© Yeni Arayış

Canavarlar zamanı mı, yoksa yüzleşme zamanı mı?

Çöken aslında liberal elitlerin siyasal sistemi değil, doğrudan doğruya kapitalist gerçekçiliğin kendisi. Bruno Latour “hiçbir zaman modern olmadık” derken kapitalist gerçekçiliğin inşa ettiği dünya tasavvurunun baştan beri bir hayalden ibaret olduğunu vurguluyordu. Olay “Truman Show” adlı filmde olduğu gibi, kurmaca bir alanda, bir film platosunda geçiyormuş gibi. Aktörlerin orada bulunuşlarının nedeni yalnızca rollerini yerine getirmeleri.

AfD’yi, Trump’ı ya da diğerlerini tekil örnekler gibi ele almak mümkün mü? İnsan şunu düşünmeden edemiyor: Yeni “sağ” politik aktörler -hiç hoşumuza gitmeseler de- siyasal sembolik elitin söylediklerini, anlam dünyalarını geçersiz kılarak, bastırılmış olanı bir bakıma ortaya çıkarmış, ifşa etmiş olmuyorlar mı? Bir şeylerin değişmekte olduğu kesin. Ama bu ne aşırı sağın yükselişi, ne de solun gerileyişi. Başka bir şey…

Trump gibi bir liderin tekrar ABD’de yönetime gelmeyi başarmasını, ya da Almanya’da savaştan bu yana daima kenarda kalmış aşırı sağ partilerden birinin günümüzde iktidar için alternatif haline gelmesini ve dünyadaki benzer gelişmeleri dünyada sağ hareketlerin yükselişi olarak okuyanlar var.

Almanya’da AfD mevcut sisteme karşı kendisini bir alternatif olarak sunuyor. Kimi yerlerde şaşırtıcı bir biçimde işçi sınıfının ve gençlerin desteğini alıyor. Bu yeni düzende başarılı olan siyasetçiler liberal elitlerin savundukları değerlere karşı alternatifler yarattıklarını ispatlamaya çalışıyorlar.

AfD’yi, Trump’ı ya da diğerlerini tekil örnekler gibi ele almak mümkün mü?

İnsan şunu düşünmeden edemiyor: Yeni “sağ” politik aktörler -hiç hoşumuza gitmeseler de- siyasal sembolik elitin söylediklerini, anlam dünyalarını geçersiz kılarak, bastırılmış olanı bir bakıma ortaya çıkarmış, ifşa etmiş olmuyorlar mı?

Bir şeylerin değişmekte olduğu kesin. Ama bu ne aşırı sağın yükselişi, ne de solun gerileyişi. Başka bir şey…

Bu gelişmelerin başka türlü de okunabileceğini düşünüyorum.

Türkiye siyasetinin hali ise bu “marazi durumlar” hakkında bir fikir vermesi açısından çok zengin.

Duvar gazetesinde Guardian’dan aktarılan ilginç bir gözlem yer alıyor. (1)

Genç bir Alman vatandaşı Guardian’a yaptığı açıklamada “AfD'nin çağımızın ihtiyacı olan canavarlar olduğunu söyleyebilirim. Eski dünya ölüyor ve yeni bir dünya doğmak için mücadele veriyor: Şimdi “canavarların zamanı" demiş, Antonio Gramsci'nin ünlü sözüne atıfla.

Bir çeviri hatası, bir dil sürçmesi kimi zaman söylenenlerden daha fazla etkili olabiliyor bir şeyleri kavrayabilmek için.

Foti Benlisoy da yıllar önce Gramsci’nin hatalı haliyle dilden düşmeyen bu sözüne değinmiş, yazısında.

“Kriz, tam da eskinin ölmekteyken yeninin doğamaması gerçeğinde yatmaktadır: Bu fetret döneminde, çok çeşitli türden marazi fenomenler meydana gelir.” (2) Bu metindeki “marazi fenomenler”, yani olumlu olmayan olgular bu şekilde çevrilmiş ve bugün oldukça popülerleşmiş durumda.

Bu durumda Gramsci’nin Hapishane Defterleri’nden günümüze -ve yazarının niyetinden bağımsız bir çeviri hatası olarak gelen ve tutan- bu “canavarlar zamanı” metaforu neyi gösteriyor olabilir?

Siyasal sembolik elitin sekülerleşmemesi, devlet ve piyasa imtiyazları ile birlikte oligarşik, şiddet üreten bir düzen oluşturmaları sonucunda “marazi durumlar” ortaya çıktı. Freud’ün dediği gibi “bastırılan şey çarpıtılmış bir şekilde geri döndü”. Yani inkar edilen sınıfsal çelişkiler sözde sağın güçlenmesine dönüştü.

Dünyadaki bu gelişmeleri okumak için Türkiye’nin haline bakmak

Türkiye’nin siyasal tarihi Dünyadaki bu dönüşümün yapısal özelliklerini kavramak için çok daha elverişli gibi geliyor bana. 

Örneğin doğal kaynakların, çevrenin ve tarihi değerlerin korunuyormuş ya da şehirlerin planlanıyormuş gibi yapılması. Diğer tarafta ise temel kural neredeyse bütün siyasetçilerin bunları ciddiye almamaları.

Bu açıdan tipik bir örnek bir büyük üniversite kurmaya yetecek kadar bütçeyle hazırlanan, oybirliğiyle belediye meclisi tarafından onaylanan ve “şehrin anayasası” ilan edilen şehrin master planlarının bir helikopter gezisiyle, bir gecede Büyükşehir Belediye Başkanı’ın sözleriyle “nasihat alınacak” bir başvuru kaynağına dönüşmesi. SİT alanları için güya hazırlanan koruma planları ya da 99 felaketinden sonra dünyanın bütçesi ayrılarak hazırlanan ve çöpe atılan İstanbul Deprem Master Planı…

Bunlar gibi sayısız örnek var. Bilgi bir sivil toplum kesiminin kamu yararı kavramını temsil eder hale gelince kapsayıcı olmaktan çıkıyor. Karşıdan bakıldığında imtiyaz elde etme mücadelesinin bir aracı olarak algılanıyor.  Böyle olunca da ortaya marazi durumlar çıkıyor.

Doğa, çevre, afetler, fay hatları, iklim krizi v.s. için gerçekliklerden söz edenler, bunu yaparken aslında başka bir şey yapıyor olabilirler. Bu nedenle Fredric Jameson’un dediği gibi “dünyanın sonunu görmek, kapitalizmin sonunu görmekten kolay” tespiti düşündürücü. Gerçeklikle gözümüzü kamaştırırken çelişkileri gizlemek. (3)

Doğanın, canlıların haklarını savunur gibi gözükenler, onların haklarına sahip çıktıklarını iddia ederken -sermayesizleri temsil eder gibi gözükenlerden- kapitalist dünyanın yarattığı çelişkileri örtbas etmeye daha yakınlar.

Siyasal coğrafyadaki dönüşümün nasıl olduğuna dair çok fazla bir şey bilmiyoruz, ama izlerini okuyoruz. Bunlardan biri de planlı şehirleşmeye geçildiğinde şehirlerin planlanamaz hale gelmesi….

Ezilenlerin, kırımlara uğrayanların ne yaşadıklarını, ne hissettiklerini bilmek imkansız. Tanıklar, sesi çıkabilenler ise gerçekçiliğin dünyasına itaat etmek zorundalar. Kitleler, sermayesizler akılcılaştırma fırsatlarından mahrum kaldılar, korkunç felaketlere, şiddete açık hale geldiler.

Yalancı tanıklıklarla dolu bir dünyada yaşıyoruz, yalnızca…

Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir zaman ülkeler, şehirler, kasabalar… faillerden, canlılardan bağımsız olarak, “akıl ve bilim ışığında”, bürokratik yöntemlerle ya da kapalı ilişkilerle, tepeden inme yöntemlerle planlanamadı. Ama sanki ulusal ekonomiler, yerleşim alanları, doğal kaynaklar, çevre planlanıyormuş gibi yapıldı.

Bu yolla birtakım sınıflar şiddet ürettiler, imtiyazlar, işaretsizleştirici güçler elde ettiler.

Siyasal sembolik elitin sekülerleşmemesi, devlet ve piyasa imtiyazları ile birlikte oligarşik, şiddet üreten bir düzen oluşturmaları sonucunda “marazi durumlar” ortaya çıktı. Freud’ün dediği gibi “bastırılan şey çarpıtılmış bir şekilde geri döndü”. Yani inkar edilen sınıfsal çelişkiler sözde sağın güçlenmesine dönüştü.

Burada geri dönen aslında “simgesel bir kurgudan men edilmiş olan” gerçekliktir.

Kapitalist gerçekliğin dünyası da işte böyle bir sahne. Onun farkına varmak için zannedersem illa da ufuk çizgisi gibi gözüken yere toslamak gerekmiyor. … Sol siyasal mücadele olsa olsa ortaya çıkan semptomları okuma biçimini sağın tekelinden kurtarma mücadelesi olabilir.

Yalancı tanıklıklarla dolu bir dünyada yaşıyoruz, yalnızca

Bir parça ukelaca laflar etmeyi göze alırsam sahip olunan bilişsel düzenekler (dispozitifler) ne olduğunu bilmeye müsaade etmiyor. Tıpkı afetleri, önceden bilindikleri halde ancak başa gelince fark edilmesi gibi.

Jamesoncu varsayıma geri dönersek, hoşa gitmeyenler, ya da “olumlu işler yapmayanlar”, yani “canavarlar” başka bir şeyi gösteriyor olabilirler: Gösteri dünyasında gizlenen, bastırılan ve inkar edilen sınıfsal çelişkileri.

Çöken aslında liberal elitlerin siyasal sistemi değil, doğrudan doğruya kapitalist gerçekçiliğin kendisi. Bruno Latour “hiçbir zaman modern olmadık” derken kapitalist gerçekçiliğin inşa ettiği dünya tasavvurunun baştan beri bir hayalden ibaret olduğunu vurguluyordu.

Olay “Truman Show” adlı filmde olduğu gibi, kurmaca bir alanda, bir film platosunda geçiyormuş gibi. Aktörlerin orada bulunuşlarının nedeni yalnızca rollerini yerine getirmeleri.

Kapitalist gerçekliğin dünyası da işte böyle bir sahne. Onun farkına varmak için zannedersem illa da ufuk çizgisi gibi gözüken yere toslamak gerekmiyor.

Bu tuhaflıklar mesajın ne söylediğine değil, ne yaptığına işaret eder. İşte bu nedenle sol siyasal mücadele hayatın bu sorgulanamayan çerçevesine, bastırılan çelişkilere karşılık gelir.

Sol siyasal mücadele olsa olsa ortaya çıkan semptomları okuma biçimini sağın tekelinden kurtarma mücadelesi olabilir.

----

Notlar:

1.https://www.gazeteduvar.com.tr/almanya-secimleri-dunya-basininda-simdi-canavarlarin-zamani-haber-1759459

2. Canavarlar zamanı ve o büyülü takke, Foti Benlisoy. 1 + 1 dergisi, 11 Temmuz 2021.

1930 yılında Antonio Gramsci, Bari yakınlarındaki Turi hapishanesinde, daha sonra Hapishane Defterleri olarak anılacak çalışmalarının üçüncü defterini yazmaya başlar. Yaklaşık dört senedir hapiste olan Sardinyalı devrimci bu deftere, “Geçmiş ve Gelecek” adını verdiği pasajda, günümüzde çiğnenene çiğnene adeta sakız olmuş o ünlü cümleyi yazar: “Kriz, tam da eskinin ölmekteyken yeninin doğamaması gerçeğinde yatmaktadır: Bu fetret döneminde, çok çeşitli türden marazi fenomenler meydana gelir.”[1]    

3. https://terrabayt.com/dusunce/yasamdan-buyuk-fredric-jamesonin-olumune-dair-bir-not/

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER