© Yeni Arayış

Bebekleri öldüren piyasa

Hipokrat yemini bir yemin olmanın ötesinde bir toplum sözleşmesidir. Ticaretinse yukarıda tarif edildiği üzere yemini olmaz. Ticaretin yemini karın maksimizasyonu üzerinden tahakkuk eder. Karı artırmak için ne gerekse yapılır.

Bu aralar elimde Krizin Gölgesinde En Uzun 5 Yıl Kitabı var. Türkiye’nin çalışkan ve halka sadık iktisatçılarından Ümit Akçay’ın kitabını master tez çerçevemin kavramsal bütünü için önemsiyorum.

Akçay 5 yılın ekonomi politiğini tasvir ederken giriş bölümünde kavramsal bir altyapıyı da bizle paylaşıyor.

Devlet-Siyaset Ekonomi-Politik ilişkilerinin tanımlandığı bu bölümün burjuvazi alt başlığında burjuvazinin rolü şu denli basit bir kurgu ile bilgimize sunuluyor:

“... sermaye ancak kar ettiği sürece yatırım yapacağından, siyasi iktidarlar için iktidarda kalmanın koşulu, sermayenin karlılığını sağlamaktır. Diğer yandan da sermaye bu yapısal gücü sayesinde kendi çıkarına olanı, toplumun çıkarı gibi sunma olanağına sahiptir”.

Bu tek ve vurucu cümlenin üzerinde takıldım kaldım.

Gözümün önüne en sevdiği erkekle geçen güzel bir gecenin haklı ama yorucu 9 ay 10 günlük yükü sonunda hayata bir bebek getiren bir insan suretinde kadın, anne geldi.

Bu topraklar Mother God-Ana Tanrıça’nın, Artemis’in, Kibele’nin Sibelin toprakları.  Havva Ana dünkü çocuk bu topraklarda.

Ebenin kutsallığı çok az toplumun linguistiğine bizim kadar girmiştir. Ebem demek anam demek gibidir. Ebeye sövmek anaya sövmek hükmündedir.

Bir korku filminde görsek inanmayacağımız iddiaların orta yerine düştük. Gerçekten el kadar bebeğin sırtından iktisadi kazanç sağlamanın bu ülke için normalleştiğinin farkındayız. Ama bunun bir üst seviyesini bunu bir de bebelerin hayatı bahasına kazanca tahvil etmenin olası olmasının üzerinde konuşuyoruz.

Birkaç sene önce Türkiye’nin tartışmasız en bilinen özel hastanesinde profesör bey Tiroidimin yanlışlıkla tümör gibi görünmesi üzerinden bana kanser teşhisi koymuştu. Kamusal bir doktorun müdahalesi ile kitlenin tümör değil tiroid olduğu anlaşıldı. Beni kesip biçmek için istekli doktoru neden dava etmediğimi bilmiyorum. Belki sağlığıma bağışladım. Ama sağ olsun sağlık güvencemi sağlayan kurumun sınırsız sağlık bütçesi profesör beyi yönlendiren meşhur hastaneyi bu yönde davranma konusunda cüretlendiriyordu.

Bir banka çalışanına büyük olasılıkla tiroid kanserisiniz dediğinizde ya da bir yenidoğanın hayati riskinden söz ettiğinizde ebeveyninden alacağınız tepkiler arasında çok da fark olmaz. İnsanlar hekimlere, sağlık sistemine hayatlarını emanet ederler. En yakınlarını emanet ederler. Onlara en iyi şekilde bakılacağından tereddüt duymak istemezler. Bunun sebebi Bodrum’un dibinde İstanköy’de doğmuş Hipokrat’tır.

Hipokrat yemininde söylediği şu cümle ile benim ve tüm insanların zihninde sağlık sistemine olan güveni tesis etmiştir:

“Yeteneğim ve hakimiyetim ölçüsünde hastalarımın iyiliği için tedaviler önereceğim ve asla kimseye zarar vermeyeceğim. İsteyen hiç kimseye öldürücü bir eczayı ne vereceğim ne de tavsiye edeceğim; benzer şekilde bir gebe kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Hayatımın ve sanatımın saflığını koruyacağım.”

Hipokratı tanımasanız da edilen bu yemine sadakate inanmak istersiniz. Tüm doktorlar bu yemini ederler. Hipokrat yemini bir yemin olmanın ötesinde bir toplum sözleşmesidir.

Ticaretinse yukarıda tarif edildiği üzere yemini olmaz. Ticaretin yemini karın maksimizasyonu üzerinden tahakkuk eder. Karı artırmak için ne gerekse yapılır.

Erdoğan retoriğinde SGK’nın elinde rehin kalan hastalar, doktor sıralarında telef olan hayatlar geniş yer tutar. Sağlıkta dönüşüm ve devrimin ekmeği yol yaptığının hemen yanında yer alır.

Yolun kaça yapıldığının, hastanenin kaç sene bütçenin yükü olacağının önemi yoktur. Eş zamanlı sağlığın ticarileşmesine de kapı açılmış, hastane üzerinden ticarethane kurmak zamanın ruhuna en uygun faaliyetlerden biri olmuştur.

Bu ticari faaliyetin sağlığa entegre edilmesinin sonuçlarını kamusal kaynakların sermaye birikimine aktarımı olarak görmekteyiz.

Bütün bu verileri alt alta koyduğunuzda buzdağının üzerindeki bebek kokusu altında aslında toplumsal varlığımızı tehdit eden vahşi kapitalizme rehin kalmış bedenlerimizi görebiliriz.

VAHŞİ KAPİTALİZME REHİN KALMIŞ BEDENLERİMİZ

Yakın zamanda rastladığım bir gurbetçiye Fransız sağlık sistemine dair sorduğumda tedavinin önceliğini, faturanın aylar sonra adrese yollandığını, ödenmesi için kimsenin acele etmediğini anlatmıştı.

Fransa’da yaşıyordu bizi de kıskanmıyordu.

Bütün bu verileri alt alta koyduğunuzda buzdağının üzerindeki bebek kokusu altında aslında toplumsal varlığımızı tehdit eden vahşi kapitalizme rehin kalmış bedenlerimizi görebiliriz.

Benzer durumun eğitim sisteminde de geçerli olduğunu çok iyi biliyoruz. 28 Şubat’ın sözde İslam karşıtı darbesi sonrasında İslamcı Fetullahçılar zengin olsun diye yapılan düzenlemelerin dershaneleri/ilkokulda özel okulları sıradanlaştırdığını unutmadık. Sonradan onlar kötü oldu ama ülke eğitim sistemine verilen hasar tamir olmadı.

AKP/Erdoğan kınadığı her şeyle sınanıyor. Bu şaşırtıcı değil. Olması gereken bu. Asıl şaşırtıcı olan normal ve sıradan bir ülkede bütün iktidarı yerinden etmesi gereken bu skandalın bu ülkede yönetici elit için bir anlam ifade etmemesi.

Bebeklerini koruyamayan ülkeyi idare etmekle sınanmak bir yönetici için en ağır imtihan olsa gerek. Daha ötesinde ne var? Bugün istifa edilmeyecekse ne zaman edilecek?

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER