© Yeni Arayış

Avrupa’nın en güzel terasından…

Syntagma (Anayasa) meydanındaki Hotel Grande Bretagne’ın terasına geldik, Nihan’la birlikte birer kokteyl içip günbatımı izliyoruz. İnce bir estetiğin, zarafet ve şıklıkla buluştuğu bu otelin sekizinci katındaki terastan Atina’yı görüyorum.

İtalyan sinemasının en büyük isimlerinden biri olan Marcelo Mastroianni, yetmişlerde gelmiş, burada kalmış, içecek menüsüne imza atmış.

Elime tutuşturulan menüde Mastroianni’nin imzası yer alıyor.

Syntagma -Anayasa- meydanındaki Hotel Grande Bretagne’ın terasına geldik, Nihan’la birlikte birer kokteyl içip günbatımı izliyoruz.

İnce bir estetiğin, zarafet ve şıklıkla buluştuğu bu otelin sekizinci katındaki terastan Atina’yı görüyorum.

Benim karşımda meydan var; Parlamento binası, 1896’daki ilk olimpiyatlara ev sahipliği yapan stadyum, Atina’nın çoğu kiremit damsız beyaz evleri…

Nihan, Akropol’ün ardından denize inen güneşi takip ediyor.

İkinci Dünya Savaşı’nı bu otel üzerinden anlatan bir film çekildi mi acaba?

Önce, kısa bir süre, İtalyanlara karşı savaşırken Yunan, daha sonra işgalle birlikte Nazi, nihayetinde de özgürlükten sonra İngiliz ordusunun kurmayları bu oteli karargâh bellemiş.

Ama şimdi benim bu savaş anılarını buraya taşıma hakkım yok; sadece bu otelin zarafetinden, terasın güzelliğinden, kokteylin lezzetinden, Akropol’ün vakarından, erimek istemeyen güneşin ateşli turuncusundan falan konuşabilirim.

Gene de otele dair biraz malumatfuruşluk yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum: 19. yüzyılın ortasında açılmış, elektrik tesisatına sahip ilk otelmiş, 1896 Olimpiyatlarının açılış kokteyli burada verilmiş, Churchill burada kalmış -benim içtiğim viskili kokteylin adı da Winston Churchill’di.

Bütün bu hikayeler güzel olsa da, sadece uzun uzun günbatımını anlatmak istiyorum.

Bulutların beyazlığını sarılara, turunculara, pembelere, eflatunlara boyayan güneşten ateşli huzmeler yayılıyor.

Şimdi Nihan’ın arkasından güneşin batışı izlediği Akropol’ü bu sabah dolaştık; Parthenon’dan tiyatrolara gittik, Fidyas’ın heykellerine uzun uzun baktık, zamanın yok ediciliğine meydan okuyan bu kadim yerin görkemine hayran kaldık.

Atina’da bir tane bile yüksek apartman olmamasının sebebi de Akropolis’miş, herkes, baktığı her yerden görebilsin diye şehri bodur ağaçlar gibi belli bir boyda tutmuş, büyüyüp serpilmesine izin vermemişler.

Yunanistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra Atina’yı başkent yapmaya karar verdiğinde burası nüfusu hepi topu on bin kişi olan küçücük bir şehirmiş.

Gerçi, o zaman da Akropolis var, ama bütün numarası işte o kadar.

Bazı rivayetlere göre, Atina’nın nüfusunun çoğu aslen Yunanlılardan değil, Osmanlı’nın buraya yerleştirdiği Arnavutlardan oluşuyor.

Atina’nın başkent olarak seçilmesinde rekabetin belirleyici bir etkisi var.

Atina küçük de olsa Solon demek, Sokrates demek, Sofokles demek; yani, hukuk da burada, felsefe de, tragedya da.

Yunanistan’ın kurucu aklı, başkent olarak Sparta yerine Atina’yı seçerek gelecek ve toplum tahayyülünü de ilan etmiş oluyor diyebiliriz. Savaşçılıkla yoğrulmuş Sparta’nınhoyratlığında ne bu otel olurdu, ne bu teras ne de bu kokteyller.

SPARTA’NIN HOYRATLIĞINDA NE BU OTEL OLURDU, NE BU TERAS

Öte yandan, aynı dönemde, Atina’yla tarihi bir rekabet içinde bulunan Sparta var.

Sparta deyince, son kertede, savaş demiş oluyoruz; Spartasız savaş mümkündür ama savaşsız Sparta imkân dahilinde değildir.

Yunanistan’ın kurucu aklı, başkent olarak Sparta yerine Atina’yı seçerek gelecek ve toplum tahayyülünü de ilan etmiş oluyor diyebiliriz.

Savaşçılıkla yoğrulmuş Sparta’nın hoyratlığında ne bu otel olurdu, ne bu teras ne de bu kokteyller.

Kadimle mükemmelin birleştiği bir yerdeyim.

Ama bu kusursuzluk da bazen ürkütücü oluyor, insan böyle anlarda büyük felaketlerin sırasını beklediğini hissediyor.

Güneş battığına, viski de bittiğine göre artık buradan kalkmamız, Atinalı bitirimler gibi kendimizi sokağa atmamız, “hayde bre!” diye bağırmaktan çekinmemiz, Plaka’nıntavernalarında birkaç kadeh uzo içip biraz cacıki, dolma, ahtapot, kalamar, midye yememiz, sonra biraz daha uzo içmemiz ve günün kusursuzluğunu içtiğimiz içkilerle seyreltmemiz lazım.

Avrupa’nın en güzel otellerinden birinin büyüleyici terasını ancak salaş bir tavernanın dünyayı umursamaz bohemi dengeleyebilir.

Mastroianni’nin hükmü burada bitti, benim bitirim hayatım başlıyor.

Gece otele kostaklanarak dönerken ansızın bir s’agapo şarkısı tutturabilirim.

Kimse bana karışamaz.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER