Almanya Seçimleri 2: Almanya’nın çıkmazı hepimizin çıkmazıdır
DIŞ POLİTİKAÜlkede demokrasi için tehdit olarak görülen AfD karşısında, koalisyon arayışı sürecinde ilkeli demokrat duyarlılıkla Birlik tarafından takınılacak “asla!” tavrının, AfD tarafından mağduriyet edebiyatına malzeme yapılması ihtimalinden daha büyük bir risk, geleneksel iki büyük parti tarafından kurulan hükümete karşı, (ekonomik ve küresel krizlerle dolu bir dönem olacağı belli olan) gelecek yıllarda AfD’nin daha çok güçlenme olasılığıdır.
Bu gidişle, kendisiyle koalisyon kurulsa da veya dışarıda bırakılsa da uzun vadede AfD kazanacak gibi görünmektedir. Benzer bir ikilemi, dünyanın her yerinde yükselen sağ popülist partiler karşısında tüm demokratların yaşadığını söyleyebiliriz.
Almanya seçimleri sonrası, doğal olarak iç siyasette birinci gündem, koalisyon olasılıkları.
Bu yazıda, koalisyon tartışmaları bağlamında hayati rol oynayan bir meseleyi ele alacağım. Çünkü sadece Almanya için değil, aynı zamanda dünyanın diğer ülkeleri için de bir ‘çıkmaz’a işaret eden bu mesele, bir süredir demokratların zımni veya açıktan temel sorunu niteliğindedir.
Bu sorun, aşırı sağcı/ırkçı popülist partilere karşı nasıl bir tutum alınması gerektiğiyle ilgilidir.
Özellikle sağ popülist söylemle göçmen karşıtı sağın yükselişe geçtiği ülkelerde demokratların bu ‘tehlike’ karşısında nasıl tutum takınmaları gerektiği, uzun zamandır önümüzde büyük bir sorun olarak duruyor.
Son yıllarda Londra ve Berlin’deki kitap evlerini ziyaret ettiğimde beni şaşırtan şeylerden biri de ‘demokrasi krizi’ bağlamında bu konuyu çok boyutlu ve eleştirel şekilde ele alan akademik ve popüler çalışmaların çokluğu oluyor. Üstelik bazıları çok satan kitaplar listelerinde karşımıza çıkıyor. Herhangi bir internet taraması da aynı sonucu vermektedir. Şaşırtıcı olan, bu eleştirel bilgi birikiminin, kafa yormaların ve çözüm arayışlarının toplumda karşılık bulmaması ve özellikle seçim sonuçlarına yansımamasıdır: Sonuç olarak Yeni Sağınve genelde sağ popülizmin yükselişinin ve göçmen/yabancı düşmanlığının giderek daha çok çevreden destek bulmasının durdurulması mümkün olmamaktadır.
Bazı demokratların sağ popülizm ve özellikle onun “hakikat sonrası siyaseti” (post-truth) karşısında takındıkları, onları kale almayan (sarkazm ve ironiye dayalı) sinik tutumunun hiçbir yerde işe yaramadığı, Türkiye dahil, her yerde gözlemlendi/deneyimlendi. Hatta bu tutumu takınanların (açık veya gizli) elitist dil ve tavırları, sağ popülistlerin, tabandakilerin, aşağıdakilerin, ötekilerin vs. (populusun!) temsilcisi olduğu retoriklerine istemeden de olsa (dolaylı veya dolaysız olarak) hizmet etmektedir.
Çoğu zaman ‘yok sayma’ eğilimine yol açan ve özellikle gençler arasında ‘siyasi kayıtsızlık’ ve kopuşu yaygınlaştıran kale almama yönündeki bu genel tutumla ilişkili olarak karşımıza çıkan bir diğer tavır da sağ popülistleri dışlama tavrıdır.
Bu yazının konusu olan ‘çıkmaz’ da işte bu tavırla ilgilidir.
Özellikle demokrat kültürün ve siyasetin güçlü olduğu, üstelik ırkçı politikalarla ilgili travmatik bir tarihe sahip olan Almanya gibi ülkelerde, başından beri aşırı sağcı AfD (Almanya için Alternatif) karşısında sağ ve sol demokrat çevreler istikrarlı bir şekilde bu tavrı sergilediler. İlk bakışta bu, oldukça erdemli ve pratik olarak da doğru bir tavır gibi görünüyor. Ancak bu tavrın karşısında ortaya çıkan içi boş elitizm karşıtlığı ve bu söylemi destekleyen mağduriyet retoriği sayesinde bu tavır, sağ popülistler tarafından daha başarılı bir şekilde kullanılıyor. Değişik nedenlerle gerçekten dışlanmış olan veya kendini öyle hisseden toplum kesimleri arasında bu kof elit karşıtlığı oldukça etkili olabilmekte ve sağ popülistlere olan desteği hem oyların ve üyelerin sayısının artması bağlamında niceliksel olarak hem de sadakatin artması ve desteğin yoğunlaşması bağlamında niteliksel olarak arttırmaktadır.
Her ne kadar bu sözün tutulması konusunda Birlik partilerine ve özellikle liderleri Merz’e olan güven çok olmasa da seçimlerden sonraki ilk günlerde bu tavır tutarlı bir şekilde ortaya konuldu. Bu konuda kendisine güvenmeyenler arasında ben de bulunsam da meclisteki en büyük partinin lideri olarak koalisyon girişimlerine başlayan ve bunu en geç Paskalyaya kadar başaracağını söyleyen Merz’in bu konudaki katı tavrı devam ediyor.
KOALİSYON MESELESİ
Aslında seçimlerden önce de gündemde olan AfD ile herhangi bir nedenle iş birliği yapma ve hatta bir araya gelme konusunda diğer tüm partilerin ilkeli katı tavırları, seçimlerin ortaya çıkardığı meclisteki sandalye sayısı nedeniyle daha kritik bir meseleye dönüştü.
Bence doğru analiz edemeseler ve yeterince mücadele etmeseler bile Sol partiler, Yeşiller ve Liberaller bu konuda başından beri tutarlı bir şekilde AfD karşıtı tavır sergilediler. Hatta uzun süre, faşizmin yeniden yükselişi bağlamında bunun Almanya için büyük tehlike olduğunun altını çizdiler. Ancak her yıl bu alarm durumu biraz daha azalırken, aynı zamanda AfD’nin siyasi arenada yer alması giderek ‘normalleşti’.
Ancak göç meselesinin ülkenin bir numaralı sorunu olduğu inancının ve hatta bununla bağlantılı olarak alarm ruh halinin tüm partilerde, medyada ve toplumda yerleşmesini sağlayan AfD’nin, en çok da sağ muhafazakar demokrat Birlik partilerinin (CDU/CSU) söylem ve politikalarını dönüştürdüğü aşikardır. Angela Merkel sonrası Birlik partilerinin giderek sağa kayma sürecine liderlik yapan Friedrich Merz önderliğindeki Birlik, yer yer AfD’yi aratmayacak hale geldi.
Ancak, (Meclisteki bazı oylamalarda olduğu gibi bazen dirsek teması kursalar da veya aralarında fikir birliği olsa da) Birlik, her şeye rağmen AfD’nin dışlanması konusunda pek taviz vermedi. Bunun en açık örneği, tüm partiler gibi Birlik partilerinin de seçim sonrasında AfD ile asla bir koalisyon kurmayacağı sözünü vermesiydi.
He ne kadar bu sözün tutulması konusunda Birlik partilerine ve özellikle liderleri Merz’e olan güven çok olmasa da seçimlerden sonraki ilk günlerde bu tavır tutarlı bir şekilde ortaya konuldu. Bu konuda kendisine güvenmeyenler arasında ben de bulunsam da meclisteki en büyük partinin lideri olarak koalisyon girişimlerine başlayan ve bunu en geç Paskalyaya kadar başaracağını söyleyen Merz’in bu konudaki katı tavrı devam ediyor.
Ortaya çıkan meclis yapısı nedeniyle aslında Merz (CDU/CSU/) önderliğindeki bir koalisyon için seçenekler oldukça sınırlı. İnternetteki çok kullanışlı bir uygulama sayesinde mevcut olan bu olasılıkları çabucak görmek mümkün.
Toplam 630 sandalyeli mecliste kurulacak bir hükümetin, en az 316 oy alması gerekiyor.
Diğer yandan, partilere göre milletvekili dağılımı ise şöyle görünüyor: Birlik (CDU/CSU): 208, AfD: 152, SPD: 120, Yeşiller: 85 ve Sol Parti: 64.
Bu durumda teorik olarak koalisyon hükümeti için iki veya üç partili çok sayıda koalisyon olasılığı bulunuyor. Ancak ilk üç partiden biriyle (tek başlarına veya birlikte) iki partili bir koalisyon kurmak için milletvekili sayıları yetmeyen Yeşillerin veya Sol Partinin (üç veya daha fazla partili seçenekte) herhangi bir koalisyonda yer alması aritmetik hesaplardan ziyade ancak taktiksel veya stratejik başka nedenlere dayanabilir. Bu nedenleri bir yana bırakacak olursak, ikiden fazla partinin katılacağı koalisyon olasılığının çok küçük olduğunu söyleyebiliriz.
Diğer yandan iki partili koalisyon seçeneği de fazla değildir: Teorik olarak sadece “Birlik ve AfD koalisyonu” ya da “Birlik ve SPD koalisyonu” mümkündür.
Öncelikli olarak akla gelen ve şu anda en olası görünen seçenek, Birlik partilerinin seçim öncesi sözlerinde durarak AfD ile koalisyon görüşmeleri bile yapmaması, geleneksel iki büyük parti olarak Birlik ve SPD arasında koalisyon kurulmasıdır.
Çıkmaz da burada başlamaktadır.
Yapılması gerekenlerin başında gelen, Türkiye dahil, ısrarla AfD ve benzeri partilerin seçmenlerini ve oy verme nedenlerini doğru anlamak için çaba harcamak ve geçmişin tuzu kuru sağ ve sol elitist söylem ve politikalarını aşarak, tabanda zihniyet dönüşümü için çalışmak olmalıdır.
AfD’YLE DE OLMUYOR, AfD’SİZ DE!
Ülkede demokrasi için tehdit olarak görülen AfD karşısında, koalisyon arayışı sürecinde ilkeli demokrat duyarlılıkla Birlik tarafından takınılacak “asla!” tavrının, AfD tarafından mağduriyet edebiyatına malzeme yapılması ihtimalinden daha büyük bir risk, geleneksel iki büyük parti tarafından kurulan hükümete karşı, (ekonomik ve küresel krizlerle dolu bir dönem olacağı belli olan) gelecek yıllarda AfD’nin daha çok güçlenme olasılığıdır. Artık ‘ana muhalefet partisi’ olarak önümüzdeki dönemde her sorunu başarılı popülist söylemi sayesinde kendi lehine kullanacak olan AfD, bir sonraki seçimden birinci parti olarak çıkabilir.
Gerçi anketlere göre Almanya’da seçmenlerin %75’i, “asla AfD’ye oy vermem” demektedir, ama bu durum ne zamana kadar devam eder, emin olmak olanaksızdır.
Diğer yandan, AfD’ye karşı mevcut olan dışlayıcı tavırdan vaz geçilerek kendisiyle koalisyon kurulması halinde AfD, genel kamuoyunda daha çok meşrulaşacaktır.
Hatta ‘küçük ortak’ olarak iktidar olanaklarını sonuna kadar (kötüye) kullanırken, yaşanacak olumsuzlukların faturasını koalisyondaki büyük partiye yıkmayı başarabilir.
1930’ların başında Nazilerin iktidara gelme sürecini düşündüren bu olasılık, şimdilik küçük görünmektedir.
Ancak daha büyük olasılık gibi görünen ‘dışlanma’ politikasının yaratacağı risk, daha büyüktür.
Kısaca, bu gidişle, kendisiyle koalisyon kurulsa da veya dışarıda bırakılsa da uzun vadede AfD kazanacak gibi görünmektedir.
Benzer bir ikilemi, dünyanın her yerinde yükselen sağ popülist partiler karşısında tüm demokratların yaşadığını söyleyebiliriz.
Fazla zaman geçirmeden, bu sorun(lar) teorik ve pratik tüm yönleriyle tartışılmalı ve sözünü ettiğim çıkmazı aşmanın yolları elbette aranmalıdır.
Ancak bence yapılması gerekenlerin başında gelen, Türkiye dahil, ısrarla AfD ve benzeri partilerin seçmenlerini ve oy verme nedenlerini doğru anlamak için çaba harcamak ve geçmişin tuzu kuru sağ ve sol elitist söylem ve politikalarını aşarak, tabanda zihniyet dönüşümü için çalışmak olmalıdır.
İlginizi Çekebilir