© Yeni Arayış

Avantacılığın, rant kollamanın yeni sloganı: “İç cepheyi güçlendirelim”

“İç cepheyi güçlendirelim” sözcülerinin kısm-ı azamının en belirgin birinci özelliği temel evrensel hukuk ilkelerini zerre mertebesinde ciddiye almamaları, Anayasayı hiçe saymaları, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını uygulamamaları, her anayasal toplanma ve gösteri özgürlüğünü kullanmak isteyen gruba kolluğun şiddet kullanmasını desteklemeleri…

Bizim kuşağın, savaş görmemiş bir kuşağın aklına cephe dendiğinde 70’li yılların milliyetçi cephe hükümetleri geliyor öncelikle.

Süleyman Demirel’in (Adalet Partisi) başbakanlığında Necmettin Erbakan (Milli Selamet Partisi), Alpaslan Türkeş (Milliyetçi Hareket Partisi) ve Turhan Feyzioğlu’nun (Güven Partisi) oluşturdukları iki milliyetçi cephe hükümeti geliyor aklımıza, üniversite öğrencisi idim o tarihlerde, gerçekten çok berbat günlerdi o günler, hala karanlıkta kalmış sayısız cinayet işlenmişti o tarihlerde ve zaten süreç bir biçimde 12 Eylül darbesine geldi, dayandı.

Bugün toplumun çok önemli bir bölümü çok haklı gerekçelerle Erdoğan rejiminden ve AKP-MHP koalisyonundan çok şikayetçiler ve dertlerini ummana dökerken söze hep “son 22 senedir..” diye başlamayı tercih ediyorlar, tekrar ifade ediyorum, yerden göğe kadar haklılar ama bu “son 22 senedir….” diye söze başlamak sanki 2002 öncesi bir asr-ı saadet yaşanmış izlenimini veriyor ki bu hiç ama hiç doğru değil, 1980 öncesi işlenen o cinayetleri hatırlamaları, hatırlamayanların da internetten bir zahmet öğrenmelerinde, Susurluk’u, 1994, 1999 krizlerini, Madımak’ı başkalarını hatırlamalarında büyük fayda var.

Bizim kuşağın aklına ise, “bilmem ne cephesi” dendiğinde hep bu dönem, bu cinayetler, bu cinayetlerin tetikçileri, azmettiricileri geliyor ve cephe lafına illet oluyoruz.

Milliyetçi cephe formülü ne kadar berbat idi ise “iç cephe” ve iç cepheyi güçlendirelim” ifadeleri de aynı ölçüde berbat.

“Milliyetçi cephe” ifadesi Türkiye’yi ister istemez, muhtemelen de iradi olarak içeriden bölmeyi amaçlayan bir ifade idi, sonuçlarını gördük, yaşadık; “iç cephe” ifadesi ise hiç ama hiç evrensel hukuk mutabakatına gönderme yapmadan ortak paydası belirsiz bir homojen Türkiye yaratmayı amaçlayan, evrensel hukuk ilkeleri ve rekabetçi ekonomiyi dışlayan bir Türkiye’yi buram buram özleyenlerin bir uydurması.

Umarım Türkiye bu “iç cepheyi güçlendirelim” saçmalığına fazla prim vermeden bu dönemi atlatabilir ama ne yalan söyleyeyim, bu “iç cepheyi güçlendirelim” formülünün sadece AKP ve MHP seçmenine değil, Türkiye’nin medyan seçmenine, hatta sisteme değil de sadece Erdoğan’a ve AKP’ye muhalif kesime de kısmen cazip gelebilecek bir formül olabileceğini düşünmüyor değilim, bu “iç cephe” ifadesini Erdoğan’dan, Bahçeli’den duyuyoruz da ama aynı zamanda Ergenekonculardan da duymuyor değiliz, bu “iç cephe” lafını kim çıkardı ise çok başarısız değil doğrusu.

Bizlere de düşen görev bu “iç cepheyi güçlendirelim” ifadesinin içinin hangi tuzaklarla dolu olduğunu, ne korkunç sonuçlara yol açabileceğini elimizden geldiği kadar topluma duyurmak.

“İç cepheyi güçlendirelim” sözcülerinin kısm-ı azamının en belirgin birinci özelliği temel evrensel hukuk ilkelerini zerre mertebesinde ciddiye almamaları, Anayasayı hiçe saymaları, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını uygulamamaları, her anayasal toplanma ve gösteri özgürlüğünü kullanmak isteyen gruba kolluğun şiddet kullanmasını desteklemeleri, en azından görmemezlikten gelmeleri, kamu bürokrasisini en ehliyetsiz ama siyasi güç odaklarına en yakın kişilerle doldurmaları, vs.

Lütfen ekranlarda, yazılı basında “iç cepheyi güçlendirelim” diyenleri duyduğunuzda insiyaki bir biçimde bu ifadeyi kullananların mesela Osman Kavala, mesela Can Atalay, mesela Selahattin Demirtaş yargı kararları karşısındaki pozisyonlarına da bir bakın.

“İç cepheyi güçlendirelim” demek evrensel hukuk ilkelerini ciddiye almayalım demek ya da yeni Yargıtay Başkanımız (!) gibi “AB hukuk ilkelerinden uzaklaşalım, yerli ve milli hukuk ilkelerimizi yaratalım ve bunlara sarılalım” demek özetle.

“İç cepheyi güçlendirelim” diyenlerin ikinci ortak paydası Türkiye’nin AB tam üyelik sürecine karşı olmaları, biraz daha seküler “iç cepheciler” de “AB tam üyeliğinin Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesine aykırı olduğunu söyleyenler.

“İç cepheyi güçlendirelim” diyenlerin üçüncü ortak paydası ise dışa açık, tam rekabetçi bir piyasa ekonomisine karşı olmaları, kamu ihalelerinde her zaman 21-b’yi tercih etmeleri, devlet teşviklerini sadece yandaşlara aktarmaları, iş güvenliği ve işçi sağlığını hiç ciddiye almamaları ve böylece de günde altı iş cinayetine* yardım ve yataklık yapmış olmaları.

Evet, böylece “iç cephecilerin” temel özellikleri yavaş yavaş ortaya çıkıyor.

Nasıl bir homojen iç cephe istedikleri ortada, dışa kapalı hukuk ve iktisat dayatarak devlet rantları kollamak temel ve gerçek dertleri.

Güçlü ve tutarlı bir dış politika arayışı bahane, hukuksuzluk, devlet rantları kollamak şahane.

İşin özeti bu galiba. 

“İç cepheciliğin” bir göstergesi de bizde galiba vergi cennetlerine kaynak transferlerini gündeme almamamız. Mustafa Destici acaba neden “Erdoğan Resmî Gazetede vergi cennetleri listesini yayınlamazsa Türkiye Suriye gibi, Irak gibi olur” demiyor?

VERGİ CENNETLERİNE KAYNAK TRANSFERLERİNİ GÜNDEME ALMAMAK

Ha, bir de iç cephe pastasının kaymağı var, o da BBP Genel Başkanı Mustafa Destici.

Ne demiş üstad?

“Limiti yüz bin lirayı aşan kredi kartlarınızdan 750 lira vermezseniz, sonunuz Suriye gibi, Irak gibi, Lübnan gibi olur” demiş, inanamadım ama baktım karşımda inanılmaz bir Destici ve “iç cephe” gerçeği duruyor.

Aklıma da nedense Erdoğan’ın Resmî Gazetede yayınlamasını dört gözle beklediğimiz vergi cennetleri listesi geliyor, malûm, vergi cennetlerine para transferi güya yasal ama bunun hem resmen yasallaşması, hem de bu transferler üzerinden maliyenin bir küçük kesinti yapabilmesi için Erdoğan’ın bu vergi cennetleri listesini Resmî Gazetede yayınlaması lazım ama nedense, muhtemelen çok meşgul Erdoğan, bu vergi cennetleri listesini bir türlü yayınlanamıyor ve bu kaynak transferlerinden maliye kesinti yapamıyor.

“İç cepheciliğin” bir göstergesi de bizde galiba vergi cennetlerine kaynak transferlerini gündeme almamamız.

Mustafa Destici acaba neden “Erdoğan Resmî Gazetede vergi cennetleri listesini yayınlamazsa Türkiye Suriye gibi, Irak gibi olur” demiyor?

Mustafa Destici de iç cepheci mi acaba?

Yukarıdaki cümleyi bir kez daha yazacağım, “iç cephecilik” bahane, evrensel standartlarda bir vergi sistemi kurmamamız ise şahane.

Özetle iç cephe arayışımız da en şahane galiba. 

*Kendilerine sorarsanız, Türkiye’nin içinden geçtiği ekonomik konjonktür ve hiç geçmeyen gelişmekte olan ülke statüsü Türkiye’nin batı Avrupa ve ABD standartlarında bir işçi sağlığı ve iş güvenliği ortamı yaratmaya müsait değil, hele bir yirmi bin doları bulalım kişi başına, o zaman düşünürüz derler, AB müzakere sürecinde önünde siyasi engel olmamasına rağmen “çalışma yaşamı” dosyasının müzakereye açılmasına sırtlanlar gibi karşı çıkarlar. 

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER