© Yeni Arayış

Alman toplumunun kırılma noktası: İslamcı terör ve mülteciler

Müslüman göçmenlerin, saldırı noktasına tek tek çiçek bırakmak yerine toplu halde bu saldırılara tepki göstermeleri gerekiyor. Çiçek bırakmalarının insanlara samimi gelmediği anlaşılıyor. Müslüman sığınmacıların sadece halifelik ve şeriat talepleri için toplu olarak bir araya gelmeleri ise "samimi olmadıklarına" dair duyguyu köpürtüyor. Suriyeli, Afgan, Iraklı vs. Müslüman göçmenlerin artık "Almanya bize bakmaya mecbur" düşüncesinden sıyrılıp, yaşadıkları ülkenin politik meselelerine muhatap olmaya başlamaları gerekiyor.

Almanya'nın doğusundaki üç eyalette parlamento seçimleri yaklaşırken, Solingen'de "IŞİD teröristi" olduğu belirtilen bir Suriyeli sığınmacının, elindeki bıçakla kalabalığa dalarak üç masumu katletmesi ve birçok kişiyi yaralaması, Müslüman sığınmacıların politikanın merkezindeki sorunlu konumlarını iyice sağlamlaştırdı. Elindeki bıçağı rastgele sallayan bu İslamcı faşist, belki de daha önce Almanya'da halifelik ya da şeriat talep edilen bir gösteriye katılmıştı. Onun bakış açısına göre, "Almanya'daki demokrasi ve düşünceyi ifade etme özgürlüğü, dünya üzerindeki her şey gibi sadece onun gibilerin karanlık dinci emellerine alet edilsin" diye vardı. Ne de olsa ne yaparsa yapsın, o kesin cennete, geri kalan herkes cehenneme gidecekti vs. Bir ton dinci, faşist saçmalık, aptallık. Böyle bir şeydi işte hayata bakış açısı muhtemelen...

Saldırının ardından birçok insan, "Ya ne oluyor? Tam da ülkenin doğusundaki seçimlerin arifesinde" sorusuna yoğunlaştı doğal olarak. Bu soru da bir o kadar anlamsız elbette. Kafasında bu soruyu çevirenler, "Neofaşist AfD şimdi her yerde kazanacak. İnsanlar saldırıya tepki olarak oyunu bunlara verecek" diye düşündü, kaygılandı ama bu eksik ve hatalı bir bakış açısı. Almanya'daki neofaşistlerin partisi Almanya için Alternatif (AfD) zaten doğuda çok güçlü ve hızla güçlenmeye devam ediyor. Hele hele seçimlerin yapılacağı Saksonya ve Thüringen'de anketlere göre uzun süredir birinci parti, Brandenburg'ta ise zirveye oynuyor. Daha ne kazanacak ki AfD bu saldırıdan? Burada net hatlarla kazanan olmayabilir ama açık olan bir şey var ki kaybeden Müslüman sığınmacılar. Almanların gönülsüz ev sahipliğinin yanı sıra misafirliğin edebini ve adabını bilmeyen Müslüman sığınmacılar arasındaki duygusal mesafenin artık iyice açıldığını söyleyebiliriz. Bakarsanız tam bir "beraber yaşayanların beraber yaşayamama hali..."

Bununla birlikte bir Alman arkadaşım sohbet sırasında, Solingen'de saldırının yapıldığı yere çiçek bırakan çarşaflı ya da türbanlı kadınlar için "Rol yapıyorlar. Oradan camilere gidip bize lanet okumaya devam edecekler. Onlar kendileri gibi olmayan herkesten nefret eder ve bıçakla insan kesmek, öldürmek onlar için hobi gibidir" demesine pek şaşırmadım doğrusu. Alman toplumunun hafızasına kazınan görüntü bu maalesef. "Genelleme yapmayın. Bir kişinin yaptığını tüm topluma mal etmeyin" uyarılarına rağmen süreç böyle işliyor yazık ki. Önce Mannheim'da bir Afgan İslamcı faşistin bıçakla genç bir polisi katletmesi ardından Solingen'deki son saldırı... Bu gidişatın sonunda Müslüman göçmenler, neonazilere ilişkin  Alman toplumunun desteğini kaybetme riskiyle karşı karşıyalar ama bunu değerlendirebilecek bir politik bakış açısına sahip olduklarını düşünmüyorum.

Bunun yanı sıra bu tip saldırılar, muhafazakârlar ve neofaşistler arasındaki sınırın giderek flulaşmasına ve iki aksiyonun birbirine karışmasına, tabanlarının birleşmesine neden oluyor. Asıl büyük tehlike bu tüm Almanya için. Doğu Almanya'da şu anda neofaşistler ile muhafazakârlar yarışıyor ve her üç eyalette de seçimin tek bir konusu var: "Müslüman sığınmacılar..." AfD ve Hristiyan Birlik (CDU), sığınmacılar üzerinden kendi aralarında adeta "kim daha çok faşist" yarışında. Solingen'deki saldırı benzeri konularda ise tek ses olup,  bir koroya dönüşüyorlar. Şu anda hepsi birlikte "Sığınmacılara sınır dışı" şarkıları söylüyor ve aslında ufak nüanslar dışında hemen hemen her konuda anlaşan bu iki partinin birlikte olası eyalet iktidarlarında bu şarkının gelecek günlerde daha karalı bir ses tonuyla dillere pelesenk olacağı anlaşılıyor.

2015 yılında, dönemin Başbakanı Angela Merkel'in "Başarabiliriz" sloganıyla eşliğinde başlayan büyük göçle birlikte Almanya, yüz binlerce mülteciyi kabul etti. Ancak bu durum, özellikle aşırı sağcı grupların tepkisini çekti ve mültecilerle ilgili önyargıların artmasına yol açtı. Solingen'deki son olay, bu tartışmaların yeniden gün yüzüne çıkmasına neden oldu.

"BAŞARABİLİRİZ" DİYE BAŞLAYAN GÖÇ

Öte yandan, Solingen saldırısının ardından açıklama yapan Belediye Başkanı Tim Kurzbach, saldırıyı "korkunç bir trajedi" olarak nitelendirdi ve kurbanların ailelerine başsağlığı diledi. Kurzbach, halkı sükûnet ve dayanışma içinde olmaya çağırdı ama ne olursa olsun bu tür şiddet olayları, Almanya'da mülteci politikalarına yönelik tartışmaları tekrar tekrar alevlendiriyor. 2015 yılında, dönemin Başbakanı Angela Merkel'in "Başarabiliriz" sloganıyla eşliğinde başlayan büyük göçle birlikte Almanya, yüz binlerce mülteciyi kabul etti. Ancak bu durum, özellikle aşırı sağcı grupların tepkisini çekti ve mültecilerle ilgili önyargıların artmasına yol açtı. Solingen'deki son olay, bu tartışmaların yeniden gün yüzüne çıkmasına neden oldu. Aşırı sağcı gruplar, saldırıyı mültecilerle ilgili var olan olumsuz algıları pekiştirmek için kullanırken, mülteci savunucuları ise bireysel bir olayın tüm bir topluluğu suçlamak için kullanılmaması gerektiğini vurguluyor. Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, yaptığı açıklamada, bu tür olayların mültecilerle ilgili genellemeler yapılmasına yol açmaması gerektiğini söyledi. Faeser, "Bu trajedi hepimizi derinden sarsmıştır ancak toplumu kutuplaştıracak söylemlerden kaçınmalıyız" dedi. Medyaya gelince, bazı medya organlarının olayın hemen ardından saldırganın etnik kökenine ve mülteci statüsüne vurgu yapması, toplumsal gerilimlerin daha da artmasına neden oldu.

Esas olarak, sosyologlar Solingen'deki bıçaklı saldırının, Almanya'da toplumsal huzursuzluğu artırabilecek bir olay olduğunu belirtiyor. Almanya kentlerinin sokaklarında her geçen gün daha fazla Selefi kıyafetli kadın ve erkek görülüyor. İnsanlar, yaz sıcağında elleri eldivenli, sadece gözleri görülecek kadar simsiyah kıyafetle gezen bir kadına şüpheyle ve korkuyla bakıyor ya da uzun bir elbise giymiş, göğsüne kadar sakalı olan bir erkeğe... Birlikte yaşamaya çalışan bu iki toplum arasındaki duygusal ve mental mesafenin kapanması pek mümkün görünmüyor kanımca. Bir tarafta ülkede olan biten tüm olumsuzluklarda mültecileri suçlayan bir kısım yerli halk, diğer tarafta kendisi gibi olmayan herkesten nefret eden ve herkesi kendisi olmaya -öldürerek de olsa- zorlamaya hazır bir grup.

İslamcı derneklerin tümünün tüzüklerinde “dinler ve toplumlararası diyalog” kavramlarına özenle vurgu yapılıyor. Ancak doğaları gereği bu derneklerin üyelerinin, farklılıklara saygı ya da düşünceyi ifade etme özgürlüğü yanlısı olmadıkları da biliniyor. Zira bu anlayış, en başından kendileri gibi inanmayan ve yaşamayan insanları refüze ediyor ve kötücül ifadelerle betimliyor.

İSLAMCI KURULUŞLAR MESELESİ

Solingen'deki saldırının yanı sıra ülkede faaliyet gösteren ve sayıları artık binlerle ifade edilen İslamcı kuruluşlar meselesi de tartışılıyor doğal olarak. Uzmanlar, Müslüman gençlerin bu kuruluşlarda verilen eğitimlerle radikalleştiğini savunuyor. Bununla birlikte, İslamcı derneklerin tümünün tüzüklerinde “dinler ve toplumlararası diyalog” kavramlarına özenle vurgu yapılıyor. Ancak doğaları gereği bu derneklerin üyelerinin, farklılıklara saygı ya da düşünceyi ifade etme özgürlüğü yanlısı olmadıkları da biliniyor. Zira bu anlayış, en başından kendileri gibi inanmayan ve yaşamayan insanları refüze ediyor ve kötücül ifadelerle betimliyor. Bu arada, İslamcı derneklerin toplumsal, ekonomik ve politik etki alanlarının boyutları konusunda yeteri kadar bilgi sahibi olunduğunu da düşünmüyorum. Zira Alman kamu görevlileri, birçoğu front örgüt sistematiğiyle çalışan bu derneklerin faaliyetleri hakkında sınırlı bilgiye sahip olduklarını teyit ediyor. Özellikle bu derneklerin tüzüklerinde de yer alan “dini eğitim” kalemi üzerinden sınırsız bir hareket alanına sahip olduklarını vurgulamak gerekiyor. Bazı Alman politikacılar, ısrarla yaşadıkları sistemi “din dışı” kabul eden ve onun bir parçası olmayı reddeden bu kesimle diyalog kurmaya çalışıyor. Politikacılar, bu derneklerin düzenledikleri konferans ve panellere konuşmacı olarak katılıyor, entegrasyonun önemine vurgu yapıyorlar ancak bu tür faaliyetler fundamentalist yapıların yıkıma kilitlenmiş konsantrasyonlarını bozmuyor. Demokrasi, farklılıkların uyumu ve birlikte yaşam gibi medeni dünyaya ait idealler, İslam ülkelerinde gerçekleşseydi bu kadar yoğunlukta din, mezhep ya da etnisite kaynaklı çatışmalar zaten yaşanmazdı. Bulundukları ülkelerdeki mevcut düzeni “cahiliye” olarak niteleyen bu dernekler, İslam şeriatına uygun yönetimlerin inşası için mesai harcıyor. Bakınız, Almanya'da halifelik ve şeriat talebi içeren gösteriler...  Militan İslam burada yeşeriyor ve kendisi gibi düşünmeyen ve yaşamayanlarla uzlaşmayı cepheden reddeden radikal İslam’ın tetikleyicisi oluyor. Bu türden gelişmelerin sonucu Mannheim ya da Solingen benzeri bir saldırı ile sonuçlanıyor.

Sonuç olarak, nereden gelirse gelsin terör tehdidini ciddiye almak gerekiyor. Bunu yaparken de gerçeklerle açık bir şekilde yüzleşmek önemli. Bana göre, Müslüman göçmenlerin, saldırı noktasına tek tek çiçek bırakmak yerine toplu halde bu saldırılara tepki göstermeleri gerekiyor. Çiçek bırakmalarının insanlara samimi gelmediği anlaşılıyor. Müslüman sığınmacıların sadece halifelik ve şeriat talepleri için toplu olarak bir araya gelmeleri ise "samimi olmadıklarına" dair duyguyu köpürtüyor. Suriyeli, Afgan, Iraklı vs. Müslüman göçmenlerin artık "Almanya bize bakmaya mecbur" düşüncesinden sıyrılıp, yaşadıkları ülkenin politik meselelerine muhatap olmaya başlamaları gerekiyor. Müslüman göçmenler, helâl-haram, çarşaf, türban, halifelik, şeriat vs. meselelerine, güçlü bir şekilde aleyhlerine gelişmeye devam eden politik iklimden daha fazla kafa yoruyorlar. Bulundukları yeri olduğu gibi asla kabul etmiyorlar ve onu kendi yaşam şekli ve inançlarına göre değiştirmeye çalışmaktan hiç vazgeçmiyorlar. Bu tutum ve davranışlar ise yerel kültür öğeleri tarafından, "saygısız" ve "nankör" olarak nitelendiriliyor. En çok da kendilerine destek olmaya çalışan Almanları mahçup ediyorlar. Mesele, artık Müslüman göçmenlerin -varsa öyle bir planları- "bizi istemeyenlerle konuşuruz, anlaşırız" pratiğinin çok ötesine geçmiş durumda. İşte bunu anlamaktan yoksunlar maalesef.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER