© Yeni Arayış

Artık durun!! Her şey siyaset değildir!!

Adaletin olmadığı yerde güvenliğin olamayacağı aşikardır. Cezasızlık ise adaletsizliğin en belirgin ve en can yakıcı kısmıdır. Fakat belirtmek gerekir ki; adaletin olmadığı yerde siyaset yapmanın bile mümkün olamayacağı bilinmelidir. Zira, geldiğimiz noktada, ne güvenlikten, ne de ne yaptığını bilen bir siyasetten bahsetmek mümkün değildir. Çünkü her şey siyaset değildir… Kadınların, çocukların, insanların can güvenliği her şeyin üzerindedir.

Themis, Yunan mitolojisinde adalet ve düzen tanrıçası olarak bilinmektedir. Hukuk dünyasında sembolleşen Themis tanrıçası adaleti simgelemektedir. Tüm hukukçuların masasında mutlaka bulunan bu sembol aynı zamanda adalet mekanizmasındaki en önemli detayları bize hatırlatmaktadır.

Tanrıçanın gözlerinin bağlı olması tarafsızlığı, bir elinde teraziyi tutması eşit ve adil yargılamayı, diğer elinde kılıcın yer alması ise adaletin verdiği hükümlerin yerine getirilmesi gerekliliğini anlatır. Adalet sisteminin olmazsa olmaz bu kavramlarını bize her fırsatta hatırlatan Themis tanrıçası, sembolize ettiği kutsal değerlerinden artık oldukça uzakta yer almaktadır. Masalarda ya da adaletin temsil edildiği makamlarda bir aksesuar olmaktan öte hiçbir anlam ifade etmemektedir.

Her şeyin görüntüden ibaret olduğu “gösteri çağı”nda sembollerin sadece sembol olarak yer alması elbette şaşırtıcı değildir. Tüm değerlerin içinin boşaltılıp sadece şekilsel olarak devam etmesi de artık kanıksadığımız durumlardandır.  Fakat adalet gibi tüm sistemlerin bel kemiğini oluşturan bir mekanizmanın değerlerinden gittikçe uzaklaşması ne anlaşılır ne de kabul edilebilir bir durumdur.

Adaletin olmadığı yerde kanunsuzluk vardır. Kişilere - kurumlara göre değişen ve uygulanan ve hatta uygulanmayan yasalar vardır. Şiddet vardır. Faillerinin hak ettikleri cezaları almadıkları ve bu nedenle her geçen gün büyüyen, her yeri saran büyük bir şiddet sarmalı vardır…

ADALETİN OLMADIĞI YERDE ŞİDDET SARMALI VARDIR

Bireylerin güven içinde yaşamasının ana unsuru olan adalet sistemi, her türlü bozulmaya ve çürümeye karşı, varlığını devam ettirmek zorundadır. Aksi takdirde o ülkede, ne güvenlikten ne de herhangi bir anlamda kalkınmadan söz edilebilir. Adalet, güvenin, huzurun, refah içinde yaşamanın, ekonomik kalkınmanın ve barışın başat aktörüdür. Adalet, düzenin sağlayıcısı ve taşıyıcısıdır. Adalet, devlet ve millet olabilmenin en temel gerekliliğidir.

Adaletin olmadığı yerde kanunsuzluk vardır. Kişilere - kurumlara göre değişen ve uygulanan ve hatta uygulanmayan yasalar vardır. Şiddet vardır. Faillerinin hak ettikleri cezaları almadıkları ve bu nedenle her geçen gün büyüyen, her yeri saran büyük bir şiddet sarmalı vardır… Öyle bir sarmal ki, içine en çok kadınları, çocukları dahil eden ama yine de dikkate alınmayan, yayılan, yayıldıkça hepimizi karanlığa boğan bir yok oluş sarmalıdır bu

Cezasızlık kavramını tartışmak istediğimizde genellikle kadın meselesi olarak değerlendirilip önemsizleştirilmek istense de, şiddetin sadece kadınları ilgilendirmediği gibi cezasızlık da sadece kadınların mağduriyetini içermemektedir.

CEZASIZLIK HER YERDE

27 yaşındaki polis memuru Şeyda Yılmaz’ın bir suç makinesi tarafından öldürülmesi sonrasında yeniden hararetli bir şekilde tartıştığımız cezasızlık kavramı ülkemizde yeni bir gündem değildir. Hep varlığını koruyan ve bir şekilde karşımızda yeniden beliren cezasızlık, ülkenin en temel sorunlarından biridir.

Cezasızlık kavramını tartışmak istediğimizde genellikle kadın meselesi olarak değerlendirilip önemsizleştirilmek istense de, şiddetin sadece kadınları ilgilendirmediği gibi cezasızlık da sadece kadınların mağduriyetini içermemektedir. Elbette daha ziyade kadınlara ve çocuklara bakan yönü vardır. Çünkü devletin korudukları çoğunlukla erkeklerdir. Bu gerçeği inkar etmek ya da görmek istememek yalnızca sığ bir körlük gerektirmektedir.

Cezasızlık, soruşturmaya konu olması gereken bir hak ihlalinin faillerinin olması gereken yargılama süreçlerinin herhangi bir aşamasından masun tutularak, soruşturulmaması, tutuklanmaması, yargılanmaması veya uygun şekilde cezalandırılmaması ve mağdur edilenlerin onarım hakkına erişememesi olarak tanımlanmaktadır.

Cezasızlık, yasal mevzuat yokluğu ya da mevcut yasaların hak ihlallerini gidermeye uygun olmaması durumunda oluşabildiği gibi, mevcut yasaların hak ihlallerini gidermeyi engellemesi, hukukun etkili şekilde uygulanmaması veya hukukun uygulanmasının fiili olarak engellenmesi durumunda da ortaya çıkabilmektedir. 

Tüm bu tanımlara ve cezasızlıkla ilgili tartışmalara bakıldığında açıkça görülecektir ki Türkiye’de cezasızlık en uç boyutlarda yaşanmaktadır. Sadece neden olduğu sonuçlara odaklanıldığında dahi sebeplerine rahatça ulaşılabilecek bir açıklıkta yaşanmaktadır üstelik. Ve her geçen gün kendini daha çok hissettirmekte, toplumsal bir güvenlik tehdidine dönüşmektedir.

Şiddet kendini toplumun her alanında daha çok göstermekte fakat özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde önü alınamaz bir duruma gelmektedir. Bu durum elbette tesadüfi ve kendiliğinden oluşan bir sonuç değildir.

Adalet sistemindeki bozulmaların en önemli ayağını oluşturan cezasızlık, siyasetin oluşturduğu eylem ve söylemlerle desteklenmekte, büyük bir zihniyet sorununa dönüşmektedir.

Kadınların doğdukları andan itibaren yaşamaya başladıkları ve ölümlerine kadar mücadele etmek zorunda kaldıkları patriyarka, adalet sistemi içinde de kendine yer bulmakta, cezasızlık ile erkekleri koruyan bir sisteme dönüşmektedir.

Siyasetin, adaletin ve hatta toplumun korumakta imtina etmediği erkeklik, kadına ve çocuğa karşı her türlü eylemi gerçekleştirme hakkını kendinde görmekte ve bunu uygulamaktan çekinmemektedir.

Tıpkı Narin cinayetinde olduğu gibi, tıpkı binlerce kadın cinayetinde yaşandığı gibi;  siyaset, adalet ve toplum el birliği ile bu karanlık zihniyeti yaşatmaya devam etmektedir.

Sadece son bir hafta içinde erkekler tarafından canice öldürülen, tacize uğrayan, kaçırılan, tehdit edilen bütün olayları dikkate aldığınızda bile tüm olayların öncesinde ya da sonrasında var olan cezasızlık sorununu görmek mümkündür.

Defalarca şikayette bulunulduğu halde, failin hiçbir ceza almayarak devam ettirdiği suç eylemleri, 19 yaşındaki İkbal’in kafasının kesilmesi ve annesinin önüne atılması ile sonuçlanmıştır.  İstanbul’un göbeğinde, Beyoğlu’nda yolda yürürken iki erkeğin cinsel tacizine uğrayan İ.A, henüz ölmediği için şanslı olan kadınlar arasındadır. Saldırganları gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılmıştır; çünkü İ.A henüz ölmemiştir. Sosyal medyada tepki gösterilmesi sonucunda tekrar gözaltına alınan saldırganların yine kısa bir süre sonra geri bırakılacağından ise kimsenin şüphesi bulunmamaktadır. Sadece bir haftada, saymakla ve yazmakla bitiremeyeceğimiz onlarca vaka hep aynı döngünün içinde yaşanmıştır. Cezasızlık, kadınların, çocukların ve tüm toplumun kabusu haline gelmiştir.

Her ne kadar önemsenmek ve görülmek istenmese de, artık bu mesele, sadece kadınların meselesi değil, tüm toplumun ciddiyetle ele alması gereken bir güvenlik meselesidir. Yıllardır konunun etrafından dolanarak türlü türlü güvenlik sorunları algısı yaratılmaya çalışılmıştır. Ailenin ve toplumsal yapının bozulacağı yönünde ortaya atılan tehdit iddiaları, konunun çözümüne yönelik her eylemi gölgelemiş ve amacına ulaşmıştır. Kadınların canı üzerinden yürütülen bu siyaset artık amacını aşmıştır.

Adaletin olmadığı yerde güvenliğin olamayacağı aşikardır.

Cezasızlık ise adaletsizliğin en belirgin ve en can yakıcı kısmıdır.

Fakat belirtmek gerekir ki; adaletin olmadığı yerde siyaset bile yapmanın mümkün olamayacağı bilinmelidir. 

Zira, geldiğimiz noktada, ne güvenlikten, ne de ne yaptığını bilen bir siyasetten bahsetmek mümkün değildir.

Çünkü her şey siyaset değildir…

Kadınların, çocukların, insanların can güvenliği her şeyin üzerindedir.

Ve bu güvensizlik, bir gün kendi yaratıcılarını yok edecektir.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER