© Yeni Arayış

Tanpınar’a Huzur Yok | 29. Bölüm | Azrail’in tazısı

Tanpınar’a Huzur Yok | 29. Bölüm | Azrail’in tazısı

Bıyık, üstdudağa yapıştırılmış kimliktir, yüzdeki tabeladır. Milliyetçi misin, komünist mi, İslamcı mı, bıyığından şak diye anlaşılır. Fakat Şahmat Bey’in hiçbir şey söylemeyen bıyıkları çok ince. Hapşırsa uçar gider!..  Tanpınar’a Huzur Yok romanın ilk tefrikasını okumak için buraya tıklayınız. Şahmat Bey deliydi besbelli. Soyunup orta yerde çırılçıplak takla atmasına hiç ihtiyaç yoktu. Sigarasını, tabanca şeklinde bir çakmakla yaktı. Ofisinin duvarlarında Al Capone, John Dillinger, Bugsy Siegel gibi gangsterlerin ve Judy Garland, Marilyn Monroe, Rita Hayworth gibi sinema yıldızlarının posterleri asılı. Masanın ardındaki mermer kaidenin üstüne oturtulmuş muazzam, süslü bir kafeste ihtiyar bir papağan tünemiş. Ben Karacaahmet Mezarlığı gibi adamım, er geç herkesin işi düşer bana. Dar ceketindeki kare desenler, bu şişman adamın yağlı gövdesinin kıvrımlarında yamulup yumulmuştu. Suratında gülünç bir öfke. Kocaman, bembeyaz ve seyrek dişleri hep meydanda. Bıyığı da bir tuhaf. Halbuki bıyık, üstdudağa yapıştırılmış kimliktir, yüzdeki tabeladır. Milliyetçi misin, komünist mi, İslamcı mı, bıyığından şak diye anlaşılır. Fakat Şahmat Bey’in hiçbir şey söylemeyen bıyıkları çok ince. Hapşırsa uçar gider!.. Sesi hem mikrofonik hem cırtlak. Vahşi bir karikatüre benziyor. “Sizden hep ‘Üstat’ diye bahsederdi rahmetli, heh heee… Üstat!” Papağan aksiseda gibi tekrarladı: “Üstat! Üstat! Üstat!” “Sizinle münasebeti…” “Ben Karacaahmet Mezarlığı gibi adamım, er geç herkesin işi düşer bana hih hih.” Karacaahmet, hakikaten İstanbul’un en eski kabristanıdır. I. Murad zamanından bu yana, yaklaşık 600 sene boyunca takriben 1,5 milyon cenaze defnedilmiştir. İstanbul nüfusu bu sene 1 milyon 450 bin civarında olduğuna göre… Zihnimi toparlayıp Gangster Şahmat’a daha sarih bir sual sordum: “Bahtiyar Bey’in gayrimeşru âlemle ne gibi bir irtibatı vardı?” “Hooooooop! Orada dur Ahmet Hamdi Tanpınar Hazretleri! Bizi, kalabalığın fikirlerini savunarak meşruiyet, haklılık ve coşku devşirmiyoruz diye ta’n eyleme [ayıplamak]! Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü siz yazmadınız mı? Afallamıştım: “E-evet?” “O romanda hülasa [özet-le] içtimai ve ferdî hayatımızın gayrimeşru bir tabiat taşıdığını söylemiyor musunuz? Yanlış mıyım? Bürokrasisiyle, ailesiyle, sosyetesiyle… bütün bir cemiyetin budalalık ile cürüm arasında adeta bir pandül gibi sallandığını, şümullü ve teferruatlı bir şekilde anlatmadınız mı?” Karikatür Şahmat’ın suratı, Goya portresi ciddiyeti kazanmıştı. “Dolayısıyla?..” Bizde hayaller gerçekleşmez, fıkralar gerçekleşir. “Heh heh… Biz belki sivil mücrimleriz, üç-beş kişinin kulağını çeker, birkaç zibidinin façasını alırız; lakin münevver bir mebus sıfatıyla zât-ı âliniz gayet iyi biliyorsunuz ki, asıl mesele, resmî mücrimlerin kaptıkları mevkiyi suiistimal ederek, milleti değil de şeytanı temsilen, lalettayin dalaverelerle nizamı ifsat edip şahsi menfaatleri peşinde körlemesine koşturmalarıdır. Onlar meşruiyeti tersyüz ediyorlar. Bense gayrimeşruyu inkara yeltenmiyorum. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün ne kurucusuyum ne de amelesi. Halit Ayarcı’nın yediği herzeler yanında bizim dümenimiz düzgün sayılır. En azından ahaliden alkış istemiyoruz!” “Anlıyorum… adı konmuş bela ile mükafat süsü verilmiş ceza arasındaki fark az-buz değil. Soygun, ferde de cemiyete de bir kereliğine zarar verirken, sömürü daimî bir ezadır. Kendi evlatları tarafından sömürülen bir milletin cefası bitmez; kendi milletine sürü nazarıyla bakanların da gözü doymuyor.” Şahmat Bey sigarasını söndürdü: “Hakiki bir üstat gibi konuştunuz heh heh… Size kanım kaynadı. Kahve mi içersiniz, viski mi?” “Öğleüstü viski almayayım.” Kapıdaki nöbetçilere “Bize iki kahve!” diye seslendikten sonra bana dönüp sordu: “Şekerli mi?” “Sade.” Tekrar seslendi: “Biri sade!” Şahmat, alakasız bir mevzu açtı: “Birgün kuşçuya uğradım. Nuruosmaniye tarafında bir dükkan. Bir papağanın fiyatını sordum. Kuşçu ‘Bu papağan 20 kelime konuşur. Fiyatı 400 lira’ dedi. ‘Şu kaça?’ ‘O 600 lira, 40 kelime bilir.’ ‘Ya şu?’ ‘750’ye bırakırım. 100 kelime söyler. Sorulara cevap verir.’ Fransızca bilen, şarkı söyleyen, şiir okuyan papağanlar derken fiyat 1500 liraya kadar yükseldi. Nihayet, bir köşede tüyleri dökülmüş, ihtiyar bir papağan gözüme çarptı. Gagasında sigara. Kuşçuya sordum: ‘Şunun fiyatı nedir?’ ‘10 bin’ dedi. ’10 bin mi?! Kaç dil konuşuyor?’ ‘Hiç konuşmuyor. Öylece durup somurtuyor.’ İyice meraklandım: ‘O halde neden bu kadar pahalı?’ ‘Çünkü diğer papağanlar ona Üstat diyor!’ Ben de bastırdım parayı, aldım Üstat’ı!” Sol elinin başparmağıyla arkadaki kafeste tünemiş iri kuşu gösteriyordu. Papağan “Üstat! Üstat!” diye öttü. “İyi de Şahmat Bey, bu anlattığınız bir fıkra?” “Bizde hayaller gerçekleşmez” dedi “fıkralar gerçekleşir mirim. Bir de…” “Evet?” “Şahsen benim tam da silah-külah kuşanmamdan neşet eden bir imtiyazım var: Doğru kişilere münasip küfürler sallayabiliyorum!” Ancak bir ahmak kendini Tanrı zanneder. En büyük duam, onlardan biri olmamaktır. *** Kahveleri höpürdetip sigara tellendirirken Gangster Şahmat daldan dala konuyordu: “Ancak bir ahmak kendini Tanrı zanneder. En büyük duam, onlardan biri olmamaktır” “Konuya dönersek…” “Ben de onu diyorum zaten Üstat! Bahtiyar Kont’un peşinde bir adam vardı… Hey gidi rahmetli…” Öne doğru eğilip fısıldadı: “Kim olduğunu gizlemekle kalmaz, ne olduğunu belli de etmezdi.” “Kimden söz ediyorsunuz?” “Bahtiyar Bey’den bittabii.” “Peşindeki adam…” “Azrail’in tazısı gibiydi namussuz! Ecnebiydi. Tatar mı, Kazak mı, Rus mu?..” “Kimmiş bu ecnebi? Ne istiyormuş? Bahtiyar’ın kâtili o mu sizce?” “Viktor Shishkin. Derdi neydi bilmiyorum. Zannımca kız meselesiydi.” “Kız meselesi mi?” “Valla aklıma başka şey gelmiyor. Kuvvetle muhtemel ki âşıkların kapışmasıydı. Nermin Mermi adlı bir kadın ölmüştü. Tabutla, Hıristiyan usulü gömdük hatunu.” “Ne?! Nereye?” “Daha neler! Amma çok sual sordunuz Üstat! Tamam işte, olan oldu, o defterler kapandı…” “Son bir şey…” “Nedir?” “Bahtiyar Kont’u Viktor Shishkin vurdu, değil mi?” “Hiç ihtimal vermiyorum.” “Çünkü?..” “Çünküsü, Viktor’u kendi ellerimle paket ettim.” “Paket mi?” “Boğup geberttim kuduruk teresi!” https://yeniarayis.com/muratmentes/opucukten-agzi-yanan-asik/

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER