Bugünün değerleri ve savaşın merhameti
KÜLTÜR SANATÜlkesi işgal edildikten sonra direnişe katılan, tedbirin yanı sıra talihinin de yardımıyla savaşın sonunu görebilen Gunnar Sonsteby’nin hayatının anlatıldığı No. 24 benzerlerinden kolaylıkla ayrılan çarpıcı bir film.
İki yakın arkadaşlardı.
Ülkeleri işgal edildi.
Önce yolları, sonra kaderleri ayrıldı.
Birkaç sene sonra, biri ülkenin varlığıyla onur duyduğu bir halk kahramanına dönüştü, öteki işbirlikçi bir hain olmayı tercih etti.
Üç-beş kuruşluk sefil bir ödül için eski arkadaşlarını işgal ordusunun komutanlarına ihbar etmek istedi.
Fark edildi.
Direniş’in onu öldürmekten başka çaresi yoktu.
Kararı, direniş hareketinin başında olan çocukluk arkadaşı verdi.
Madem ki düşmanın tarafında geçmişti, ona da düşman hukuku uygulanacaktı.
Hiç tereddüt etmedi.
Sadece Norveçli olması hayatını kurtarmasına yetmedi.
Ülkesi işgal edildikten sonra direnişe katılan, tedbirin yanı sıra talihinin de yardımıyla savaşın sonunu görebilen Gunnar Sonsteby’nin hayatının anlatıldığı No. 24 benzerlerinden kolaylıkla ayrılan çarpıcı bir film.
Polonya’dan Danimarka’ya, İtalya’dan Estonya’ya çok sayıda “sıradan insanın kahramana dönüşmesini” anlatan film çekildi ama No. 24, zamanı kaydırarak, Sonsteby’nin hayli ilerlemiş bir yaşında, bir grup gençle yaptığı bir söyleşiye de sık sık yer verdiği için bize başka bir şey daha söylüyor.
Benim ilgimi en çok çeken soru, geçen zaman diliminde, insanların -özellikle de savaş görmemiş gençlerin- konuya yaklaşımının nasıl değiştiğini gösterenler oldu.
Bir kız, daha sonra öğrendik ki, Sonsteby’nin idam emrini verdiği en yakın arkadaşının kardeşinin torunuymuş, Direniş’i Naziler haricinde Norveçlileri de öldürmekle itham etti.
Bu cinayetleri ahlaki olduğunu iddia ettiği bir düzlemde ele alarak, konuyu, Norveç Direniş Hareketi’nin özür dilemesi gerektiğine getirdi.
Sonsteby ise savaş görmeyenlerin anlayamayacağını söyledi.
Savaş görmüş insana birini öldürüp öldürmediğinin sorulmaması çok bilinen, evrensel diyebileceğim bir kuraldır ama anlaşılan Norveç’te, savaşsız geçen onyıllar, bu kuralları da epey esnetmiş.
Nazilere karşı “pasif direniş” önerildiğini ben ilk defa bu film sayesinde duydum, bereket, bugünün gençleri işgal günlerinde yaşamıyorlardı, aksi takdirde bu fikirleriyle hiçbiri torun sahibi olamazdı diye düşündüm.
Oradaki gençler, Gandi’nin “pasif direnişini” methederken Direniş’in yaptıklarını insanlık dışı buluyorlardı.
Neredeyse Sonsteby’yi işlediği cinayetlerden, Direniş’i ise suikastlerden ötürü kınayacaklardı.
Nazilere karşı “pasif direniş” önerildiğini ben ilk defa bu film sayesinde duydum, bereket, bugünün gençleri işgal günlerinde yaşamıyorlardı, aksi takdirde bu fikirleriyle hiçbiri torun sahibi olamazdı diye düşündüm.
Tabii bu da bizi ahlaki bir tartışmanın içine çekiyor.
Birini öldürmek her ahval ve şeraitte kötü müdür?
Şimdi ben bu soruya büyük harflerle evet diye cevap verip ütopik bir hümanizma içinde uzun bir yazı yazabilirim, sanırım ikna edici de olur.
Gelgelelim, o koşullarda olsak, yani en yakın arkadaşlarımız işkence odalarından ancak tanınmayacak cesetler halinde çıkabilseler gene böylesine müsamahalı bir bakış açısına sahip olur muyduk?
Diyelim, evet, biz, ideal bir dünyada olması gerektiği gibi, silah kullanmaya kesenkes karşıyız.
Peki bir kişinin muhbir olduğunu saptadığınızı düşünün, polise hepinizin bilgilerini verebileceğini yazmış, cevap bekliyor.
Ne yapardınız?
Önünüzde iki yol var; ya anlayışla karşılayarak pasif direniş falan yapmak ya da bu ihtimali ortadan kaldırmak.
İkincisini tercih ederseniz bir muhbir ölür, ilkinin yapmanın bedeli nerede duracağına ise ancak katiller karar verir.
İyi de, birini öldürdüğümüzde, biz hâlâ aynı insan olarak kaldığımızı iddia edebilir miyiz?
Çekilen o tetikle birlikte bir hayat bitmiş, bir hayat da bilmediği bir yola girmiştir.
İşte savaşın en korkunç tarafı da sürekli böylesine insanlık dışı, vicdansız, merhametsiz seçimler yapmak zorunda kalmaktır.
İnsan her seçiminde değerlerinden feragat eder.
Eski düzen geri geldiğinde artık o başka bir insandır; gördükleri, yaşadıkları, tercihleri onu başkalaştırmıştır.
Bazıları bu gerginliği taşıyamaz.
Gunnar Sonsteby’nin direnişteki en yakın arkadaşlarından biri savaş sonrasında kendini içkiye vermiş, sürekli içmiş, kimse ondan hesap istememiş, intiharını senelere yaymış.
Film, Sonsteby’nin çarpıcı bir sözüyle başlıyor: Sonsteby, zihninde beş çekmece olduğunu ama bunlardan birinin savaşın ertesi günü bir daha açılmamak üzere kapandığını söylüyor.
Savaşın ahlakı, savaşın değer yargıları, savaşın kuralları, hatta savaşın merhameti bile başkadır.
Dolayısıyla, savaş döneminin sorularıyla sonrasının soruları da başkadır.
İşgal esnasında insanlığın bütün hallerini görmüş Sontesby.
Hepsini bir çekmeceye kilitlemiş.
Unutamayacaklarını hatırlamamaya çalışmış.
Gençliğin baharında iki yakın arkadaşlardı.
Ülkeleri işgal edildi.
Önce yolları, sonra kaderleri ayrıldı.
Şimdi birinin bir heykeli var Oslo’da.
İlginizi Çekebilir