© Yeni Arayış

AKP kuruluş ayarlarına dönebilir mi?

Bugünkü AKP’yi geçmişin AKP’si ile kıyasladığımızda karşımızda sadece iki farklı parti görmüyoruz. Aynı zamanda sadece AKP üzerinde değil tüm Türkiye üzerine vesayet tahkim etmek isteyen bir Erdoğan ve bir devlet eklemlenmesi görüyoruz.

Dün AKP’nin 23 kuruluş yıldönümüydü. Kurulduğu 2001’den sonra Bahçeli’nin erken seçimi çağrısıyla yapılan 3 Kasım 2002 seçimlerinde aldığı yüzde 34.3 oyla, Meclis’te 2/3 çoğunluk elde ederek tek başına iktidar oldu.

AKP, 2001’de yaşanan büyük ekonomik krize tepki, ANASOL-M iktidarının Avrupa Birliği (AB) adaylığı sürecinde Meclis’ten geçirilen demokratikleşme paketlerini sahiplenmesi ve 28 Şubat sürecinin yarattığı toplumsal mağduriyeti kamusal alanda siyasallaştırmayı başararak tek başına iktidar oldu.

Kuşkusuz bunları tamamlayan başka bir etken de AKP’nin Milli Görüş geleneğine mesafe koyarak kendini tanımladığı “muhafazakâr demokrat” kimlik ve bu kimlikle toplumun farklı kesimleriyle kurduğu “taşıyıcı koalisyonlar”ın gücüdür.

Aradan geçen 23 yılda AKP, kurulduğu ve iktidar olduğu partinin söyleminden ilkelerine 180 derece farklı yerdedir.

AKP toplumsal taleplerin, hak ve özgürlüklerin, adaletin temsilciliğinden bugün tam tersi yerdedir. AKP için artık toplumsal talep ve hassasiyetler değil Erdoğan’ın hassasiyetleri var.

Bu açıdan en sonda söyleyeceğimi şimdi ifade edeyim AKP’nin 2002 ayarlarına dönmesi bugünün koşullarında imkân dahilinde değildir.

AKP elitlerinden, AKP’ye yakın köşe yazarları, akademisyenler ekranlarda, köşelerinde partinin 2002 ayarlarına döneceği yönünde mesajlar veriyorlar. Hatta bunun için partinin kuruluş yıldönümü olan 14 Ağustos’u işaret ettiler. Bu tür yorumlar fazlasıyla iyimser. Çünkü AKP ne 2002- 2007, ne de 2007-2011döneminin partisidir.

AKP SİYASAL PARTİ MİDİR?

Bugün AKP, sıkça ifade ettiğim üzere hukuki olarak siyasi parti olsa da fiili olarak bu kimliğinden uzaktır.

Çünkü, AKP siyasi parti olarak sahip olduğu tüm fonksiyonları, büyük ölçüde Genel Başkan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a devretmiş durumdadır.

Ki, 31 Mart seçimlerinde alınan yenilgi ve partinin hızla küçülmesi, oy kaybetmesi AKP elitlerini harekete geçirmiş ve Erdoğan’ı “siyasetin normalleşmesi” söylemine ikna etmişlerdir.

Ancak AKP elitlerin bu süreçte gördüğü gerçek şudur; bu amaçla Erdoğan’ı ikna etseler bile, Erdoğan’ın Bahçeli’yi ikna etmeden “büyük, dönüştürücü adımlar” atması imkan dahilinde değildir.

AKP elitlerinden, AKP’ye yakın köşe yazarları, akademisyenler ekranlarda, köşelerinde partinin 2002 ayarlarına döneceği yönünde mesajlar veriyorlar. Hatta bunun için partinin kuruluş yıldönümü olan 14 Ağustos’u işaret ettiler.

Bu tür yorumlar fazlasıyla iyimser. Çünkü AKP ne 2002- 2007, ne de 2007-2011döneminin partisidir.

Bugünkü AKP, 2011 sonrasında geçmişiyle siyasi, ideolojik tüm bağlarını koparmış, 2015 sonrası da MHP ile kurduğu ittifak ile devlete ideolojik olarak eklemlenmiş bir partidir.

Bugünkü AKP elitleri için AB üyeliği hedefi, demokratikleşme, özgürlük, adalet önemli görülebilir ama bunların gerçekleşmesi için önce Erdoğan’ı, Erdoğan’ın da Bahçeliyi ikna etmesi gerekmektedir.

Evet AKP’ye farklı partilerden milletvekilleri, belediye başkanları katılabilir. AKP kimi il başkanlarını farklı nedenlerle görevden alabilir vs. Bunların hiçbiri AKP’yi 2002 ayarlarına döndürmeye yetmez.

Ya da Erdoğan’ın ifadesiyle mesele “yorulanların kenara çekilmesi” ile de aşılacak bir sorun değildir AKP’nin sorunu. Bu açıdan siyasal söylem değişikliği, bunun dayandığı zihniyet değişimi ve siyasal söylem değişimi olmadan 2002’ye döndürmeye yetmez.

Tüm gücün tek merkezde toplandığı, toplumun temel sorunlarının çözümü olan “Siyaseti” devletin çıkarlarına ve devletin ideolojik tercihlerine bırakan, gündelik siyaseti de devletin ürettiği rantın paylaşılmasına indirgeyen ve bunun için siyasi kliklerin mücadelesini izliyoruz.

YETMEZ ÇÜNKÜ…

AKP’nin 2002 ayarlarına dönmesini imkânsız kılan temel nedenlerin başında artık AKP’yi de aşmış ve bizatihi Erdoğan’ın MHP ile kurduğu ve bugün karşımızda “Cumhur İttifakı” olarak duran “anti-Kürt” ittifakıdır.

Bunu tamamlayan yine Bahçeli’nin çıkışıyla başlayan ve 2017 Referandumu ile kabul edilen ve 24 Haziran 2018’den bu yana hayatımızda olan Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi’dir.

Bugün devletim tüm kurumlarının partizanlaştığı, bağımsız kurumların ortadan kalktığı bir sürecin içindeyiz. Ekonomi başta olmak hukuk, eğitim sistemi gibi pek çok alanda toplumsal sorunları çözmeyi değil kendi iktidar ömrünü uzatmak için yönetmeyi tercih eden bir siyasi akılla karşı karşıyayız.

Tüm gücün tek merkezde toplandığı, toplumun temel sorunlarının çözümü olan “Siyaseti” devletin çıkarlarına ve devletin ideolojik tercihlerine bırakan, gündelik siyaseti de devletin ürettiği rantın paylaşılmasına indirgeyen ve bunun için siyasi kliklerin mücadelesini izliyoruz.

Devletin kendi “ideolojik sürekliliğini” korumayı öncelediği, bunun için de kendisinin denetleyebildiği bir iktidarı/iktidar blokunu tercih etmesi bu yüzden anlaşılabilir bir durum.

Bugünkü AKP’yi geçmişin AK Parti’si ile kıyasladığımızda karşımızda sadece iki farklı parti görmüyoruz. Aynı zamanda sadece AKP üzerinde değil tüm Türkiye üzerine vesayet tahkim etmek isteyen bir Erdoğan ve bir devlet eklemlenmesi görüyoruz.

Özetle şunu ifade edelim ki, AKP’nin 2002 ayarlarına dönmesinin önünde en büyük engel bizatihi Erdoğan ve devlet olacaktır.

İmamoğlu sonrası için başlayan tartışma başta İstanbul Belediye Başkanı olmak üzere tartışmada adı geçen tüm belediye başkanları için yıpratıcıdır. Çünkü belediye başkanları için gündem İmamoğlu sonrası değil, seçildikleri makamın hakkını vermektir.

İMAMOĞLU’NUN YERİNİ KİM ALACAK?

Bir sonraki yazıda açmak üzere bu konuya giriş yapalım.

Bir ilçe belediye başkanının Paris’te kendisine sorulan bir soru üzerine İmamoğlu yerine belediye başkanlığına hazırım sözü kamuoyunda hayli tartışıldı.

Bu açıklama sonrası bu sözü söyleyen belediye başkanına sert tepkiler geldi.

Hatta Ekrem İmamoğlu tüm belediye başkanlarını ve üst düzey bürokratları toplayarak yaşanan tartışmadan rahatsızlığı ifade etti ve tartışmanın öznelerinden gereli adımları atmasını istedi ve bu adımlar da muhatapları tarafından atıldı.

Açıkçası bu erken bir tartışma.

Daha önemlisi mesele sadece Paris’te sorulan soruyla başlamadı.

İlçe belediye başkanı için neredeyse Mayıs ayından itibaren sistematik bir çalışma sürüyor.

Ne yazık ki, bu tartışma başta İmamoğlu olmak üzere tartışmada adı geçen tüm belediye başkanları için yıpratıcıdır. Sonuçta kimin belediye başkanı olacağına İmamoğlu’nun olası Cumhurbaşkanlığında İBB Meclisi’ndeki 180 üye; aksi durumda ise CHP’nin MYK ve PM’si karar verecek.

Ve açıkça ifade edelim ki belediye başkanları için gündem İmamoğlu sonrası değil, seçildikleri makamın hakkını vermektir.

 

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER