© Yeni Arayış

Avrupa endişeli: Yalan ve nefret makinesi Trump'ın dönüşü

Trump’ın NATO’nun işlevselliğine dair eleştirilerini üst perdeden sürdürmesi, Avrupa’nın güvenlik konusunda daha fazla sorumluluk almasını ve daha fazla endişeye kapılmasını tetikleyebilir. Burada önemli olan AB’nin kendi güvenlik altyapısının ne durumda olduğu.

ABD'de, sandıklardan gelen sonuçlar, eski başkan Donald Trump'ın seçimi kazandığını gösteriyor. Trump'ın "zafer konuşması"nı dinlerken "nasıl bir yazı yazmalıyım bu konuda acaba" diye düşünüyorum bir yandan. Avrupa'da yaşayan ve kıta politikasıyla ilgilenen bir gazeteci olarak, Trump'ın -henüz resmileşmeyen- seçim zaferinin Atlantik'in iki yakasını nasıl etkileyeceği meselesinin oldukça önemli olduğuna inanıyorum. Trump'ın bir önceki döneminde AB'nin lider ülkesi Almanya ile yaşanan sorunlar hâlâ hafızalardaki tazeliğini koruyor zira.

Demokratların adayı Kamala Harris ve Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump'ın seçim kampanyaları sırasında yaptıkları konuşmaları elimden geldiğince takip etmeye çalıştım. Kaba hatlarıyla Harris'in, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunların çözümüne yönelik net projeler ortaya koyamadığı için bu seçimi kaybettiğini düşünüyorum. Bunun dışında Harris'in kampanyası oldukça dengeliydi. Örneğin, televizyon tartışmasında olanca faşistliği ve şiddete meyilli halleriyle, "kaçak göçmenlerin Amerikalıların evcil kedi ve köpeklerini çalarak yedikleri" yalanını söyleyen Trump karşısında oldukça soğuk kanlı ve sağlam bir duruş sergilemişti Harris. En önemli politik argümanı "kaçak göçmenlerin kedi ve köpekleri yeme" zırvası olan bir başkan adayı nasıl oluyor da seçim kazanabiliyor? Birçok ABD vatandaşı için yanıtı, türlü türlü psikolojik sıkıntılara savrulmaya neden olabilecek bir soru bu. Bir kadına cinsel saldırıdan hüküm giymiş, taraftarlarını Kongre Binası'na saldırtmış ve burada cinayetlere sebep olmuş, insanlara "Ya Trump ya da  ölüm" diye pankartlar taşıtmış, Qanon benzeri sapkın tarikatları destekleyen, yalancı, ülkede yaşanan tüm sorunların kaynağı olarak göçmenleri şeytanlaştıran bir "hükümlü" nasıl yeniden Beyaz Saray'a çıkabildi? Açık olan şey şu ki bana göre, tüm bunlar Trump tapınıcıları açısından hiçbir şey ifade etmiyor. Onlar, Trump'ı sözde "ABD'yi yöneten pedofil çete" ile mücadele eden mitolojik bir kahraman olarak görüyorlar.

Peki hükümlü Trump bu seçimi nasıl kazanabildi? Aslında Avrupa'da ya da ABD'de seçim kazanmak için yapmanız gereken şey çok basit. Tek bir sihirli kelime var: "Göç"... Bu kadar. Yapacağınız şey, politika yaptığınız ülkenin başat milliyetini yüceltmek, göçü ve göçmeni şeytanlaştırmak. ABD'li ya da Avrupalı beyaz seçmenler için yeterli bu argüman. Geri kalan her şey boş. Ekonomi, sağlık, eğitim, dış politika vs... Hepsi boş bunların. Onlara göre, zaten tüm diğer politik alanlarda yaşanan sıkıntılar da göçmenlerden kaynaklı nasıl olsa. Cinayetler, tecavüzler, bozuk ekonomi, hırsızlık vs... Hepsi göçmenlerle ilişkili. İsveç Demokratları adlı neonazi partisi yetkilileri mealen, "Bize 'tek bir İsveçli beyaz suç işliyor' dedirtemezsiniz. Ülkede işlenen tüm suçları, hepsini ve tek bir istisna olmaksızın göçmenler işliyor" dememiş miydi? Demişlerdi ve ne oldu sonra? Bu parti oy patlaması yaparak genel seçimde ikinci parti oldu ve şimdi geri planda da olsa ülkeyi yönetiyor. Tam bir "(göç, göçmen) de canımız ye" durumu yani. 

Donald Trump'a dönelim biz. Dünya faşistlerinin kutup yıldızı Trump, bu seçimi de ülkesini "göçmenlerden arındıracak bir süpermen" algısıyla kazanmış görünüyor ama sahibi olduğu şantiyelerde, kumarhanelerde veya golf kulüplerinde kendisi için çalışan binlerce "ucuz iş gücü göçmen" olması mesele değil tabii ki. Bu durum, onu "yarı tanrı" olarak gören tapınıcılarını hiçbir zaman rahatsız etmedi sanıyorum. Bir başkan adayının yaşadıkları tüm sorunlara çözüm olarak -aslında hepsinin zaten üzerinde hem fikir olduğu- şeyi nihayet söylemesi hoşlarına gitti: Suç yabancılarda... Günah keçisi yabancıları kitleler halinde kov ülkeden ve her şey bir anda düzelsin. Tam bir sihir bu. Alman faşistlerinin partisi Almanya için Alternatif de (AfD) aynı sihirli değneğe sahip bu arada. Ülke ekonomisini Almanlarla birlikte sırtlayan göçmenleri kovacaklar ve sonrası süt liman... Bayılıyor bu fikre faşist sempatizanı bazı Almanlar.

Diğer yandan, seçim öncesinde birçok televizyon kanalı Trump seçmenlerinin psikolojisine ilişkin saha araştırmalarının sonuçlarına yer verdi. Sosyal medyada rastladığım bir yayın çok ilginçti örneğin. Genel olarak, takipçilerinin Trump'ın özellikle "cinsel saldırı" ve "kampanya bağışlarını gizleme" suçları nedeniyle milyonlarca dolar para cezasına çarptırılmasını umursamadıkları anlaşılıyordu. Tüm olan biteni bir "siyasi av" olarak niteleyenler de oldukça fazlaydı. Trump hayranı Jeff Lenderink adlı bir vatandaşın sokak röportajında söyledikleri durumu özetler nitelikteydi: Umrumda değil. Artık ona (Trump'a) daha da fazla oy vermek istiyorum. Çünkü Demokratlar kimden nefret ediyorsa onu seviyorum.

Trump'ın başkanlığındaki bir ABD'nin Avrupa için "koruyucu" pozisyonunu hızla terk edeceğinden hareketle "AB'nin kendi nükleer şemsiyesini" oluşturmasına yönelik tartışmalar yeniden alevlenecektir. 

ENDİŞELİ AVRUPA

Trump'ın seçim zaferinin ardından siyaset uzmanları, "ABD'nin otoriter bir surete bürüneceğini" ifade ediyorlar. Ne de olsa karşımızda, tapınıcılarını Kongre Binası'na saldırtan, "devleti temizlemek" ve "siyasi rakiplerini yargıtlatma" niyeti olduğunu açık şekilde ifade eden bir müstakbel başkan var. Aslında bu, yalnızca Amerikalılar için kötü haber değil. Ülke Batılı diğer demokrasiler için de rol model olabilir. Unutmayalım ki kötüler de örnek alınabilir.

Trump'ın zaferi, özellikle küresel düzeyde etkiler yaratarak, Avrupa Birliği'nin (AB) pozisyonunu da önemli ölçüde etkileyebilecek bir potansiyele sahip. Trump’ın ilk başkanlık dönemi boyunca, “Önce Amerika” (America First) sloganıyla şekillenen dış politikasının, transatlantik ilişkilerde köklü değişiklikler yarattığı unutulmamalı. Trump yönetiminin NATO’ya karşı takındığı soğuk ve mesafeli tavır, savunma harcamalarının arttırılması baskısı ve ABD’nin geleneksel müttefiklerine yönelik yıkıcı eleştirileri, Avrupa’da bir güven krizine yol açmıştı. Özellikle Almanya ve Fransa gibi lider ülkeler, Trump’ın savunma ve ticaret konularında takındığı agresif pozisyonlar nedeniyle daha bağımsız bir dış politika geliştirme arayışına yönelmişlerdi. Buradan yola çıkarak ifade etmek gerekirse Trump’ın yeni döneminde bu tutum daha da katılaşabilir ve AB ile olan güvenlik ortaklığı giderek zayıflayabilir. Trump’ın NATO’nun işlevselliğine dair eleştirilerini üst perdeden sürdürmesi, Avrupa’nın güvenlik konusunda daha fazla sorumluluk almasını ve daha fazla endişeye kapılmasını tetikleyebilir. Burada önemli olan AB’nin kendi güvenlik altyapısının ne durumda olduğu. Trump'ın başkanlığındaki bir ABD'nin Avrupa için "koruyucu" pozisyonunu hızla terk edeceğinden hareketle "AB'nin kendi nükleer şemsiyesini" oluşturmasına yönelik tartışmalar yeniden alevlenecektir.  Özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un önerdiği, "Avrupa Ordusu Projesi"ne yönelik hazırlık çalışmaları, Trump ile birlikte daha fazla ivme kazanacaktır.

Ekonomistler, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Çin ile olan ticari rekabetin daha da şiddetlenmesi beklediklerini ifade ediyorlar. Bu nedenle AB, ABD ve Çin arasındaki rekabetin doğrudan etkilerinden kaçınmak için tarafsız kalma politikasını sürdürmek isteyecektir ama Trump yönetiminin Avrupa’yı Çin’e karşı daha fazla iş birliğine zorlaması, AB için yeni bir baskı unsuru olacaktır.

"ÇİN" MESELESİ...

Öte yandan bir de "Çin" meselesi var. Çin, AB'nin en önemli ticaret partnerlerinden biri.

Ekonomistler, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde Çin ile olan ticari rekabetin daha da şiddetlenmesi beklediklerini ifade ediyorlar. Bu nedenle AB, ABD ve Çin arasındaki rekabetin doğrudan etkilerinden kaçınmak için tarafsız kalma politikasını sürdürmek isteyecektir ama Trump yönetiminin Avrupa’yı Çin’e karşı daha fazla iş birliğine zorlaması, AB için yeni bir baskı unsuru olacaktır. Özellikle Almanya ve Fransa gibi büyük Avrupa ekonomilerinin Çin ile güçlü ticari ilişkileri bulunması, Trump’ın bu talebine karşı direnç göstermelerine neden olabilir. Yani dengesiz Trump'ın olası başkanlığı AB için sıkıntılı günlerin işaret fişeği gibi.

Öte yandan, Cumhuriyetçi Parti'nin iktidarı yeniden ele geçirmesini Trump ve onun faşist komplolarına yaygın bir destek olarak algılamak doğru olmaz kanımca. Çünkü Cumhuriyetçilerin önderliğindeki bir Kongre'nin uygulayacağı sermaye yanlısı politikalara geniş bir halk desteği olmadığı anlaşılıyor esas olarak. Trump'ın kırsaldan büyük oranlarda oy aldığı ifade edilse de "Zenginler için yeni vergi indirimleri, refah harcamalarında kesintiler - özellikle sağlık ve sosyal güvenlik programlarında - göçmenlere yönelik yoğun saldırılar ve polis şiddetinin artması" vb... Adanmış Trumpist faşistlerin dışında sağlıklı bilince sahip insanlar nesini desteklesin bu çarpıklığın? Cumhuriyetçilerin seçim başarısının, Demokrat Parti'nin gerici, iflas etmiş politikalarına ve iki partili tekelin işçi sınıfı için temsil ettiği çıkmaz sokakla ilgili olduğunu düşünüyorum esasen. Demokratlar görevde oldukları süre içerisinde nüfusun büyük çoğunluğunun, özellikle emekçilerin yaşam koşullarını iyileştirmek çok fazla bir çaba sarf etmediler doğrusu. Göçmenlerin haklarına yönelik bir olumlu bir ilerleme de olmadı maalesef. Bunun yerine sığınmacıların sınır dışı edilmesi rekor seviyelere yükseldi hatta bu alanda Trump döneminin bile geride bırakıldığı ifade ediliyor.

Trump ya da Avrupalı neofaşistlere bakıldığında; yalan yaymak, nefreti körüklemek ve rakiplere küfretmek siyasette kazandırıyor anlaşılan o ki. Trump'a oy verenler, bunun demokrasiye ne denli zarar verdiğini göremiyorlar mı? Bu yıkıcı, demokratik siyaset karşıtlığı nasıl bu kadar başarılı olabiliyor? Seçimin galibinin kim olduğu önemli değil bu noktadan sonra. Çünkü demokrasi karşıtlığı çoktan kazandı ABD'de. Demokrasi ancak seçmen ona inanırsa ayakta kalır. Bu nedenle ABD’de demokrasinin halen ayakta olup olmadığı da tartışmalıdır bu saatten sonra.

Sonuç olarak, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki farklar, görünüşte belirgin olsa da tamamen taktikseldir. Demokratlar, işçi sınıfını etnik ve toplumsal cinsiyet çizgileri boyunca bölmek için kimlik siyasetinin demagoglarını öne sürerken, sendika aygıtını da işçi sınıfını bastırmak için kullanırlar. Bu tabloda, Cumhuriyetçiler ise sınıf mücadelesine yönelik "beklenen performansı bir türlü sergileyemeyen" sendikaları tamamen ortadan kaldırarak vahşi bir polis devletine geçiş yapmak istiyorlar. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, tüm varlıklarıyla sermaye sınıfının hizmetinde. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Bunlar, kapitalist ve emperyalist gericiliğin iki partili sisteminin bileşenleri o kadar. Bu bağlamda, ABD'liler açısından seçim meselesine bakarsak, "Ha Ali Veli ha Veli Ali"... Bu arada, yazının sonuna geldiğim bu anlarda gazeteler ve televizyonlar, "ABD Başkanlık seçimini Donald Trump'ın kazandığını" "son dakika" olarak bildiriyorlar. Herkese kolay gelsin.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER