© Yeni Arayış

Batı camiasının içinde yer almak daha önemli

Batı camiasının saygın ve güçlü bir üyesi olmayı becerebilirsek, dünyada da daha güçlü ve sözü dinlenen bir ülke olacağımız konusunda tereddüde yer yoktur.

Batı camiasının saygın ve güçlü bir üyesi olmayı becerebilirsek, dünyada da daha güçlü ve sözü dinlenen bir ülke olacağımız konusunda tereddüde yer yoktur. Buna karşılık sıradan Orta Doğulu otoriter rejimlerin dünya siyasetinde pek etkili olmadıklarını görmek için fazla araştırma yapmaya gerek yoktur.

Herhalde sizler de izliyorsunuz. Hükümetimiz her fırsatta Avrupa Birliği’ne üye olmamızın stratejik bir hedefi olduğunu beyan ediyor. Bu hedeften vaz geçmediğimizi ısrarla vurguluyor, diğer yandan da ülkemizin kapıda bekletilmesinin sabrımızı zorladığını da ifade ediyor. Üzerinden henüz fazla zaman geçmedi. Sayın Cumhurbaşkanımız Avrupa Birliği yetkililerine seslendi, Türkiye’yi bekletmelerine bir anlam veremediğinden yakınarak, üyelik müzakerelerinin ilerlemesini istedi.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üye almak konusunda ne kadar istekli olduğunu kestirmek kolay olmasa da, çoğu üyenin Türkiye’ye kavuşmayı sabırsızlıkla beklemediğini söylemek gerekiyor. Her ülkenin kendine göre bir gerekçesi var. Mesela Fransa, Türkiye gibi büyük bir ülkenin üye olması durumunda, Birlik’teki önde gelen konumunun daha da zayıflayacağından endişe etmektedir. Rum Kıbrıs Ada’nın kendi öngördüğü koşullarla birleşmesi ve Türk askeri mevcudiyeti Ada’dan çekilmesi gerçekleşmedikçe herhalde Türkiye’nin üyeliğini onaylamayacaktır. Avusturya, hala Viyana muhasarasının etkilerinden kurtulamamış gözükmektedir. Başkalarının da kendilerine göre gerekçeleri bulunuyor.

Evet, Türkiye’nin üyeliğini onaylamaya hazır olmayan ülke konusunda bir sıkıntı yok ama daha mühim bir soru var. Türkiye samimiyetle Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyor mu? Bu soruyu kesinlikle evet diye yanıtlayacak bir kişiye rastlamak pek kolay değil zannediyorum. Gerek tarihi bakımdan, gerek günümüzde ülkemizin Avrupa Birliği’ne katılmaya büyük hevesle yaklaşmadığı, üye olmak için gayret göstermediği ve mücadele vermediği tartışma gerektirmeyecek kadar açık.

İsterseniz önce tarihe bakalım.  Avrupa Birliği ilk olarak Avrupa Ekonomik Topluluğu adı altında faaliyete geçtiği zaman, ülkemiz Yunanistan’la birlikte ortaklık için başvuruda bulunmuştu. Süreç 1960 askeri müdahalesi sonucu aksadıysa da, ilerledi ve 1963’te Ankara Anlaşması ile sonuçlandı. Buna göre Türkiye muhtelif adımlar atarak üyeliğe hazırlanacaktı. Uzun çabalardan sonra bir yol haritası da ortaya çıktı, 1970 yılında Katma Protokol imzalandı. Türkiye bazı aşamalardan geçerek tedricen üyeliğe hazırlanacaktı. Geriye doğru bakıldığı zaman daha iyi görülüyor. Aslında Türkiye Birlik üyeliği filan düşünmüyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrasında izlediği dış siyasetin temel kurallarından biri Avrupa’daki muhtelif örgütlenmelerin dışında kalmamaktı. İlişkiyi de o nedenle kurmuştu. Nitekim, bu büyük iktisadi bütünleşme hareketine karşı aldığımız vaziyeti Bülent Ecevit “Onlar ortak, biz Pazar” diye çok güzel özetlemiş, Katma Protokol uyarınca yapılacak gümrük indiriminden önce gümrükleri yükseltip sonra söz verilen indirimi yaparak taahhütlerimizi uygulamada samimiyetsizliğimizi tereddüde mahal bırakmayacak bir şekilde tescil etmişti.

Yunanistan Albaylar juntasından kurtulunca, demokrasisini koruyabilmek ve iktisadi refahını yükseltmek için Avrupa Birliği’ne üye olmak üzere başvurdu. Böyle bir adım için hiçbir bakımdan hazır değildi. O dönemde bir Türk dostu olan Birliğin genel sekreteri Emil Noel ülkemizi bilgilendirmiş, siz de hemen başvurun, ya ikinizi birlikte alırlar ya da almazlar demişti. Fakat başvurmadık. Daha da vahim olarak, bu yönde adım atmayı öngören Dış İşleri Bakanımız Hayrettin Erkmen’i tuhaf bir uygulamayla, ona parlamentoda tek başına güvensizlik oyu vererek görevden uzaklaştırdık.  Yunanistan ise hiç hazır olmamakla birlikte Fransız cumhurbaşkanının ısrarı üzerine üye yapıldı. Görünüşe bakılırsa, bu tasarrufundan dolayı kaybetmedi, kazandı. Eğer o dönemde biz de üyelik için başvursaydık ne olurdu bilemem ama Yunanistan’la eş konumumuzu muhafaza edeceğimiz, bugünkü Yunanistanlı ve Rum Kıbrıslı Avrupa Birliği ile baş etmek mecburiyetinde kalmayacağımız kesin.

Daha sonraki ilişkilerimiz de hep inişli çıkışlı oldu. 1996’da Gümrük Birliği bile kurduk ama üyelik üzerinde fazla durmadık. Türkiye, Birlik’in Sovyetlerin dağılmasından sonraki büyük genişlemesinin dışında tutulunca sert tepki gösterdi. Ülkemizin Batı’dan kopmasından çekinen “dostlarımız” bizi üyeliğe davet ettiler. Kabul ettik. 2005’te üyelik müzakerelerine başladık. Ülkemizin üye olması için kendi sisteminde bir dizi değişiklik yapması, uyum yasaları çıkarması gerekiyordu.  Şunu hemen belirtelim ki, üyeliğimiz yolunda engeller de vardı. Rum Kıbrıs üye olmuştu ve Türkiye’ye üyelik için şartlar dikte etmek isteyecekti, Fransa ise kabul için halkoylaması gerekeceğini dile getiriyordu. Fakat, esas sorun Türkiye’nin niyeti ve isteğiydi. Başlangıçta Birlik taleplerine uygun birkaç adım atıldıktan sonra ilerleme durdu. Ülkemiz Birlik’e katılma düşüncesini erteledi. O dönem başbakan olan cumhurbaşkanımız, söylenenlere göre, bizi hiçbir zaman üye yapmayacaklarına kanaat getirdi.

Son zamanlarda Birlik ile aramızdaki aşılması gereken Gümrük Birliği anlaşmasının yenilenmesi ve genişletilmesi, Türk vatandaşlarının serbest dolaşımı, hiç olmazsa kolay vize almaları gibi konularda sorunlarla ilgileniyoruz, fakat bu konularda bile hissedilir bir ilerleme kaydedemiyoruz. Üyelik müzakereleri tıkanmış durumda. Ülkemiz bu kilitlenmeyi aşmak için herhangi bir adım atmıyor ama yine de üyelik süreci ilerlemiyor diye yakınmaya devam ediyor. Herhalde bu ısrar, diğer sorunların çözülmesi için baskı yaratmayı amaçlayan bir taktik olsa gerek. Yoksa, yöneticilerimiz de otoriter yönetime sahip, bu yönetimi de giderek güçlendirmeye dönük gayret içinde olan, özgürlükleri daraltan yasalar çıkaran bir ülkenin Birlik’in savunduğu değerlerden ve dolayısıyla üyelikten uzaklaştığını herhalde biliyorlardır.

Amerikan seçimlerinin sonuçları Avrupa ülkelerinin geleceğe dönük değerlendirmelerinde bir değişiklik yapması muhtemel gözüküyor. Trump, Kıta’nın savunmasına öncelik vermeyecekmiş gibi konuşuyor; hatta NATO’dan çıkmaktan söz ettiği ileri sürülüyor. Bu söylediklerinin ne kadarını yapar, onu bilemiyoruz. Ancak Amerika’nın savuna garantisinin eskisi kadar güvenilir olmadığı, Avrupa’nın gereğinde kendisini savunmaya hazır olması gerektiği aşikar. Bu durumda NATO’nun Avrupa’daki en büyük ordusuna sahip, coğrafi konumu önemli bir ülkeyi Batı camiasının içinde tutması önem kazanıyor. Bu durumda Birlik’in Türkiye’ye daha duyarlı davranması gerekecektir. Türkiye ile daha yakın işbirliği yapılmak isteneceğine kesin gözüyle bakabiliriz. Fakat muhtemelen bu tutum üyelik yolunda ilerleme şeklinde olmayacak, diğer muhtelif yakınlaşma ve birlikte çalışma yöntemlerini kapsayacaktır. Savunma gerekleri Birlik’in Türkiye’nin yanında İngiltere ile de sarsılan ilişkilerini iyileştirmesini teşvik edecektir.

Örgüt ve camia birbirinden farklıdır. Birlik içinde yer almayan ama camianın üyesi olan İsviçre ve Norveç gibi ülkeler var. Batı camiasını parçası olmak, camianın değerlerinin egemen olduğu bir ülke olmak dünyanın çeşitli ülkeleriyle karşılıklı fayda üzerine bina edilmiş ilişkiler kurmamıza mani değildir.

ÖRGÜT VE CAMİA BİRBİRİNDEN FARKLIDIR

Son yıllarda Türkiye bir Güney Avrupa ülkesi olarak görülmekten ziyade bir Orta Doğu ülkesi olarak görülmeye başlanmıştı. Yaşanan değişiklikler, ülkemizin yerinin yeniden Güney Avrupa olarak tanımlanmasının kapısını açıyor. Ancak esas sorun, Türkiye’nin kendisini nerede gördüğü, nereye ait olmayı istediğini düşündüğüdür. Türkiye liberal demokrasi ile yönetilen, hukukun üstünlüğünü şiar edinmiş, geniş fikir özgürlüğünün hüküm sürdüğü, iktidarın partiler arası rekabetle belirlendiği, özgür ve adil seçimlerin yapıldığı, sosyal piyasa ekonomisinin işlediği bir ülke olmayı mı istemekte, yoksa otoriter yönetimin egemen olduğu, önemli kararları bir liderin tek başına aldığı, muhtelif özgürlük ve demokrasi skalalarında aşağılarda yer alan bir ülke olmayı mı tercih etmektedir. Karar vermemiz gereken soru budur.

Eğer ülkemiz birinciyi tercih edecekse, Batı camiasının bir parçası olacaktır. Örgüt ve camia birbirinden farklıdır. Birlik içinde yer almayan ama camianın üyesi olan İsviçre ve Norveç gibi ülkeler var. Batı camiasını parçası olmak, camianın değerlerinin egemen olduğu bir ülke olmak dünyanın çeşitli ülkeleriyle karşılıklı fayda üzerine bina edilmiş ilişkiler kurmamıza mani değildir. Hatta Birlik üyesi olmamak, bizi onun kurallarını gözetme mecburiyetinden kurtardığı için, ülkemizin çok yönlü ilişkiler geliştirmesi bakımından bir kolaylık olduğu dahi düşünülebilir. Buna karşılık, camiaya mensubiyet daha ziyade ülkemizin nasıl bir toplum olmayı hedeflediğini gösterecektir. Türkiye’deki iç gelişmelerde dile getirilen talepler Türkiye’nin Batı camiasında yürürlükte olan siyasi ve iktisadi değerleri daha fazla benimsemesini, o camianın yönetim model ve anlayışlarını paylaşmamızı destekler mahiyettedir. Ümit ederiz ki iktidarımız da bu konuda farklı düşünmemekte, Batı camiasıyla bağlarımızı güçlendirmeyi arzulamaktadır.

Batı camiasının saygın ve güçlü bir üyesi olmayı becerebilirsek, dünyada da daha güçlü ve sözü dinlenen bir ülke olacağımız konusunda tereddüde yer yoktur. Buna karşılık sıradan Orta Doğulu otoriter rejimlerin dünya siyasetinde pek etkili olmadıklarını görmek için fazla araştırma yapmaya gerek yoktur.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER