kez daha denenecek. Bugüne kadar süren Millet İttifakı’ndaki çıkışları, hamleleri bu açıdan görmek gerekiyor. Şimdi böyle düşünmemin nedenlerini, bahsettiğim ‘proje’nin gerçekleştirilme olasılıklarını ve değişkenlerini görelim 

II
Daha önce yazdığım bir yazıda Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset isimli 1904 tarihli kitabında öne sürdüğü tezin Türki siyasetinin yapı özellikleri bakımından kesinlikle doğru olduğunu belirtmiş, fakat demiştim, Türkiye’de siyasal oluşumları tayin eden iki temel unsur var, ilki (derin) devletin savunduğu milliyetçi-Türkçü radikal sağ çizgi, diğeri laikçi-Batıcı çizgi olan iki unsur. Şu söylediklerim 1904 yılında görüşlerini kaleme alan düşünürün söylediklerine zıt olmadığı gibi onları derleyip toparlayan ve zaman içinde söz konusu fikirlerin nasıl ‘işlediğine’ değinen bir saptama. Akçura, Garpçılıktan, İslamcılıktan ve Türkçülükten söz ediyordu. Benim yorumum İslamcılığı da Türkçülükle kolaylıkla birleşen bir akım olarak görüyor. 
Asıl söylemek istediğim bir adım ötede: 1904’ten bugüne geçen şu 12o yılda solu nereye oturtacağız? Batıda yazılan, siyasal düşünceleri/akımları ele alan kitaplara zamanla Yeşilcilik/Çevrecilik ve neo-liberalizm eklendi. Bizde de öylesi bir özgün kitap yazılsa ona Solculuk bölümü yazmamız gerekmez mi? Kesinkes gerekir. Zaten temel problemimiz şu ‘sol’ dediğimiz şeyi nereye yerleştireceğimizi bilememektir. (‘Şey’i Heidegger’in Das Ding’i manasında kullanıyorum.) Hayatımızın eksenini belirleyen soruyu hemen yanıtlayayım: sol bizde çok büyük ölçüde Garpçılık yani Batıcılık (ona laikçiliği de ekleyelim) bünyesine bağlanmıştır. Özünde bir kültürel oluşumdur. Dışında kalan, edebileştirme çukuruna düşmemesi için bilhassa ‘reel’ dediğim sol, reel-sol dahi acaba bu bağlamın ne kadar dışındadır, doğrusu tartışılacak sorudur. Gene de biz o ayrımı yapalım. CHP üstünden gelişen solu kültürel ve Garpçı, kentli sağla özdeşleşmesinde taban bakımından büyük güçlükler bulunmayan sol olarak nitelendirelim.
Türkiye’de toplumun uzun bir süre ve geniş ölçüde bu taban tarafından biçimlendirildiği bir gerçek. Klasik, Tek-Parti dönemi CHP’sinin sınıfsal tercihlerle İstanbul’da yerleşik komprador burjuvaziyle iç içe geçtiğini, tamamı kültürel olan reformlarını taşıyacak sınıf olarak o sınıfa/çevreye teslim ettiğini biliyoruz. Bugün de öyle: temelinde Batıcılığın laikçilikle harmanlanmış türevinin yattığı yaklaşım, anlayış ‘sol’ sayılıyor. Doğrudur, bugün büyük ölçüde ulusalcılığa evrilmiş, kentli burjuvazi (‘Beyaz Türkler’ demekte hiç sakınca yok) yani yüksek gelirli, iyi eğitimli, orta yaşlı, kesinlikle Batıcı ve negatif laiklik anlayışına sıkı sıkıya (bazı metinlerde ‘ölümüne’ deniyor) bağlı çevre kendisini sol sayıyor. Kabul edilebilecek bir nüvesi olsa ve aynı kökten gelseler de artık kuşlara dinozor demek olanağı yok. Ne yapalım ki, evrim zor bir problem ve dilediğimiz yönde değil kendi realitesi doğrultusunda hareket ediyor.
Kısacası şu: Türkiye’de merkez sağ büyük projedir. Türkçü, Batıcı, laikçi çevreler yani Akçura’nın adlandırmasıyla Garpçı ve Türkçü çevreler büyük sağı teşkil eder. Aralarında kültürel farklar mevcuttur. O farklar bir kesimin Türkçü-İslamcı yani nispeten daha sert çekirdekli bir sağı, diğer çevrenin daha kentli değerlere sahip Batıcılık üstünden ilerleyen bir sağcılığı benimsemesine yol açıyor. Elbette bu da bir ayrışmadır ama geleneksel parti konfigürasyonuna yönelince yani DP-AP-ANAP çizgisinde bakınca hatta CHP’nin özellikle 1992-2017 arası düşünülünce, ayrı ayrı partilerde bulunsalar ve kendi aralarında zaman zaman kavgalara tutuşsalar bile, evet, bu dokunun bir bütün olarak Türk siyasetindeki büyük sağı meydana getirdiğini belirtelim.
Büyük sağ kavramı o kadar gerçektir ki, Süleyman Demirel, ölmeden önce Akpartiye karşı CHP’ye oy vermekte beis görmemiştir. Bülent Ecevit’in son dönemindeki siyasal görüşleri ortadadır. Doğu Perinçek’in nerede durduğunu her gece ekranlarda izleyebilir insanlar. CHP’de daha düne kadar, 2017’ye kadar diyelim, geleneksel yani bu çerçeve içindeki görüşlerin ‘emekli büyükelçiler’ aracılığıyla nerelere vardırıldığı, Cumhuriyet Mitingleri ve 28 Şubat süreçleri hatırlardadır. Kaldı ki, sosyolojik gerçek her şeyden daha ağırdır. DP, AP, ANAP’ın elitleri (ister parti içinde ister tabanda olsun) CHP’yle bütünleşmiştir. Buna mukabil aynı partilerin tabanları Akpartiye kaymıştır. Şu gerçeği bilmeden, sindirmeden Türkiye’deki yakın dönem siyasetini anlamak olanaksızdır. Doğru doğrudur!

III
1923 sonrasındaki büyük ve kurucu devlet ideolojisi kentli çevrede nüanslarına mukabil homojen bir düşünce sistematiği, davranış kipi, muhakeme ve bilinç yaratmıştır. Cumhuriyetin devlet ideolojisi (radikal) solu, Kürtleri ve Müslümanları tehdit olarak algılamıştır. Aleviler de sola yaklaştığı ölçüde bu denkleme girer. Tüm Türkiye’nin neredeyse ‘düşman’ kabul edildiği bir denklemdir bu. Denklem ‘öteki’nin kim olduğunu belirlemiştir ve ordu yakın dönemlere kadar denklemin kurucu parametresi hatta sahibidir.
Öyleyse şunu söylemek mümkün: Türkiye siyaseti büyük bir sağ bloktan oluşuyor. 1970 sonrasında adım adım gelişen İslamcı sağ denklemi bozan, bozduğu kadar da bu kesimi bir araya getirip konsolide eden, tabanda, yukarıda vurguladığım kaymaları yaratan (DP-AP-ANAP elitlerinin CHP’lileşmesi) siyasal unsurdur. Siyasal İslam Türkiye’de bugün tam manasıyla bir sınıf olarak görülebilir. Kendi sermayesi, burjuvazisi ve demografisi mevcuttur. Nasıl bir yörünge çizecektir, nereye evrilecektir sorusunun cevabı başka bir yazının konusudur ama siyasal İslamın büyük devlet ideolojisiyle temel parametrelerde uzlaşmamasına rağmen bazı ittifaklar içinde kaldığı kesindir. Bu açıdan bakınca Türkiye’de 2002, daha doğrusu, bilhassa 2014 sonrasında tam bir sınıf savaşının yaşandığı rahatlıkla öne sürülebilir. 
Geleceği tayin edecek düğüm noktası ele aldığım sınıf savaşı kavramıdır. Ona döneceğim, önce tam tersi yerde duran reel-sol unsura değineyim. Maalesef bugünkü nispi görünürlüğüne (TİP, Yeşil Sol Parti) rağmen Türkiye’de reel-sol büyük bir hareket olarak teşekkül etmemiştir. Kazanılan birikim zaman içinde büyük ölçüde erimiştir. 1968 geleneğinden gelen sol anlayışın bir bölümü Perinçek gibi sağa kayarak ulusalcı-Kemalist-sağcı olmuştur. Yaşlanan diğer kesim kendisini fikrî düzeyde dahi genç çevrelerle buluşturamamış, düşüncesine yeni aşılar getirememiştir. Doğallıkla sola ait olan tabanın, yeni demografilerin, sosyolojilerin önemli bölümü, Çok üzücü şekilde, yeterince yönlendirilmediği için kültürel tercihlerini sosyo-ekonomik tercihlerinin önüne geçirerek sağda kalma dürtüsünü korumuştur. Sadece bugünkü sendikalı işçi sayısıyla 1980’deki sayının mukayesesi, bir de nüfus artışı düşünülürse, her şeyi açıklamaya yeter. Kaldı ki, Martin Wolf son kitabında (The Crisis of Democratic Capitalism) işçileşme üstünden geliştirilecek bir solun artık daha fazla yaşama şansı bulunmadığını açık açık yazıyor. 

IV
Böyle bir siyasi çerçeve ne ifade eder ve Türkiye’nin yakın geçmişini nasıl şekillendirir sorusunu girişte sormuştum. Şimdi yanıtlayayım.
Belli çevreler için önümüzdeki dönemin büyük projesi muhtemelen Büyük Sağ Parti’yi (BSP) kurmaktır. BSP, Türkiye’de öteden beri ‘özlenen’, aranan iki (buçuk) partili sistem düşüncesini de muhtemelen akıllara getirmektedir. BSP Türkiye’deki sağı, CHP Türkiye’deki solu temsil edecektir o modelde. Ama unutulan unsur, en son 1990’ların başında telaffuz edilen modelin bugün kolay kolay işletilemeyeceğidir. İşlemesinin önündeki en büyük ‘engel’ (siyasal) İslamdır. Eğer BSP o kesimi içinde eritebilecekse ve zamanında DP ve AP’nin yaptığı gibi kapsayacaksa, içerecekse olabilir. Ama olmayacağı aynı modelin ANAP döneminde işlememesinden bellidir. O kadar böyledir ki, ANAP’a karşı şiddetle direnen RP, 1995 seçimlerinden birinci parti çıkmayı başarmış ve sonrasında da Türkiye’de İslamcı Sağın iktidarını kurmuştur. 
Gene de öyle bir modelin hiçbir şansı yoktur denemez. Nasıl denebilir ki? Model, büyük ihtimalle seçimden sonra İyi Parti aracılığıyla devreye sokulacaktır. MHP’nin seçimde alacağı sonuca göre (ki, büyük olasılıkla partinin sonunu getirecek bir sonuç gerçekleşecektir) İP o kesimin tek partisi olacak, Davutoğlu ve Babacan kendileri için ek bir gelecek görmediklerinden işte o belirttiğim şekilde AP ve DP’nin içerdiği şekilde İslamın temsilcisi olarak bu blokta yer alacaktır. Muhtemelen İmamoğlu’nun kişiliğinde somutlaştırılacak Batılı, laikçi ve radikal milliyetçilikten nispeten uzak durur gibi görünen profil BSP’nin itici gücü olacaktır. Soldan çok kentli, elit, ‘beyaz’, Batıcı, laikçi çevrelerde karşılık bulan, sağ kültürü bilen, o dokudan gelen (‘Müslüman’ manasındaki) İmamoğlu’nun o plandaki şansının Akşener’den daha bile fazla olduğu öne sürülebilir. 
Herakleitos, panta rhei diyordu, her şey akar. İslamcı sağ da akıyor ve diğer ideolojilerden de daha büyük bir hızla akıyor. SP-RP kendi içinde yenilikçiler aracılığıyla Akpartiyi çıkardı. Şimdi Akparti bölündü, Davutoğlu ve Babacan ekipleri öne çıktı. Babacan’ın genel yaklaşımıyla daha yenilikçi, Davutoğlu’nun daha gelenekçi olduğu görülüyor. Gelecek Babacan üstünden şekillenecek, Davutoğlu ‘arkaik’ ve haddinden fazla romantik İslamcı bir geçmişin temsilcisi olarak dışlanacaktır. Batının da o yöndeki gelişmeleri destekleyeceği bellidir. 
Sağ, devlet ideolojisi anlamında, kentli, yüksek gelirli, ‘beyaz’, Batılı ve laikçi (ısrarla tekrarlıyorum) çevre kendisini konsolide etme planları yaparken geriye tek bir unsur kalıyor: CHP ve Kürtler. Böyle bir sağ parti kurulursa aynı tabanı paylaşan CHP kendisine yeni bir yol çizmek zorunda kalır. Daha önce değinmiştim. CHP yeni ideolojik tercihlerde bulunmadı. Ama 2017 sonrasında ideografik ve ikonografik dönüşümler gerçekleştirdi. Bugün kendi sembolizmasından uzaklaşmış, tabandaki bütün tutkuya rağmen geleneksel söylemi yinelemeyen bir CHP var. Şimdi kendisine daha da yeni değişkenler bulmak zorunda. Sol anlayışını büsbütün belirginleştirmeyi CHP daha fazla erteleyemez. Öylesi bir sağ harekette CHP 1960’ların, 1970’lerin sol arayışına geri dönmek zorundadır. Bunu ancak yeni kavramlar ve kadrolarla yapabilecektir. 
Bu öngörünün açıkta bırakacağı unsur Kürtlerdir. Elbette öyledir. Hatta modelin, tamı tamına bu maksatla, devlet ideolojisini en güçlü haliyle temellendirecek bir arayışın sonucu olduğu anlaşılıyor. Ama Türkiye’de Kürtleri daha fazla dışlayacak hiçbir siyasal model demokrasi ve barıştan söz edemez ve kalıcı olamaz. Öte yanda duran ve genel olarak mevcut yapıya muhalefet ederek kendisini, ideolojisini biçimlendiren solun Kürtlerle kuracağı ilişki hayatidir. Kürtler toplumun dinamik unsurudur. 2010’dan sonra başlayan yeni Orta Doğu politikası Kürtlerle olan ilişkiyi daha geniş bir zemine yaymıştır. Kürtlerin dünyayı izlemek gibi bir zorunluluğu varsa Türkiye’nin de vardır. BSP’nin bu konuda oynayacağı rol bellidir. Önemli olan CHP’nin ne yapacağıdır.
Kısacası seçimde sadece Cumhurbaşkanı seçmeyecek Türkiye. 
    
    
    
    
 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER