© Yeni Arayış

BM Evrensel Periyodik İnceleme toplantılarında Türkiye

Türkiye’nin, diğer devletlerce önerilen insan hakları reformlarını gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini izlemeye devam edeceğiz, ancak artık “eski Türkiye” tekniklerinin pek sökmediğini, deyim yerindeyse mızrağın hiçbir çuvala sığamadığını da belirtelim.

Tespit edebildiğim 94 insan haklarına ilişkin sözleşme ve protokolden 70 tanesine taraf konumunda olan Türkiye, bunlardan 17’sine çekince koymuş, 9’unu da imzalayıp onay prosedürünü bekleterek taraf olmayı geciktirir durumunda.

18-21 Şubat 2025 tarihlerinde Cenevre’deki Birleşmiş Milletler (BM) merkezinde gerçekleşen Evrensel Periyodik İnceleme (EPİ) ön toplantılarında Türkiye’nin insan hakları durumu mercek altına alınıyor. EPİ, BM’nin ön gördüğü insan hakları mekanizmalarından birisi ve özellikle sivil toplum örgütlerinin işin içine çekilmesi suretiyle dolaylı olsa da devletler ile sivil toplum arasında en üst düzeyde diyalog oluşturulması amaçlanıyor.

EPİ sisteminde ilgili ülke 5 yıllık periyotlar içinde evrensel insan hakları standartları açısından inceleniyor. Bu çerçevede ülkeler Türkiye’ye çeşitli tavsiyelerde bulunuyorlar; paralel şekilde Türkiye de istediği ülkeye tavsiyede bulunabiliyor. Bu durum 5 yıllık döngüler halinde tekrarlanıyor, şu anda 4.döngü devam ediyor. Bundan önce üç defa ülkeler Türkiye’ye tavsiyelerde bulundular ve Türkiye bunların bir kısmını kabul etti, bir kısmını da not etti. Türkiyeli sivil toplum örgütleri, Ekim 2024 tarihine kadar ülkelerin tavsiyelerine yardımcı olabilecek notlarını BM’ye gönderdiler ve bunlar ülkelerin paylaşımını açıldı. Bu hafta gerçekleşen ön toplantılarda Türkiyeli sivil toplum örgütlerinin tavsiyelerini diğer ülkelerle paylaşmaları için bir oturum oluşturuldu.

Özellikle uluslararası hukuk alanında Türkiye pek çok uluslararası antlaşmaya taraf olmuş durumda. Konu insan hakları olduğu zaman, belli başlı pek çok sözleşmeye taraf olsa da Türkiye ikircikli bir tutum sergiliyor. Antlaşma ya da sözleşmelerin en hayati maddelerine ya çekince koyuyor ya da açıkladığı bir beyan ile anlaşmanın bütün ruhunu boşaltabiliyor. Bu durumda dışarıdan bakınca hemen her sözleşmeye taraf durumda görünen Türkiye’nin uygulaması çoğu kez sınıfta kalıyor.

Mesela 1951 tarihli Mülteci Sözleşmesi’ne bir coğrafi çekince koyan Türkiye’nin uygulamasına göre, yalnızca Türkiye’nin batısından gelen mültecilere “mülteci” statüsü verilebiliyor, Türkiye’nin doğusundan gelenler bu statüyü hiçbir zaman kazanamıyor ve bu statüye tanınan haklara da ehil hale gelemiyorlar. Bilindiği gibi, Türkiye’ye gelen sığınmacıların neredeyse tümü, Türkiye’nin coğrafi olarak doğusundaki ülkeler kabul edilen Suriye, İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Bangladeş gibi sorunlu demokrasiler ya da Orta Asya ülkelerinde geliyorlar. Haliyle batıdan, mesela İsviçre’den, Yunanistan’dan ya da “bizi çok kıskanan” Almanya’dan hiç kimse oralardan kaçıp Türkiye’ye siyasi sığınma talebinde bulunmuyor ya da Türkiye’de mülteci statüsü aramıyor; bu durumda da Türkiye’de çok sınırlı sayıda “mülteci” bulunuyor. Türkiye, milyonlarca mülteciye o statüyü vermiyor ve “misafirlerimiz” kabul ederek uluslararası koruma statüsünü oldukça daraltıyor. Anlaşmanın ruhunu boşaltmaktan işte tam bunu kastediyorum, zira dışarıdan baktığınız zaman Türkiye Mülteci Sözleşmesi’nin tarafı durumunda, ancak gerçek hayatta durum çok farklı.

Türkiye’nin, diğer devletlerce önerilen insan hakları reformlarını gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini izlemeye devam edeceğiz, ancak artık “eski Türkiye” tekniklerinin pek sökmediğini, deyim yerindeyse mızrağın hiçbir çuvala sığamadığını da belirtelim.

MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR

Tespit edebildiğim 94 insan haklarına ilişkin sözleşme ve protokolden 70 tanesine taraf konumunda olan Türkiye, bunlardan 17’sine çekince koymuş, 9’unu da imzalayıp onay prosedürünü bekleterek taraf olmayı geciktirir durumunda.

BM sisteminde ikiz sözleşmeler olarak bilinen Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi ile Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, Türkiye tarafından çekince konularak onaylanan sözleşmelerden yalnızca ikisi. İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Aşağılayıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşmeye Ek Protokol uyarınca formel değil, işlevsel bir ulusal işkencenin önlenmesi mekanizması devreye sokmak, şu anki TİHEK gibi değil, Paris Prensipleriyle gerçekten uyumlu bir kurum oluşturmak da yapılması gerekenler arasında.

Türkiye’nin, diğer devletlerce önerilen insan hakları reformlarını gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini izlemeye devam edeceğiz, ancak artık “eski Türkiye” tekniklerinin pek sökmediğini, deyim yerindeyse mızrağın hiçbir çuvala sığamadığını da belirtelim. Bir taraftan hak savunucusu ve sol-sosyalist siyasete operasyon üzerine operasyon düzenleyip diğer taraftan barış süreci yürütüyorum diyerek kulağın üstüne yatma hareketleri hem sığ hem banal kaçıyor ve büyük bir güvensizlik ortamı yaratıyor. İç siyasetteki bu güvenememe durumunun kaçınılmaz olarak dış siyasete etkisinin olacağını da öngörmek gerekiyor.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER