Amerikan siyasetinde duyarcılık etkisi
GENELGünümüz dünyasında öncülüğünü Batı’nın ve daha dar anlamıyla Amerika’nın yapmış olduğu duyar kültürü (woke culture) dünyanın geneline yayılmış; feminizim, ırkçılık, insan hakları ve küresel ısınma gibi farklı kılıklar bünyesinde karşımıza çıkagelmiştir. Duyar kültürünün ihtiva ettiği kavramların her biri kendi bünyesinde gerçekten de iyileştirilmeye ihtiyaç duyan çeşitli sorunlar barındırsa da bu kültürün son yıllarda başta Amerika olmak üzere Batı’da siyaseti şekillendiren ve bu nedenle de siyaset tarafından bir politik kaldıraç olarak kullanılan bir hareket haline geldiğini belirtmek mümkündür.
Her çağın sorunları şüphesiz ki o dönemin toplumsal ve siyasal süreçlerini etkilemekte ve bu kavramları aynı oranda yönlendirmektedir. Günümüz dünyasında ise öncülüğünü Batı’nın ve daha dar anlamıyla Amerika’nın yapmış olduğu duyar kültürü (woke culture) dünyanın geneline yayılmış; feminizim, ırkçılık, insan hakları ve küresel ısınma gibi farklı kılıklar bünyesinde karşımıza çıkagelmiştir. Duyar kültürünün ihtiva ettiği kavramların her biri kendi bünyesinde gerçekten de iyileştirilmeye ihtiyaç duyan çeşitli sorunlar barındırsa da bu kültürün son yıllarda başta Amerika olmak üzere Batı’da siyaseti şekillendiren ve bu nedenle de siyaset tarafından bir politik kaldıraç olarak kullanılan bir hareket haline geldiğini belirtmek mümkündür. Öyle ki günümüzde Amerika’nın iç siyaseti feminizim, eşcinsel hakları ve küresel ısınma başta olmak üzere pek çok kavram tarafından yönlendirilmektedir. Öncelikle gerçek bir farkındalık ve duyar ile başlayan bu sürecin siyasal bir araç haline gelmesinde ise Amerikan siyasetinin iki ağır topundan biri olan Demokratların önemli bir payı olduğunu belirtmek yanlış olmayacaktır. Keza Demokratlar yalnızca kendi politikalarını şekillendirme noktasında değil, aynı zamanda Cumhuriyetçiler kanadındaki politikaların eleştirilmesi noktasında da toplumdaki liberallerin talepleri doğrultusunda hareket etmekte ve bir yandan da söz konusu liberal toplumu konsolide etmektedir. Bu noktada belirtilmesi gereken bir diğer husus ise söz konusu farkındalıkların günümüzde masumane bir hareket olmaktan ziyade politika geliştirmeye yönelik yapay ve bir o kadar da yüzeysel olmasıdır. Başta BlackLivesMatter ve #Metoo hareketleri olmak üzere geçtiğimiz yıllarda haklı ve bu nedenle de yalnızca ulusal çapta değil aynı zamanda uluslararası alanda da ses getiren organizasyonlara imza atan Amerikan halkı belki de farkında olmadan siyasal dinamikler bünyesinde uzun yıllara yayılacak bir stratejinin de girizgahını oluşturmuş oldu. Söz konusu stratejinin en belirgin ve güncel yansıması ise Biden’ın başkan adaylığından çekilmesinin ardından Demokratların Kamala Harris’i aday göstermeleridir.
Cumhuriyetçilerin adayı Donald Trump’ın kadınlara yönelik söylem ve tutumları 2016 itibarıyla sıklıkla tartışılmaktadır. 2016’da rakibi ve Demokratların başkan adayı olan Hillary Clinton’a sarf ettiği seksist ifadeler başkanlığı sonrasında ortaya çıkan ve cinsel taciz suçlamasında bulunan kadınlar ile birleşince Trump’ın seksizim noktasındaki imajının ülke genelinde gerçek anlamda sarsıldığını söylemek mümkündür. Bu durumun Amerika’daki feminizim hareketinin geçtiğimiz yıllarda güçlenerek büyüdüğü gerçeğiyle karşılaştırılması durumunda “Trump’ın kadın düşmanlığı” algısının Demokratlar nezdinde politik bir araca dönüştürülmesi işten bile değildir. Keza Demokratlar bu sayede yalnızca Trump’ın seçmen nezdindeki güvenilirliğini azaltmayacak aynı zamanda geniş bir kitleye hitap eden feminizm hareketi çevresinde de makul bir zemine konumlanacaktır. Bu noktada Harris’in bir kadın olarak başkan adaylığına getirilmesi önümüzdeki günlerde Trump ile gerçekleşecek tartışma ve atışmalarda Trump’ın kadınlara yönelik tutumlarının Demokratlar lehine kullanılabileceği bir ortamın da zeminini oluşturacaktır. 2016 yılında Trump ile başkanlık yarışına giren Hillary Clinton, bir kadın olarak söz konusu durumu lehine çevirememiş ve Trump’a kaybetmişti. Fakat bu noktada henüz 2016 yılında Trump’ın geçmişten gelen taciz suçlamalarıyla gerçek anlamda henüz karşılaşmamış olduğunu ve geçtiğimiz aylarda sıklıkla günleme gelen yetişkin içerikli filmlerin oyuncusuyla olan ilişkisinin davalara konuk olmadığını belirtmek gerekir.
Amerika tarihinde daha önce hiçbir suretle kadın başkan seçilmemesi Harris’in bu noktada elini güçlendirebilecek bir gerçektir. Tarihte bir ilki başarabileceği bir seçimde rakibinin halk nezdinde kadın düşmanı ithamıyla sık sık karşılaşması, Harris’in seçim stratejilerini etkileyebilecek bir hassasiyettir. Demokratların duyarcılık noktasında Harris nezdinde politik bir araç olarak kullanabileceği bir diğer husus ise ırkçılıktır.
DUYARCILIK VE HARRİS
Dolayısıyla Clinton için siyasal bir stratejiye konu olacak kadar çeşitli bir fırsatın o dönem itibarıyla oluşmamış olduğunu da belirtmek mümkündür. Harris’in ise Trump’ın iddia edilen kadın düşmanlığına yönelik böylesi güncel bir tarihte alacağı tutum seçimin kaderini etkileyebilecek sonuçlara da zemin hazırlayabilecektir. Keza Amerika tarihinde daha önce hiçbir suretle kadın başkan seçilmemesi Harris’in bu noktada elini güçlendirebilecek bir gerçektir. Tarihte bir ilki başarabileceği bir seçimde rakibinin halk nezdinde kadın düşmanı ithamıyla sık sık karşılaşması, Harris’in seçim stratejilerini etkileyebilecek bir hassasiyettir.
Demokratların duyarcılık noktasında Harris nezdinde politik bir araç olarak kullanabileceği bir diğer husus ise ırkçılıktır. Harris’in yarı Hindu bir aileden gelen siyahi bir kadın olması Amerikan toplumunda sıklıkla dile getirilen bir diğer hassasiyet olan ırkçılık tartışmalarını da siyasal düzleme taşıyacaktır. Benzer yaklaşımlar Obama döneminde de pek çok kez dile getirilmiş ve gerçek bir Amerikalı olmadığı yönündeki iddialar sıklıkla tartışılmıştır. Benzer tutumların Harris aleyhinde de yeniden gündeme getirileceği yüksek olasılık olmakla beraber ırkçılık kavramının Obama dönemine kıyasla çok daha sıcak bir düzlemde ele alınmasından dolayı Harris’in mağduriyet adı altında daha çok oy alabilmesi muhtemeldir. Özellikle de BlackLivesMatter hareketi itibarıyla Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ırk ayrımı konusu çok hassas bir zemine konumlanmış ve toplumda hızlı bir çözülmeye sebep olmuştur. Son 4 yıldır Demokrat bir hükümet yönetiminde olan Amerika Birleşik Devletleri, okullarda öğretilen müfredata siyahilerin toplumdaki yerlerine, eşitlikçi ve kapsayıcı bir toplum düzenine sıklıkla vurgu yapan Critical Race Theory konusunu eklemiştir. Yine Amerikan toplumunda hiç de azımsanacak bir kitleye sahip olmayan aşırı sağcı kitle ise bu müfredatın Amerikan toplumunu beyazlardan arındıracak ve salt yabancı hakimiyetine sokacak bir sistemin operasyonel kanadını temsil ettiğini öne sürmektedirler. Böylesi kritik ve geçişken dinamiklerin olduğu bir süreçte Demokrat Parti’nin göçmen bir annenin siyahi çocuğu olan Harris’i aday göstererek seçim sürecinde karşılaşacağı muhtemel ırkçı söylemlerin kendi avantajlarına kullanılabileceğini düşündüğünü söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Amerika’daki ana akım medyanın önemli bir çoğunluğunun ise Demokrat Parti çizgisinde olması yukarıda belirtilen unsurların önümüzdeki günlerde sıklıkla dile getirileceği ve ana akım medya kanallarıyla dolaşıma sokulacağı aşikardır. Öyle ki, The New York Times gibi yayın organlarının henüz şimdiden Harris’in çocuk sahibi olmamasının Cumhuriyetçiler tarafından empati yoksunluğu adı altında kullanılabileceğini iddia ettiği haberleri servis edilmeye başlanmıştır[1].
Bu bakımdan, Demokratların toplumdaki hassasiyetleri medya desteğiyle birlikte yeniden uyandırmak ve haiz olduğu karakteristikler ile bu hassasiyetleri karşılamak noktasında en ideal ve liberal aday olduğu algısını yaratmak için Kamala Harris’i aday gösterdikleri belirtilebilir. 1] https://www.nytimes.com/2024/07/23/opinion/kamala-harris-jd-vance.html
İlginizi Çekebilir