Bir maç hikayesi: Almanya-Hollanda izlenimleri
GEZİBeşiktaşlılar önce burada buluşacak biletlerini burada teslim alacak buradan otobüslere binerek stada gidecek maç sonunda aynı noktaya geri götürülecekti. Bu yaklaşık olarak Beşiktaş stadına gelmek için Gebze’de buluşmak sonrasında tekrar Gebze’ye geri götürülmek manasına geliyor.
Yönetenlerin değil yönetilenlerin yanında olmak
Maça dair söylenecek pek bir şey yoktu. Hak edilen bir yenilgi ile kıvırcık saçlı otobüs şoförümüzün teselli selamları eşliğinde buluşma noktasına geri döndük. Otobüsten ayrılırken bizde pek rastlanmayacak bu kadın şoföre anı olarak Beşiktaş atkısı bıraktık.
Beşiktaş'ın Twente ile oynayacağı deplasman maçı için aylar önceden aldığım Dortmund uçak biletinin günü yaklaşsa da Twente kulübünün şehri Enschede'nin Belediye Başkanı şehirde siyah beyaz forma görmek istemeyince maça girmek bir tür orta çağ işkencesine döndü.
Maça gelecekler için Enschede'den 70 km ötede toplanma noktası oluşturulmuştu. Beşiktaşlılar önce burada buluşacak biletlerini burada teslim alacak buradan otobüslere binerek stada gidecek maç sonunda aynı noktaya geri götürülecekti. Bu yaklaşık olarak Beşiktaş stadına gelmek için Gebze’de buluşmak sonrasında tekrar Gebze’ye geri götürülmek manasına geliyor.
Vize değil vize randevusu aldığında mutlu olan bizler için böyle eziyetler sıradan geliyor.
4 günlük seyahat planının bir günü maça ulaşmaya ayrılsa da üzülmek yerine zamanı güzel geçirmeye çalışmak gerek.
4 günün hikayesini sizler için kaleme aldım.
ARABASIZ VE TABELASIZ DA OLUR
1. Gün Münster: 1. Günün durağı olarak Hollanda sınırına yakın Münsteri seçmiştik. Münster dünya diplomasi tarihine geçen Westphalia Barışının imzalandığı yer. 1648'de imzalanan bu anlaşmayı Uluslararası İlişkiler eğitimi alan herkes dünyada sınırlara saygının temeli olarak bilir. 30 Ocak'ta ziyaret ettiğimiz bu tarihsel mekanda 1648 in tam da 30 Ocak'ında atılan imzaları anımsamak hoş bir tesadüf oldu.
Münster'in birbirinden göz alıcı kiliseleri arasında şehre adını veren Katedral öne çıksa da kulesinden sarkan demir sepetlerde isyankar bedenlerin sarktığı St. Lamberti'nin öyküsü bütün mimari mücevherlerin önüne çıkıyordu.
1648'den 100 yıl önce Avrupa mezhep savaşlarının arifesinde Münster şehri kendi çapında sosyalist görünümlü ve tabii ki her zaman inançlı birer dindar olan Anabaptist isyancılarla sarsılır. Bir tür yeniden vaftiz inancıyla kendilerini arındıran bu insanlar şehirde yarin yanağı dahil her konuda tam bir paylaşım sistemi kurarlar. Yaklaşık 1.5 yıl süren isyan sert biçimde bastırıldığında isyancılar önce ağır işkencelere tabi tutulur sonunda etleri soyuluna dek kalacakları demir kafeslerin içinde kilise kulesinde asılı kalırlar.
Avrupa için savaşlar 1648'de tabii ki bitmeyecektir. Sonraki 300 yıl boyunca birbirlerini öldürmeye devam ederler. Ama sonunda savaşın manasızlığı sınırların kalktığı bir Avrupayı sadece Avrupalılara değil bizim gibi şanslı Schengen sahiplerine de açar.
İlk günün gecesinde Münster'in neredeyse mezhep savaşları kadar eski Leve lokantasında bir çarşamba akşamında güç bela yer bulduğumuz masada geleneksel Alman yemekleri ile huzur bulup tarihsel deneyimi tamamlamıştık.
Ertesi sabah ise ufak bir gündüz turu sonrasında arabasız şehirlerin dünyasında kahvaltı için şehri çevreleyen yürüyüş yolu kenarında bir kafeye oturduk. Mekana bisikletle gelen her yaşta insan başka bir dünya mümkün diyordu adeta.
Münster'in Alman birliği için kıymetini gösteren anıta selam verip maç için bize gösterilen alana doğru yola çıktık.
HER ŞERDE BİR HAYIR VARDIR
2. Gün Maç: Aynı gün Hollanda'da 2 Türk takımının maçı vardı. Amsterdamın kozmopolit ortamı içinde Galatasaray taraftarları sorun yaratmazken küçük Enschede'ye Beşiktaş taraftarı sığamamıştı.
Enschede Belediye Başkanı önce zinhar gelemezler demiş sonra insaf ederek gelsinler ama önce Gebze'de biraz dursunlar demişti. Enschede'yi pas geçip 1 saat daha araba sürüp vardığımız buluşma yeri aslında normal zamanda gidilse tam bir keyif ortamıydı. Türkiye’den ve Avrupa'nın 4 yanından Beşiktaş'a gönül vermiş yüzlerce taraftar araçlarını geniş çayıra park edip kendilerini maça götürecek otobüsleri burada bekleyecekti.
Pek çok Avrupalı Türkten tweet dolayısıyla aranma hikayesi duymaksa bizi 4000 km ötede bekleyen kendine demokrat ülkeyi unutmamaya çağırıyordu.
Beklemeyi keyifli kılan detay yakındaki otelin restoranı oldu. Odun ateşi dekorunda neredeyse Michelin ayarında yemek yedik . Grappa ile şenlenen sofradan kalktığımızda her şerdeki hayrı görmek gerektiğini düşünüyorduk.
Artık maça yola çıkma zamanı gelmişti. Şoförümüz kıvırcık kızıl saçlı bir hanımefendiydi. Ve taraftarların telefonunu otobüsün radyosuna bağlamaya izin vermişti. 1 saati aşan yolculuk Beşiktaş marşlarıyla kısaldı.
Maçın başlamasından az önce girdiğimiz stadda bize ayrılan kısıtlı yer dışında her yer kırmızı beyazdı. Sevgili Ali Ece Twentelilerle forma değiştirmemi istese de Belediye Başkanı bırak forma değiştirmek Twentelilerle selamlaşmayı bile imkansız hale sokmuştu.
Maça dair söylenecek pek bir şey yoktu. Hak edilen bir yenilgi ile kıvırcık saçlı otobüs şoförümüzün teselli selamları eşliğinde buluşma noktasına geri döndük. Otobüsten ayrılırken bizde pek rastlanmayacak bu kadın şoföre anı olarak Beşiktaş atkısı bıraktık.
TÜRKLER AMSTERDAMDA, AMSTERDAMIN BUNDAN HABERİ VAR MI?
3. Gün Amsterdam: Şimdi yolumuz Beşiktaş maçları hariç özgür Hollanda'nın en özgür şehri Amsterdam'dı. Kanalın yanı başındaki geniş odalı 100 yıllık otel Amsterdam seyahatine anlam kattı.
Bisikletin ve otun başkenti Amsterdamda güneşli bir günde attığımız 30 bin adım İnsanlığın arabaya yenilmeden de var olabileceğini gösteriyordu. Rembrandt evini gezerek nerede olduğumuzu daha bir hatırladık . 63 yıllık hayatında inişler ve çıkışlar yaşayan bu dünya starı ressamın zamanından bu yana varlığını sürdüren evin katları arasında gezerken geçmişe saygının gerçek anlamını da kavramış olduk .
Amsterdam'da neredeyse her yerden yayılan ot kokusuna, Red Light district'in günahla dolu sokaklarına ve neredeyse su gibi akan biraya rağmen sokaklar neredeyse Kuzguncuk sahili kadar sakin ve kavgadan uzaktı. Demek ki huzur yasaklamakta değildi. Bizde yasakla sağlanamayan asayiş Amsterdam'da serbestliğin çıktısı idi.
Amsterdam'da bir Türkün kulağına neredeyse 10 adımda bir Türkçe çalınması ise şehrin Hollandılardan sonra ikinci en kalabalık nüfusunun Türkler olduğu gerçeğini gösteriyor. Dünyanın bu en merkezi şehrinde en kalabalık yabancı olmak ne kadar büyük ayrıcalık aslında. Peki bu kimin umrunda?
Amsterdam'da ayrımcılıktan ve yasaklardan sonra en çok nefret edilen şey arabalar. Arabayı 1 gün şehir merkezine park etmek yaklaşık 100 avro. Arabayla gelme diyorlar. Biz de arabamızı şehir dışındaki stadyum otoparkına koyarak bu masrafı biraz azalttık ve sarı fareye de bir selam çaktık.
4 TEKERSİZ DE OLUYOR
4. Gün Gouda Nijmegen: Amsterdam'da geçen uzun günün ardından dönüş yolunda iki durak belirledik. Birisi peynir kasabası Gouda ve diğeri Almanya sınırında Nijmegendi. Önce arabamızı park ettiğimiz Cruyff Arena'ya yollandık tabii. Amsterdam'da ayrımcılıktan ve yasaklardan sonra en çok nefret edilen şey arabalar. Arabayı 1 gün şehir merkezine park etmek yaklaşık 100 avro. Arabayla gelme diyorlar. Biz de arabamızı şehir dışındaki stadyum otoparkına koyarak bu masrafı biraz azalttık ve sarı fareye de bir selam çaktık.
Sonrasında en fazla 1 saatlik bir yolculuktan sonra Gouda'ya vardık. Arabalarca işgal edilmemiş kasabada cumartesi pazarı cıvıltısına dahil olduk. Peynirler ekmekler Türkiye’den çok daha ucuz yemişler meydanı bisikletleriyle doldurmuş insanlara var olmanın 4 tekersiz seçeneklerini cömertçe sunuyordu.
Araba ve tabela medeniyetin ters orantılı varlıkları olarak kayda geçmeli. Şehir merkezlerini arabadan ve tabeladan arındırmalıyız.
Şehirden çok masallardan çıkan bir huzur ütopyasını anlatan Goudayı arkamızda bırakıp son durağımız olan Nijmegene yol aldık.
Şehrin içinde ufak bir dalgınlıkla yaya geçidinde durmayı unutunca arabanın kaputuna inen vatandaşın demir yumruğu ile aklımda kalacak Nijmegen de merkezinde arabalara yer vermeyen bir şehir.
Arabalar öylesine dışlanmış ki sadece yaya bölgeleri değil onların etrafındaki geniş yollar da bomboş . Herkes bisikletle ulaşımı benimsemiş . Türbanlı bacılarımız bile buna istisna değil .
Ortaçağdan fırlamış kale surları ile Nijmegen Hollanda deneyimi yaşamak isteyenlere cömertçe iyi korunmuş tarihi merkezini açıyor. 1426 dan yani İstanbul henüz Konstantinapolis olarak adlandırılırken açılmış ve hala faal olan kafede tabii ki yer bulamadık. Bir başka zamana işallah dedik.
Nijmegen'in tarihi merkezinden Rene doğru bakarak tamamladığımız Nijmegen turumuzun sonrasında ertesi gün uçuşumuzun olduğu Dortmund'a ulaştık.
Keyifli otelde kokteyl eşliğinde geniş ekranda Bundesliga 2 izleyerek tamamlanan günün ertesinde dönüş vardı.
Türkiye’de demokrasinin her zaman mağdurunu oynayan 25 yıllık galipleri rakiplerine oyun alanını daraltma peşindeyken Avrupa’nın merkezinde insanlar bambaşka gündemleri yaşıyor.
Türkiye Dünyanın Neresinde sorusunun cevabını vermemiz gerekiyor. Yönetmenin değil yönetilmenin ayrıcalık olduğunu anlamak gerekiyor.
Almanya'da birkaç ay içinde yapılacak seçimlerde aday olacaklara ayrılan reklam alanı direkler üzerinde standart afişlerden fazlası değil.
Sosyalizmi yeniden büyük yapma hayallerini Trump'dan alan Alman MLKP si bize dünyanın artık farklı bir yer olduğunu söylüyor.
Yol arkadaşım Taner bana bir harita gösteriyor. Avrupa’da lise mezunu olmayan nüfusun orantısını içeren bir görsel bu. Eğitim şart diyoruz ister istemez. Ve kadınların çalışma hayatına dahil olmasına dair harita ile birleşiyor bu.
Türkiye'de daha az yönetime daha fazla katılıma ihtiyaç duyuyoruz. Avrupa’nın en çok bu yönünü kıskanıyoruz.
İlginizi Çekebilir