Boykotun Psiko-Politiğine giriş
PSİKOLOJİBoykot kavramı, 19. yüzyılda İrlanda’da ortaya çıkan bir protesto biçimi olarak etimolojik kökenini Yüzbaşı Charles Boycott’un adından alır. Boycott, İrlanda’da kiraları artıran ve tahliye kararları alan bir toprak yöneticisiydi. Bir İngiliz toprak sahibinin temsilcisi olarak çalışan Boycott, kira toplamak ve mülkü yönetmekle sorumlu bir yönetici olarak görev yapıyordu. Yerel halk, Boycott ile tüm ekonomik ve sosyal ilişkilerini keserek onu toplumsal dışlanma yoluyla cezalandırdı.
Boykotun hedefi, yalnızca karşısındaki kurumu ya da kişiyi cezalandırmak değil; aynı zamanda toplumsal bağlamı, güç ilişkilerini ve etik normları yeniden müzakere etmektir. Bu müzakere süreci, kimi zaman iptal kültürü gibi cezalandırıcı eğilimlerle birleşerek etik sorunlar doğurabilir. Ancak doğru bağlamda ve bilinçli bir şekilde gerçekleştirilen boykot, yalnızca bir “karşı çıkış” değil, aynı zamanda bir “başka türlü ilişki,” bir değişim talebidir.
Özet
Bu makale, politik amaçlı boykot eylemlerini ilişkisel psikanaliz ve sosyal psikoloji kuramlarını birleştiren bütünleşik bir yaklaşımla ele alır. Boykotun yalnızca stratejik ya da ekonomik bir araç değil, aynı zamanda etik, duygulanımsal ve ilişkisel bir konumlanış biçimi olduğu savunulmaktadır. Makalede, boykotun kimlik inşası, sınır çizme, travmatik deneyimlerle baş etme, adaletsizlik duygusuna tepki, normatif baskıya direnç ve özneleşme gibi temalar etrafında şekillenen psiko-politik dinamikleri analiz edilmektedir. İlişkisel psikanaliz, boykotu bir tanınma talebi ve içsel bütünlüğü koruma girişimi olarak yorumlarken; sosyal psikoloji, onu grup kimliği, kolektif öfke ve politik öznelik üretimi bağlamında açıklar. Ayrıca boykotun tarihsel bağlamı ve sömürge karşıtı direniş biçimleri içindeki rolü, tüketici boykotları ve küresel dayanışma örnekleriyle birlikte ele alınmakta; iptal kültürü gibi cezalandırıcı varyantlarla ayrıştığı noktalar tartışılmaktadır. Son olarak, başarılı bir boykot kampanyasının toplumsal dönüşüm yaratabilmesi için hangi sosyal, psikolojik ve siyasal koşulların gerekli olabileceği değerlendirilmekte; boykotun çok katmanlı ve etik-politik bir ilişkisellik biçimi olduğu vurgulanmaktadır.
Giriş
Boykot kavramı, 19. yüzyılda İrlanda’da ortaya çıkan bir protesto biçimi olarak etimolojik kökenini Yüzbaşı Charles Boycott’un adından alır. Boycott, İrlanda’da kiraları artıran ve tahliye kararları alan bir toprak yöneticisiydi. Bir İngiliz toprak sahibinin temsilcisi olarak çalışan Boycott, kira toplamak ve mülkü yönetmekle sorumlu bir yönetici olarak görev yapıyordu. Yerel halk, Boycott ile tüm ekonomik ve sosyal ilişkilerini keserek onu toplumsal dışlanma yoluyla cezalandırdı (Muldoon, 1999). Bu olaydan sonra "boykot" terimi, siyasi ya da ahlaki gerekçelerle bir kişiye, kuruma ya da devlete karşı organize edilmiş bir uzak durma, ilişik kesme eylemi olarak yerleşti.
Boykotlar bireysel, kolektif ya da kurumsal düzeyde farklı biçimlerde görünebilir. Bireysel düzeyde, boykot kimi zaman kişilerarası ilişkilerde görülen 'küsme' ya da 'ilişkiyi kesme' davranışlarıyla benzerlik taşır. Bu tür eylemler, öznenin karşısındaki kişiye yönelik hayal kırıklığı, öfke veya tanınmama hissiyle ortaya çıkabilir ve bir sınır çizme girişimi olarak okunabilir (Schneider, 2000). Politik boykotlar da bu temel duygusal dinamiklerin kolektif düzeyde dışavurumudur. Bu bağlamda, bireysel ve kişilerarası düzeydeki boykot davranışı ile günümüzde sıkça tartışılan "iptal kültürü" (cancel culture) arasında da bir süreklilik ilişkisi kurulabilir. İptal kültürü, genellikle sosyal medyada ve kamuoyunda ortaya çıkan kolektif dışlama pratiklerini ifade eder; boykot gibi, iptal eylemleri de bir ilişkinin veya bağın etik ya da politik gerekçelerle sonlandırılmasını içerir (Ng, 2020). Her iki durumda da özne, bir sınır çizer ve 'artık ilişki yok' derken, aynı zamanda kimlik, değer ve aidiyet beyanında bulunur. Bununla birlikte, iptal kültürü pratikleri, özellikle bireylerin geçmişteki ifadeleri ya da hataları nedeniyle sosyal olarak dışlandığı durumlarda, cezalandırıcı bir boykot biçimiyle örtüşür. Bu tür cezalandırıcı yön, bazen kamusal hesaplaşmadan çok bir linç veya sindirme pratiğine dönüşebilir. Bu bağlamda iptal kültürü, zalim konumundaki güç sahiplerinin ya da kolayca zalimleşebilen çoğunluğun, muhalif ya da zayıf özneleri cezalandırmak için kullandığı bir boykot biçimine de evrilebilir. Bu da boykotun etik bağlamda sorgulanmasını, fail-mağdur ilişkileri çerçevesinde dikkatle analiz edilmesini gerektirir.
Boykot eylemleri yalnızca bireysel veya duygusal tepkiler değil, aynı zamanda tarihsel olarak sınıf, ırk, sömürgecilik ve piyasa ilişkileri bağlamında şekillenen sosyo-politik güç mücadelelerinin bir uzantısıdır (Koopmans, 2004; Friedman, 1999).
Zalim (ezen) ve mağdur (ezilen) konumlarında olanların boykot dinamikleri arasında anlamlı farklılıklar bulunur. Egemen sınıfa ait aktörlerin (veya genel olarak iktidar sahiplerinin)boykotları daha çok "cezalandırma" ve "disipline etme" aracı olurken, ezilenlerin boykotları "direniş", "söz alma" ve "görünürlük kazanma" stratejilerine yakındır (Scott, 1985). Örneğin, sömürge karşıtı hareketlerde ya da ayrımcılığa maruz kalan toplulukların boykotları, sadece maddi değil, aynı zamanda ahlaki ve kimliksel bir alanı temsil eder (Ndlovu-Gatsheni, 2013).
Bu yazı, boykot eylemlerini bu tarihsel ve çoğul boyutlu bağlam içinde ele alarak, ilişkisel psikanaliz (Mitchell, 1988) ve sosyal psikoloji literatürlerinden faydalanarak boykotun psiko-politik dinamiklerine dair bir perspektif geliştirmeye giriş denemesi olmayı amaçlamaktadır.
Boykotun duygusal temellerinden biri olan öfke, psikanalitik olarak yalnızca yıkıcı değil, aynı zamanda onarıcı ve anlamlandırıcı bir potansiyel taşır. Melanie Klein’ın (1946) depresif konum kavramı, öfkenin yalnızca dışa dönük saldırganlık değil, aynı zamanda suçluluk, pişmanlık ve onarma arzusu ile birlikte var olduğunu ileri sürer.
BOYKOTUN PSİKO-POLİTİK DİNAMİKLERİ
Kimlik, Ötekilik ve Tanınma
Psikanalitik açıdan özne, ötekiyle kurduğu ilişkilerde tanımlanır; bu, öznenin iç dünyasında, arzularıyla çelişen dışsal taleplerle karşılaştığı bir tanınma mücadelesidir. İlişkisel psikanaliz bu süreci özellikle karşılıklılık, duygulanımsal rezonans ve tanınma arzusu üzerinden açıklar (Benjamin, 1995). Özne, yalnızca bilinçdışı dürtüler üzerinden değil, başka bir özne tarafından tanındığında ve kabul edildiğinde tam anlamıyla özneleşir. Bu bağlamda boykot, öznenin bu tanınma ilişkisini kesintiye uğratması ya da yeniden tanımlamaya çalışmasıdır. Özne, bir ötekine mesafe koyarak yalnızca karşıdakini değil, kendisini de yeniden konumlandırır. Deyim yerindeyse ilişki mesafesine yeni bir ayar çeker; bu, bazen bir savunma, bazen de bir onarım çağrısıdır.
Sosyal psikoloji ise, sosyal kimlik kuramı aracılığıyla bireylerin benliklerini içinde yer aldıkları sosyal gruplar üzerinden inşa ettiğini savunur (Tajfel & Turner, 1986). Bu kuramda 'biz' duygusu, esasen bir ötekine karşı oluşur. 'Biz' ancak 'onlar'la sınırlandığında anlam kazanır. Boykot, bu açıdan bir grup içi dayanışma eylemi olduğu kadar, karşı gruba mesafe koyma, onları dışlama ve ayrıştırma aracı olarak da işlev görür.
Her iki yaklaşımda da boykot, yeni bir 'Bizlik' (kimlik) inşasının aracıdır. Aynı zamanda bu inşa süreci, Biz-Onlar (ötekiler) ayrımının yeniden tarif edilmesini, duygusal sınırların yeniden çizilmesini içerir. Boykot, birey ya da grubun kimliksel bütünlüğünü koruma, tehdit algısına karşı bir tepki verme ve sosyal aidiyetini yeniden üretme çabasıdır. Bu yüzden boykot, yalnızca politik ya da ekonomik değil, aynı zamanda derin bir kimliksel ve ilişkisel konumlanıştır.
Sosyo-politik dönüşüm gibi görece daha büyük/radikal hedefleri olan boykot (ve daha genel olarak bütün protesto) eylemleri/kampanyaları, yeni bir Bizlik kimliği kurarken eski Biz kimliklerine kıyasla toplumun olabildiğince geniş kesimlerini içermeyi, onlara hitap edebilmeyi ve olabildiğince dar kesimlerini dışlamayı hedeflemelidirler. Kısaca, geniş-kalabalık Biz, dar-“bir avuç” Onlar.
Sınır Kurma, Ayrışma ve Travmatik Yeniden Sahneleme
Boykot, çoğu zaman öznenin ya da kolektif bir grubun, ilişkisel düzeyde tehdit edici veya travmatik olarak algıladığı bir bağlamdan geri çekilme eylemidir. İlişkisel psikanalize göre, bireyin öznel bütünlüğünü koruyabilmesi için kimi durumlarda ilişkiyi askıya alması ya da sınırlarını yeniden belirlemesi gerekir (Bromberg, 2006). Özellikle travmatik ilişkilerde, özne yalnızca ötekiyle bağını kesmez; aynı zamanda kendi içinde bölünmüş parçalarını yeniden organize etmeye çalışır. Bu anlamda boykot, bir tür duygulanımsal sınır çizme ve ruhsal yeniden yapılanma sürecidir. Laub ve Auerhahn’ın (1993) travmatik anlatılar üzerine çalışmaları, yeniden sahneleme yoluyla geçmişin bugünde deneyimlenmesine işaret eder. Boykot da kimi zaman, bastırılmış ya da söze dökülememiş kolektif travmaların/hüsranların davranışsal yeniden sahnelenmesi olabilir.
Sosyal psikolojik açıdan ise sınır çizme, sosyal temsillerin yeniden şekillendirilmesi ve ortak duygusal hafızanın yeniden üretimiyle ilişkilidir (Moscovici, 1984). Grup, tehdit algısı karşısında kolektif olarak bir tür bağ kesme eylemine yönelir. Bu sadece siyasi bir mesaj değil, aynı zamanda grup bütünlüğünü korumaya yönelik bir savunmadır. Duygusal bulaşma yoluyla bu sınır çizme hali hızla yayılır; bireysel kararlar, kolektif bir norm haline gelir. Dolayısıyla boykot, yalnızca dışsal bir sınır değil, aynı zamanda içsel psikolojik ve sosyal sınırların yeniden inşasını içerir.
Öfke, Adaletsizlik ve Onarıcı Eylem
Boykotun duygusal temellerinden biri olan öfke, psikanalitik olarak yalnızca yıkıcı değil, aynı zamanda onarıcı ve anlamlandırıcı bir potansiyel taşır. Melanie Klein’ın (1946) depresif konum kavramı, öfkenin yalnızca dışa dönük saldırganlık değil, aynı zamanda suçluluk, pişmanlık ve onarma arzusu ile birlikte var olduğunu ileri sürer. İlişkisel psikanalitik bakış açısıyla, boykot eylemi yalnızca cezalandırıcı değil, aynı zamanda ötekiyle kurulan ilişkideki kırılmayı tanıma ve belki de dolaylı olarak yeniden yapılandırma çabası olarak da okunabilir. Jessica Benjamin'in (1995) tanınma teorisi bağlamında, öfke öznenin yok sayılmasına, aşağılanmasına ya da haksızlığa uğramasına karşı geliştirdiği ilişkisel bir savunmadır. Bu bağlamda boykot, öfkenin yalnızca dışsallaştırılması değil, aynı zamanda adalet arayışıyla bütünleşmesi anlamına gelir.
Sosyal psikolojide ise öfke, adaletsizlik algısıyla doğrudan bağlantılıdır. Tyler ve Lind (1992), bireylerin yalnızca sonuçların değil, süreçlerin adilliğine de duyarlı olduklarını savunur. Bu çerçevede, adaletsizlik karşısında duyulan öfke kolektif eylemleri tetikleyici bir motivasyon kaynağıdır. Van Zomeren, Postmes ve Spears (2008), kolektif öfkeyi hem grup kimliğinin güçlenmesinde hem de protesto davranışlarının mobilize edilmesinde merkezi bir unsur olarak tanımlar. Boykot, böylece bireysel ya da grup düzeyinde yaşanan adaletsizliklere verilen anlamlı bir tepki, duygusal bir bütünlük kazanma girişimidir. Bu yönüyle boykot, yalnızca öfkenin ifadesi değil; aynı zamanda o öfkenin toplumsal tanınma, yeniden kurma ve onarma yönünde dönüştürülme çabasıdır.
Normatif Baskı, İçselleştirilmiş Otorite ve İsyan
İlişkisel psikanaliz, bireyin içselleştirdiği otorite figürleriyle (ebeveyn, devlet, din, patriyarka) kurduğu dinamik ilişkileri vurgular. Bu içselleştirilmiş otorite çoğu zaman bireyin süperego yapılarında somutlaşır ve bastırılmış arzularla sürekli bir çatışma halindedir (Fonagy ve ark., 2002). Boykot, bu çatışmaya karşı bir bilinçdışı yanıt olabilir: otoritenin taleplerine uymayı reddetmek, ilişkisel baskıyı geri püskürtmek. Özellikle kuşaklararası aktarımla geçen kolektif travmalar bağlamında, boykot geçmişten gelen bastırılmış öfkenin ve itirazın sembolik bir dışavurumu olarak da okunabilir. Burada isyan, sadece dışsal iktidarlara değil, içsel olarak kurulan baskı yapılarına yöneliktir.
Sosyal psikoloji açısından ise grup normları ve sosyal onay ihtiyacı, bireyin davranışlarını güçlü biçimde etkiler. Cialdini (2001), bireylerin sosyal normlara uyum sağlamak için dışsal beklentilere göre hareket ettiklerini belirtir. Boykot da bu tür normatif etkiyle yaygınlık kazanabilir. Birey, yalnızca kendi inancı nedeniyle değil, ait olduğu grubun beklentilerini yerine getirmek adına boykot eylemine katılır. Bu durum, bireysel ahlak ile grup bağlılığı arasında gerilim yaratabilir. Dolayısıyla boykot, hem normatif baskının bir sonucu hem de bu baskıya karşı geliştirilen bir direnç biçimi olabilir. Her iki düzlemde de boykot, bir tür sınır ihlali karşısında verilen yanıt; bireyin ya da grubun “hayır” deme pratiğidir.
Boykot, yalnızca bireyin etik tepkisi değil, aynı zamanda modern toplumlarda yurttaşlık, tüketim ve siyasal katılım biçimlerinin dönüşmesiyle ilişkili bir pratik haline gelmiştir (Friedman, 1999).
Özneleşme, Güçlenme ve Dayanışma
İlişkisel psikanalize göre özne, yalnızca kendilik içi süreçlerle değil, diğerleriyle kurduğu karşılıklılık ilişkileriyle gelişir. Bu bağlamda özneleşme, bir tanınma ve etki yaratma deneyimiyle tamamlanır (Benjamin, 1995). Boykot, bireyin veya grubun edilgen konumdan aktif bir pozisyona geçme eylemidir. Bu geçiş, sadece dışsal bir direniş değil, aynı zamanda içsel olarak yaşanan güçlenmenin de ifadesidir. Boykot, özneye "ben varım, farkındayım ve etki yaratabilirim" duygusu kazandırır. Ayrıca kolektif düzeyde gerçekleştiğinde, boykot dayanışma bağlarını güçlendirir, travmatik yalnızlığı aşmanın bir yolu olabilir.
Sosyal psikolojik yaklaşımlar bu özneleşme sürecini "politik öznelik (faillik-agency)" kavramı üzerinden ele alır. Gastil (2000) ve Drury & Reicher (2005), kolektif eylemlerin bireylerde güçlenme hissini artırdığını, bu sayede siyasi katılımın sürdürülebilir hale geldiğini savunur. Boykot, yalnızca mevcut duruma karşı çıkmak değil; aynı zamanda birey ya da grubun yeni bir gerçeklik yaratma potansiyeline inandığının da ifadesidir. Dayanışma, burada yalnızca bir duygu değil; ortaklaşa bir eylemin mümkünlüğüne dair bir inançtır. Bu yönüyle boykot, yalnızca bir sınır çekme değil, aynı zamanda bir bağ kurma, birlikte var olma, onarma ve dönüştürme girişimidir.
Boykotu yalnızca stratejik ya da rasyonel bir politik araç olarak değerlendirmek onu eksik okumaktır. O, hem bireyin içsel çatışmalarının hem de kolektif özlemlerin sahneye çıktığı karmaşık bir anlam alanıdır. Bu nedenle boykotun psiko-politik doğası, hem sosyo-politik dönüşüm potansiyeli hem de bireysel ve kolektif öznenin psikolojik dinamikleri açısından dikkatle analiz edilmeyi hak eder.
SONUÇ
Boykot sadece bir politik eylem değildir; aynı zamanda duygulanımsal, etik, ilişkisel ve kimliksel bir konumlanıştır. Sözel olmayan bir ifade biçimi olarak boykot, yalnızca dışsal bir protesto ya da stratejik bir baskı aracı değil, aynı zamanda öznenin içsel dünyasında karşılık bulan bir sınır çizme, tanınma arayışı ve Bizlik/kimlik inşasıdır. Bu yönüyle boykot, psikanalitik ve sosyal psikolojik perspektiflerden çok katmanlı olarak okunması gereken bir psiko-politik pratik olarak değerlendirilmelidir.
İlişkisel psikanaliz açısından boykot, öznenin tanınma talebinin cevapsız kalması ya da travmatik bir temasla karşılaşması durumunda geliştirdiği savunucu ya da onarıcı bir eylem olabilir. Bu bağlamda boykot, yalnızca bir şeyden vazgeçmek değil, aynı zamanda bir şeyin yeniden talep edilmesi, yeniden düzenlenmesi ya da reddedilmesi anlamına gelir. Özne, ilişkisel bir bağlamda kendini tehdit altında hissettiğinde, boykot aracılığıyla hem sınır çizer hem de bu sınırın ötesinde nasıl bir ilişki istediğini ima eder. Benjamin’in (1995) vurguladığı gibi, bu bir tanınma arzusunun dramatik dışavurumudur; özne yalnızca karşısındakine değil, topluma ve kendisine de seslenmektedir.
Sosyal psikolojik açıdan bakıldığında ise boykot, bireylerin grup kimliklerini pekiştirmeleri, adaletsizlik algılarına tepki vermeleri ve kolektif öznelik deneyimlerini güçlendirmeleri için işlevsel bir araçtır. Tajfel ve Turner’ın (1986) sosyal kimlik kuramına göre, bireyler kendi kimliklerini gruplar üzerinden tanımlar ve bu grupların maruz kaldığı tehditlere tepki vermek, bireysel benliğin korunması anlamına gelir. Boykot, bu tehdit algılarına karşı geliştirilen sembolik bir savunmadır. Ayrıca, Van Zomeren ve arkadaşlarının (2008) çalışmaları, boykotun yalnızca duygusal değil, aynı zamanda rasyonel bir hesaplaşma biçimi olduğunu da gösterir: insanlar, kolektif eylemin etkili olacağına inandıklarında bu tür davranışlara yönelirler.
Boykotun analizi aynı zamanda tarihsel bağlamdan ve sosyal hareketler içindeki yerinden de bağımsız düşünülemez. Koopmans (2004), protesto dalgalarının zaman ve mekân içindeki yayılımına dikkat çekerken, boykot gibi eylem biçimlerinin sosyal hareket repertuarının önemli bir parçası haline geldiğini vurgular. Özellikle neoliberal küreselleşmenin tetiklediği tüketici bilincinin artmasıyla birlikte, Friedman’ın (1999) işaret ettiği gibi tüketici boykotları yalnızca ekonomik değil, sembolik ve politik anlamlar da taşır. Barghouti (2011) ise, Filistin’e yönelik Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Yaptırımlar (BDS) hareketi üzerinden, boykotun sömürge karşıtı bir araç olarak nasıl küresel bir vicdani dayanışmaya dönüşebileceğini örneklemektedir. Bu örnekler, boykotun salt bireysel bir vicdan çağrısı değil, aynı zamanda kolektif politik özneliğin ve uluslararası eylem ağlarının bir ifadesi haline geldiğini gösterir.
Ancak boykotun işlevi sadece direnişle sınırlı değildir. Boykot, çoğu zaman onarma potansiyeli taşıyan bir “ilişkiyi askıya alma” eylemidir. Öfkenin ya da acının kontrolsüz bir patlaması değil, yönlendirilmiş ve sosyal olarak çerçevelenmiş bir tepkidir. Klein’in (1946) depresif konumu ve onarım kapasitesi göz önüne alındığında, boykotun aynı zamanda içsel olarak yaşanan suçluluğa, pişmanlığa ve telafi ihtiyacına da alan açabileceği söylenebilir.
Bu makale boyunca ortaya koyulduğu gibi, boykotun yalnızca politik bir strateji olarak değil, aynı zamanda bir anlamlandırma, ilişki biçimi ve Bizlik kurma süreci olarak ele alınması, bu tür eylemlerin derinliğini ve potansiyelini daha iyi kavramamızı sağlar. Boykotun hedefi, yalnızca karşısındaki kurumu ya da kişiyi cezalandırmak değil; aynı zamanda toplumsal bağlamı, güç ilişkilerini ve etik normları yeniden müzakere etmektir. Bu müzakere süreci, kimi zaman iptal kültürü gibi cezalandırıcı eğilimlerle birleşerek etik sorunlar doğurabilir. Ancak doğru bağlamda ve bilinçli bir şekilde gerçekleştirilen boykot, yalnızca bir “karşı çıkış” değil, aynı zamanda bir “başka türlü ilişki,” bir değişim talebidir.
Sosyo-politik bir dönüşüm hedefleyen bir boykot kampanyasının başarılı olabilmesi için ise çeşitli koşulların bir araya gelmesi önemlidir. Bunlar arasında, hedeflenen kamuoyunun duyarlılığına hitap eden güçlü bir sembolik anlatı kurulması; hareketin geniş, çeşitli ve sürekliliği olan bir katılımcı kitlesi tarafından desteklenmesi; alternatif medya ve iletişim ağlarının etkili kullanımı; ekonomik etkilerin görünür olması; siyasi ve etik meşruiyetin ikna edici biçimde sergilenmesi gibi faktörler yer alır. Ayrıca, kampanyanın uzun vadeli hedefleri kadar kısa vadeli kazanımlarının da olması, kolektif motivasyonu ve sürdürülebilirliği açısından belirleyici olabilir. Boykotun sınıfsal konum, medya erişimi, küresel eylem ağlarına dahil olabilme kapasitesi gibi yapısal koşullarla olan ilişkisi de göz ardı edilmemelidir. Sosyo-politik bağlam, bir boykotun meşruiyetini ve etkisini belirleyen önemli bir zemin oluşturur (Friedman, 1999; Barghouti, 2011; Koopmans, 2004).
Sonuç olarak, boykotu yalnızca stratejik ya da rasyonel bir politik araç olarak değerlendirmek onu eksik okumaktır. O, hem bireyin içsel çatışmalarının hem de kolektif özlemlerin sahneye çıktığı karmaşık bir anlam alanıdır. Bu nedenle boykotun psiko-politik doğası, hem sosyo-politik dönüşüm potansiyeli hem de bireysel ve kolektif öznenin psikolojik dinamikleri açısından dikkatle analiz edilmeyi hak eder.
Kaynaklar
• Barghouti, O. (2011). Boycott, Divestment, Sanctions: The Global Struggle for Palestinian Rights. Haymarket Books.
• Benjamin, J. (1995). Like Subjects, Love Objects: Essays on Recognition and Sexual Difference. Yale University Press.
• Bromberg, P. M. (2006). Awakening the dreamer: Clinical journeys. Analytic Press.
• Cialdini, R. (2001). Influence: Science and Practice. Allyn & Bacon.
• Drury, J., & Reicher, S. (2005). Explaining enduring empowerment: A comparative study of collective action and psychological outcomes. European Journal of Social Psychology, 35(1), 35–58.
• Fonagy, P., Gergely, G., Jurist, E. L., & Target, M. (2002). Affect regulation, mentalization, and the development of the self. Other Press.
• Friedman, M. (1999). Consumer boycotts: Effecting change through the marketplace and the media. Routledge.
• Gastil, J. (2000). Is face-to-face citizen deliberation a luxury or a necessity? Political Communication, 17(4), 357–361.
• Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. International Journal of Psycho-Analysis, 27, 99–110.
• Koopmans, R. (2004). Protest in time and space: The evolution of waves of contention. In D. A. Snow et al. (Eds.), The Blackwell Companion to Social Movements.
• Laub, D., & Auerhahn, N. C. (1993). Knowing and not knowing massive psychic trauma: Forms of traumatic memory. International Journal of Psycho-Analysis, 74, 287–302.
• Mitchell, S. A. (1988). Relational Concepts in Psychoanalysis. Harvard University Press.
• Moscovici, S. (1984). The phenomenon of social representations. In R. M. Farr & S. Moscovici (Eds.), Social Representations. Cambridge University Press.
• Muldoon, P. (1999). The politics of naming: "Boycott" and the anticolonial struggle. Cultural Studies Review, 5(1).
• Ndlovu-Gatsheni, S. J. (2013). Coloniality of Power in Postcolonial Africa. African Books Collective.
• Ng, E. (2020). No Grand Pronouncements Here...: Reflections on Cancel Culture and Digital Media Participation. Television & New Media, 21(6), 621–627.
• Schneider, C. (2000). Shame, exposure, and privacy. W. W. Norton & Company.
• Scott, J. C. (1985). Weapons of the Weak: Everyday Forms of Peasant Resistance. Yale University Press.
• Tajfel, H., & Turner, J. C. (1986). The social identity theory of intergroup behavior. In S. Worchel & W. Austin (Eds.), Psychology of Intergroup Relations. Nelson-Hall.
• Tyler, T. R., & Lind, E. A. (1992). A relational model of authority in groups. Advances in Experimental Social Psychology, 25, 115–191.
• Van Zomeren, M., Postmes, T., & Spears, R. (2008). Toward an integrative social identity model of collective action. Psychological Bulletin, 134(4), 504–535.
www.psikopolitik.com
www.muratpaker.com
İlginizi Çekebilir