© Yeni Arayış

Almanya’nın Vicdanı: Anselm Kiefer

Almanya’nın Vicdanı: Anselm Kiefer

Anselm Kiefer, ne sol-liberal kesim gibi ulus kavramına tamamen sırtını çevirmiş, ne de sağ kesim gibi tarihin normalleştirilmesine yönelik bir tavır içine girmiştir. Kiefer'in sanatında geçmişin tarafsız sorgulanmasıyla bellek yitiminin engellenmesi söz konusudur.

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği, 17-28 Nisan günleri arasında gerçekleşecek olan 43. İstanbul Film Festivali’nin programında Wim Wenders’in sanatçı Anselm Kiefer üzerine çekmiş olduğu “Anselm: Das Rauschen der Zeit” (Anselm: Zamanın Hışırtısı) isimli belgeseli de yer alıyor. Festivalin kataloğunda Wenders’in izleyicilerden film üzerinden ne gibi bir beklenti içinde olduğuna dair bir ifadesi yer alıyor: “Kalıplarını ve fikirlerini geride bırakmalarını, sanatın ne olabileceğine ya da neyi başarabileceğine dair her türlü önyargıdan vazgeçmelerini, sadece büyük Alman romantik, şair, düşünür ve vizyoner Anselm Kiefer’in çarpıcı dünyasına girmelerini bekliyorum.”

1945 yılı Almanya için “Sıfırıncı saat”tir (Stunde null). Anselm Kiefer'in 8 Mart 1945 tarihinde Donaueschingen şehrinde dünyaya gelişinden kısa bir süre sonra, 30 Nisan 1945 tarihinde Adolf Hitler kendini öldürür, bir hafta sonra Almanya koşulsuz olarak teslim olur.

KİEFER’İN DOĞUMU VE HİTLER’İN ÖLÜMÜ

New York Times Gazetesi'nin sanat eleştirmeni John Russel, 1985 yılında New York Mary Goodman Galerisi'nde açılan Anselm Kiefer sergisi üzerine yazdığı eleştiride şöyle der: "O kadar olay arasında, doğal olarak kimse farkına varamadı. 1945'te Almanya'da gerçekleşen olaylar arasında en önemli olanlardan biri Anselm Kiefer'in doğumudur." 1945 yılı Almanya için “Sıfırıncı saat”tir (Stunde null). Anselm Kiefer'in 8 Mart 1945 tarihinde Donaueschingen şehrinde dünyaya gelişinden kısa bir süre sonra, 30 Nisan 1945 tarihinde Adolf Hitler kendini öldürür, bir hafta sonra Almanya koşulsuz olarak teslim olur. Almanya için yıkımla sonuçlanan bir dönem sona ermiştir. Kiefer, bu yıkımın içinde doğar. Hannah Arendt, 1950 yılında Almanya'yı ziyaret ettikten sonra yayımladığı bir makalede şöyle yazmıştır: "Fakat hiçbir yerde bu yıkım kabusu ve dehşet Almanya'dan daha az hissedilip konuşulmamıştır. Ortalama Alman vatandaşı savaşın nedenlerini Nazi yönetimine değil, Adem ile Havva'nın cennetten kovulmasına bağlamaktadır. Gerçeklikten bu denli keskin bir kaçış, tabii ki aynı zamanda sorumluluktan da kaçıştır." Kiefer'in bir sanatçı olarak önemi bu sorumluluktan kaçmamasında yatar.

Kiefer'in ilk önemli eseri, 1969 yılında yaptığı "İşgaller" isimli, fotoğraflardan oluşan bir kitaptır. Bir sanatçı olarak kendi Alman kimliğini sorgulamaya başlayan Kiefer, Avrupa'nın önemli şehirlerinde kendi fotoğraflarını çektirmiş, bunları bir araya getirerek kitap hazırlamıştır. Kiefer bu siyah beyaz fotoğrafların hepsinde askeri üniforma giymiş bir halde nasyonal sosyalistlere ait “Sieg heil” selamı vermektedir.

KİEFER’İN İLK ÖNEMLİ ESERİ ‘İŞGALLER’

Kiefer'in ilk önemli eseri, 1969 yılında yaptığı "İşgaller" isimli, fotoğraflardan oluşan bir kitaptır. Bir sanatçı olarak kendi Alman kimliğini sorgulamaya başlayan Kiefer, Avrupa'nın önemli şehirlerinde kendi fotoğraflarını çektirmiş, bunları bir araya getirerek kitap hazırlamıştır. Kiefer bu siyah beyaz fotoğrafların hepsinde askeri üniforma giymiş bir halde nasyonal sosyalistlere ait “Sieg heil” selamı vermektedir. Alman halkının tabularıyla uğraşmaya başlayan sanatçının bu eseri yoruma açıktır. Kiefer bu fotoğraflar nedeniyle Neo-faşist olarak suçlanır. Fotoğraflar Interfunktionen isimli dergide yayımlandığında, dergiye yönelik boykot çağrıları yapılır. Esere psikanalitik çerçeveden bakıldığında şöyle bir yoruma ulaşılabilir. Alexander Mitscherlich ve Margarethe Mitscherlich'in "Yas Tutma Yetersizliği" başlıklı araştırmasında Almanların Hitler'in ölümüyle travmatik bir kayıp yaşadıkları ileri sürülür. Sevi objesi/baba figürü kaybedilmiştir. Bu travma kendini dışa vurmadığı için gelecek kuşağa da yansımıştır. Mitscherlichlerin bu tespitinden yola çıkılarak Kiefer'in Alman halkındaki bastırılmış travmayı gün ışığına çıkarmaya çalıştığı söylenebilir. Kiefer bir söyleyişisinde şöyle demiştir: "Kendimi Hitler ile özdeşleştirmiyorum. Fakat O'nun yaptıklarını ben de yapmalıyım ki, o çılgınlığı kavrayabileyim." 1980’lerde gerçekleşen Margarete, Sulamith dizileri Anselm Kiefer'in sanatındaki en önemli yaratılardır. Bu dizilerinde Kiefer, Paul Celan'ın "Ölüm Fügü" isimli şiirinden yola çıkar. Paul Celan, Nazi toplama kamplarından kurtulan, Romen asıllı Yahudi bir şairdir. "Ölüm Fügü" isimli şiirini kamptan kurtulduktan sonra yazmıştır. Şair, bütün ailesini Auschwitz’de kaybetmiştir. 1970'te 49 yaşında kendini öldürür. " "Ölüm Fügü", Nazi toplama kampında mezar kazma ve gömme işiyle uğraşan bir grup Yahudi'yi konu edinen bir şiirdir. Margarete, Goethe'nin Faust'unda işlediği her günaha karşın sonunda tanrı tarafından affedilen trajik kadın kahramana göndermedir. Goethe'nin Weimar yakınlarındaki meşhur meşe ağacının Buchenwald toplama kampında Nazi subaylarınca kesilmeyip korunmuş olması da ilginç bir ayrıntıdır. Margarete, Süleyman'ın Şarkısı'ndaki Yahudi umudunun kadın sembolü olan ve bağışlanmayan Shulamith ile karşılaştırılmıştır. Kiefer, Margarete, Shulamith dizilerinde Margarete'nin saçını samanla verirken, Shulamith'in saçını kömür renkli boya ile resmetmiştir. Kiefer'e göre Almanya, Yahudi vatandaşlarını yok ederek kendi uygarlığını zedelemiştir. Almanlar ve Yahudiler bir bütünün parçasıdır. Kiefer, bazen Shulamith'in saçına saman, Margarete'inkine de siyah boya katmıştır. İki kadın, aslında tek kadının ikiye ayrılmış hali gibidir. Kiefer, bu resim dizilerinde yazıyı kullanır. Sulamith resimlerinde "dein aschenes Haar Shulamith" (Senin kül olmuş saçların Shulamith) yazısını kullanırken, Margarete resimlerinde "dein goldenes Haar Margarete” (Senin altın saçların Margarete) yazısını kullanır. Toplama kamplarının fırınlarında Yahudiler yakılmakta, saçları küle dönüşmektedir. İdeal Alman kadını, sarı saçlı Margarete'nin saçları samandandır ve saman kolayca küle dönüşebilir. Kiefer'in tüm sanat yaşamını tek bir eser olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. 1969 yılındaki ilk işinden itibaren, çok geniş konu dağarcığını leitmotivlerle bezeyerek bir bütünsellik içerisinde sanat eserini yaratmaya devam etmektedir.

Alman milliyetçiliği, özellikle 1960'lı yıllarda Alman entelektüellerinin en çok tartıştığı konulardan biri olmuştur. Sol-liberal kanat Alman ulusunun geçmişte işlediği suçları kabullenmiş ve Alman ulusuna karşı sert bir eleştiriye başvurmuştur.

ALMAN MİLLİYETÇİLİĞİNİN ELEŞTİRİSİ

Alman milliyetçiliği Il. Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle 1960'lı yıllarda Alman entelektüellerinin en çok tartıştığı konulardan biri olmuştur. Sol-liberal kanat Alman ulusunun geçmişte işlediği suçları kabullenmiş ve Alman ulusuna karşı sert bir eleştiriye başvurmuştur. Örneğin Karl Jaspers, Almanya'nın bölünmesinin Almanların işlediği suçlara karşı ödenmesi gereken bir kefaret olduğuna inanmış ve Almanya'nın tarih boyunca bir daha kesinlikle birleşmemesi gerektiğini savunmuştur. Günther Grass da 1990 yılında gerçekleşen birleşmeye eleştirel bir tutum takınarak büyük tepki toplamıştır. Sağ kanatta yer alan entelektüeller ise geçmişi inkâr etme ya da bastırma yolunu benimsemişlerdir. Sıklıkla faşist ikonografiyi kullandığından neo-faşist suçlamasına maruz kalan Kiefer, "İşgaller" üzerine sorulan bir soruyu şöyle cevaplamıştır: "Kendime şu soruyu sormaktaydım; ben bir faşist miyim? Bu çok önemli bir sorudur ve hemen cevaplanamaz. Otorite, rekabet, üstünlük hissi; bunlar başkaları gibi benim de özelliklerimdi. Bu konu sanat alanında incelenmeliydi. Ben buyum veya başka bir şeyim demek kolaydır. Ben bu soruyu yaşayacağım tecrübeleri sanata dökerek cevaplamak istiyordum." Anselm Kiefer, ne sol-liberal kesim gibi ulus kavramına tamamen sırtını çevirmiş, ne de sağ kesim gibi tarihin normalleştirilmesine yönelik bir tavır içine girmiştir. Kiefer'in sanatında geçmişin tarafsız sorgulanmasıyla bellek yitiminin engellenmesi söz konusudur.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER