© Yeni Arayış

AİHM’in Onat ve diğerleri kararının KHK’larla ihraçlara bakan yönü

Onat ve Diğerleri v. Türkiye kararı, OHAL KHK’larıyla ihraçların hukuki ve sosyal boyutlarını gösteren bir uyarıdır. AİHM, bu kararla, Türkiye’ye, KHK’ların keyfi uygulanışını sonlandırma, yargısal denetimi güçlendirme ve ihraç edilenlerin haklarını iade etme yönünde bir yol haritası sunmuştur. Bu çağrıya kulak verilmesi, yalnızca bireysel mağduriyetlerin giderilmesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin hukuki ve toplumsal yapısının yeniden inşası için bir fırsattır.

Onat ve Diğerleri v. Türkiye kararı, OHAL KHK’larıyla ihraçların hukuki ve sosyal boyutlarını gösteren bir uyarıdır. AİHM, bu kararla, Türkiye’ye, KHK’ların keyfi uygulanışını sonlandırma, yargısal denetimi güçlendirme ve ihraç edilenlerin haklarını iade etme yönünde bir yol haritası sunmuştur. Bu çağrıya kulak verilmesi, yalnızca bireysel mağduriyetlerin giderilmesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin hukuki ve toplumsal yapısının yeniden inşası için bir fırsattır. 

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) İkinci Bölüm’ü, 25 Mart 2025’te Onat ve Diğerleri v. Türkiye davasında, Türkiye’de Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde özel sektörde çalışan yedi işçinin işten çıkarılmalarına ilişkin önemli bir karar verdi. Başvurucular, belediyelerle bağlantılı taşeron firmalarda işçi olarak çalışırken, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL kapsamında, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile “terör örgütleriyle iltisak veya irtibat” şüphesiyle işten çıkarılmışlardı. AİHM, oybirliğiyle, iş mahkemelerinin bu ihraçları inceleme sürecinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6 § 1. maddesini (adil yargılanma hakkı) ihlal ettiğine hükmetti; ancak madde 6 § 2 (masumiyet karinesi) açısından ihlal bulmadı. Bu karar, yerel mahkemelerin yargısal denetimdeki eksikliklerini gözler önüne sererken, OHAL KHK’larıyla yapılan ihraçların hukuki meşruiyetine dair soru işaretlerini ortaya koymuştur. Bu yazıda, AİHM’nin ihlal gerekçelerini ayrıntılı bir şekilde inceleyecek ve bu gerekçelerin OHAL KHK’larıyla ihraçlar bağlamındaki anlamına yer vereceğiz.

Davanın Arka Planı: OHAL ve İşten Çıkarmalar

Onat ve Diğerleri davası, Türkiye’nin 2015’ten itibaren yaşadığı güvenlik krizleri ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL dönemine dayanıyor. 2015’te Güneydoğu Anadolu’da “hendek olayları” olarak bilinen çatışmalar, PKK ile güvenlik güçleri arasındaki gerilimi artırmış; hükümet, belediyelerin PKK’ya lojistik ve mali destek sağladığını iddia etmişti (§ 5). Darbe girişimi ise geniş çaplı bir tasfiye sürecini tetiklemiştir. 21 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan 667 sayılı KHK, kamu kurumlarına bağlı tüm çalışanların—taşeronlar dahil—“terör örgütlerine üyelik, mensubiyet, iltisak veya irtibat” şüphesiyle işten çıkarılmasını mümkün kılmıştı (§ 7). Bu düzenleme, somut delilden ziyade “şüphe”ye dayanarak geniş bir yetki tanıyordu.

Başvurucular—Doham Onat, Muhittin Duymak, Zülküf Özoğul, Kenan Yıldırım, Abdullah Bilen, Ahmet İlaslan ve Abdullah Bekis—belediyelerle bağlantılı taşeron firmalarda işçi olarak çalışıyordu. 2016-2017 arasında, kamu kurumlarının güvenlik değerlendirmeleri sonucu bu firmalara talimat verilerek işten çıkarıldılar (§ 9). İş mahkemelerinde işe iade davaları açan başvurucular, işten çıkarılmalarının İş Kanunu’na (4857 sayılı Kanun) uygun olmadığını ve usul kurallarına uyulmadığını savundular (§ 10). Ancak iş mahkemeleri, KHK’yı esas alarak ihraçları “şüphe” temelinde haklı buldu ve davaları reddetti (§ 11-20). Anayasa Mahkemesi’nde bireysel başvuruları “açıkça dayanaktan yoksun” buldu (§ 22). AİHM’e başvuran işçiler, adil yargılanma hakkının (madde 6 § 1) ve masumiyet karinesinin (madde 6 § 2) ihlal edildiğini iddia ettiler.

AİHM’nin İhlal Gerekçeleri

AİHM, iş mahkemelerinin ihraçları inceleme sürecinde AİHS’in 6 § 1. maddesini ihlal ettiğini tespit etmiştir. İhlal gerekçeleri, yerel mahkemelerin yargısal denetimdeki yetersizliklerine ve gerekçesiz kararlarına odaklanmıştır. Bu gerekçeler şunlardır:

• Yargısal Denetimin Yetersizliği

AİHM, iş mahkemelerinin, başvurucuların ihraçlarını değerlendirirken yeterli bir inceleme yapmadığını belirmiştir (§ 71). Mahkemeler, Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) üzerinden suç soruşturmaları hakkında bilgi toplasa da, bu bilgilerin işten çıkarma açısından “ilgisi”(relevance) üzerinde durmamışlardır. Örneğin, Doham Onat’ın 2003’te bir soruşturmada serbest bırakılması (§ 14) veya Ahmet İlaslan’ın 2015’teki cenaze olayında suç unsurunun bulunmaması (§ 19), mahkemelerce analiz edilmemiştir. AİHM, bu eksikliğin, işveren ile işçi arasındaki güvenin neden bozulduğunu açıklama yükümlülüğünü ihlal ettiğini belirtmiştir.

• Gerekçeli Karar Eksikliği

Yerel mahkemeler, ihraçların “geçerli neden” olup olmadığını belirlerken, somut olayları ve delilleri incelemek yerine yalnızca devam eden veya sonuçlanmış ceza davalarının varlığına işaret etmişlerdir (§ 71). AİHM, Pişkin v. Türkiye (2020) kararına atıfta bulunarak, mahkemelerin “işverenin şüphesini haklı kılan ciddi, önemli ve somut olayları”değerlendirme zorunluluğunu hatırlatmıştır (§ 70). Ancak Kenan Yıldırım’ın beraatla sonuçlanan davası bile “güven kaybı” için yeterli görülmüştür (§ 17). Bu durum, kararların yüzeysel ve standart kalmasına yol açmıştır.

• Şüphe Kavramının Keyfi Uygulanması

667 sayılı KHK, “iltisak veya irtibat” gibi muğlak kavramlarla işten çıkarmalara izin verse de, AİHM, bu muğlaklığın mahkemelerce keyfi bir şekilde doldurulduğunu tespit etmiştir (§ 71). İş mahkemeleri, şüphenin varlığını kanıt yükümlülüğünü işverene değil, işçilere yüklemiş; bu da adil yargılanma hakkını zedelemiştir. Örneğin, Muhittin Duymak’ın devam eden davası, şüphenin içeriği tartışılmadan işten çıkarma için yeterli sayılmıştır (§ 15). 

• Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi İçtihatlarıyla Çelişki

AİHM, Yargıtay’ın, şüpheye dayalı işten çıkarmalarda “objektif olaylar ve ciddi güven kaybı” aranması gerektiği yönündeki içtihadına atıfta bulunmuştur (§ 33-36). Anayasa Mahkemesi’nin Fatma Nakçi kararında (2021), ceza soruşturmalarının içeriğinin işten çıkarmayla ilgisinin değerlendirilmesi gerektiği belirtilmişti (§ 31). Ancak iş mahkemeleri, bu standartları uygulamamış ve yalnızca soruşturma veya dava varlığını yeterli görmüştür (§ 71). AİHM, bu çelişkinin, yargısal denetimin etkinliğini ortadan kaldırdığını söylemiştir.

• OHAL’in Kısıtlayıcı Etkisi Olmaması

Hükümet, OHAL’i gerekçe göstererek Madde 15 (derogasyon) hakkını kullansa da, AİHM, 667 sayılı KHK’nın mahkemelerin denetim yetkisini sınırlamadığını vurgulamıştır (§ 73). Yerel mahkemeler, OHAL’i gerekçe göstermeden karar vermiştir. Bu da ihlalin OHAL’den değil, mahkemelerin kendi eksikliklerinden kaynaklandığını göstermiştir.

AİHM, bu gerekçelerle, iş mahkemelerinin, başvurucuların ihraçlarını yeterince incelemediğini ve adil bir yargısal denetim sağlamadığını hükmetmiştir. Madde 6 § 2 açısından ise, mahkemelerin suç isnadında bulunmadığı ve yalnızca “şüphe” çerçevesinde değerlendirme yaptığı için ihlal bulmamıştır (§ 66-67).

Onat’ta ise iş mahkemeleri bir adım ileri gitse de, ceza soruşturmalarının içeriğini değerlendirmeden “şüphe”yi kabul etmişlerdir. Bu, OHAL KHK’larının yarattığı geniş yetkinin mahkemelerce denetlenmediğini ve keyfi uygulamalara kapı araladığını göstermektedir.

OHAL KHK’larıyla İhraçlar Bağlamında İhlal Gerekçelerinin Anlamı

AİHM’nin Onat ve Diğerleri kararındaki ihlal gerekçeleri, OHAL KHK’larıyla yapılan ihraçların hukuki meşruiyetini ve yargısal denetimini sorgulayan önemli ipuçları sunmuştur. Türkiye’de OHAL döneminde, 667 sayılı KHK gibi düzenlemelerle on binlerce kişi kamu ve özel sektörden ihraç edilmiş olup bu ihraçlar, genellikle somut delilden ziyade “iltisak veya irtibat” gibi muğlak kavramlara dayandırılmştır. Onat kararı, bu pratiğin AİHM standartlarıyla çelişkisini ve yerel mahkemelerin rolünü göstermesi açısından önemlidir. İhlal gerekçelerinin OHAL KHK’larıyla ihraçlar açısından anlamının şunlar olduğu söylenebilir:

• Yargısal Denetimin Zayıflığı ve Keyfilik

Onat kararında AİHM, iş mahkemelerinin, ihraçların dayandığı “şüphe”yi somut delillerle test etmediğini eleştirmiştir (§ 71). OHAL KHK’larıyla yapılan ihraçlarda da benzer bir tablo vardır: Kamu görevlileri ve taşeron çalışanlar, genellikle idari kararlarla ve yargısal denetimden uzak bir şekilde işten çıkarılmıştır. Örneğin, Pişkin v. Türkiye’de, bir kamu çalışanının ihracı, yalnızca yetkili makamın kararıyla haklı bulunmuş, mahkemeler delil incelemesi yapmamıştır (§ 70). Onat’ta ise iş mahkemeleri bir adım ileri gitse de, ceza soruşturmalarının içeriğini değerlendirmeden “şüphe”yi kabul etmişlerdir. Bu, OHAL KHK’larının yarattığı geniş yetkinin mahkemelerce denetlenmediğini ve keyfi uygulamalara kapı araladığını göstermektedir.

• Muğlak Kavramların Denetimsizliği

667 sayılı KHK’daki “iltisak ve irtibat” kavramları, ne yasada ne de mahkeme kararlarında net bir şekilde tanımlanmamıştır. Onat’ta, iş mahkemeleri bu muğlaklığı, somut delil aranmadan ihraçları meşrulaştırmak için kullanmışlardır (§ 71). OHAL KHK’larıyla ihraç edilen kamu çalışanları da benzer şekilde, Bank Asya hesabı, sendika üyeliği veya sosyal medya paylaşımları gibi yasal ve rutin faaliyetleri nedeniyle suçlanmışlardır. AİHM, Onat’ta bu muğlaklığın yargısal denetimle giderilmesi gerektiğini vurgulamış; ancak yerel mahkemelerin bunu yapmamıştır. Bu durum, OHAL ihraçlarının öngörülemezliğini ve bireylerin haklarını korumasız bıraktığının göstergesidir.

• Masumiyet Karinesi ve Güven Kaybı Dengesi

AİHM, AİHS’in 6 § 2. maddesinden ihlal bulmasa da iş mahkemelerinin önceki ceza soruşturmalarını “güven kaybı” için yeterli görmesini aynı maddenin 1. fıkrası açısından sorunlu bulmuştur (§ 71). OHAL KHK’larıyla ihraçlarda da bireylerin suçlu bulunmamış olmalarına rağmen “terör bağlantısı” şüphesiyle damgalanması yaygın bir pratiktir. Onat’ta, iş mahkemelerinin beraat veya takipsizlik kararlarını dikkate almadan ihraçları onaylaması, OHAL ihraçlarının da benzer bir mantıkla işlediğini ve yargısal denetimin bu damgalamayı önlemediğini ortaya koymaktadır.

• Yerel Mahkemelerin Pasif Rolü

AİHM, iş mahkemelerinin, işverenin şüphesini sorgulamak yerine kabul ettiğini ve işçilerin savunmalarını yeterince ele almadığını belirtmiştir (§ 71). OHAL KHK’larıyla ihraçlarda da, Anayasa Mahkemesi ve idare mahkemeleri, genellikle idari kararları esas alarak bireysel başvuruları reddetmiştir. Onat kararı, bu pasif rolün, KHK ihraçlarının yargısal denetime tabi tutulmadığını ve bireylerin hak arama yollarının etkin olmadığını göstermektedir.

• Hukuki ve Sosyal Sonuçlara Dair Bir Çağrı

Onat ve Diğerleri v. Türkiye kararı, OHAL KHK’larıyla yapılan ihraçların hukuki ve sosyal sonuçlarını gözler önüne seren bir dönüm noktasıdır. OHAL döneminde, 667 sayılı KHK gibi düzenlemelerle yüz binlerce kişi kamu ve özel sektörden ihraç edildi. Bu ihraçlar, somut delilden yoksun, idari kararlarla ve “iltisak veya irtibat” gibi muğlak kavramlarla gerçekleştirildi. Onat kararı, bu sürecin adil yargılanma hakkıyla bağdaşmadığını ve yerel mahkemelerin denetim eksikliklerinin sistematik bir sorun olduğunu açıkça ortaya koyuyor. 

Türkiye’ye, Avrupa Konseyi üyesi bir devlet olarak, uluslararası insan hakları standartlarına uyum sağlama yükümlülüğü hatırlatılmıştır. Bu karar, OHAL KHK’larının muğlaklığını gideren, ihraç edilenlere etkin bir yargı yolu sunan ve toplumsal mağduriyetleri telafi eden bir reform sürecinin başlatılması için bir çağrıdır.

Kararın hukuki ve sosyal sonuçları, OHAL KHK’larıyla ihraçlar açısından şu şekilde detaylandırılabilir:

➢ Hukuki Meşruiyet Krizi ve Yargısal Denetim İhtiyacı

Onat’ta AİHM, iş mahkemelerinin “şüphe”yi somut delillerle test etmediğini ve KHK’nın muğlaklığını denetlemediğini eleştirmiştir (§ 71). Bu, OHAL KHK’larıyla yapılan ihraçların hukuki meşruiyetini derinden sarsmaktadır. Selahattin Demirtaş v. Türkiye (no. 2) (2020) kararında, Büyük Daire, TCK m. 314’ün öngörülmezliğini eleştirmişti (§ 280); Onat, bu öngörülmezliğin KHK’lara da uzandığını ve yargısal denetimin yokluğuyla birleştiğinde bireylerin haklarını korumasız bıraktığını göstermektedir. OHAL KHK’larının, Avrupa insan hakları standartlarına uygunluğu ciddi bir şekilde sorgulanmalıdır. Bu karar, Türkiye’ye, KHK’larla yapılan ihraçların yeniden gözden geçirilmesi ve yargısal denetime tabi tutulması için bir çağrı niteliğindedir. Aksi halde, bu ihraçlar hukuki belirsizlik ve keyfiyet gölgesinde kalmaya devam edecektir.

➢ Sosyal Damgalama ve Toplumsal Barışa Etkisi

Onat’ta, başvurucuların suçlu bulunmamış olmalarına rağmen “terör bağlantısı” şüphesiyle işten çıkarılması ve mahkemelerin bu durumu onaylaması, ciddi bir damgalama sorununu ortaya koymuştur (§ 71). OHAL KHK’larıyla ihraç edilenler de sosyal güvenlik kayıtlarına eklenen “KHK ile ihraç” koduyla özel sektörde iş bulma şansını kaybetmiş ve toplumsal dışlanmaya maruz kalmışlardır. Onat kararı, bu damgalamanın yargısal denetimle önlenebileceğini, ancak Türkiye’de mahkemelerin bu rolü üstlenmediğini göstermektedir. Bu durum, OHAL ihraçlarının yalnızca bir iş kaybı değil, bireylerin toplumsal yaşamını kalıcı şekilde tahrip eden bir yaptırım olduğunu ortaya koymaktadır. Toplumsal barışın yeniden tesisi, bu damgalamanın giderilmesi ve ihraç edilenlerin haklarının iadesiyle mümkündür.

➢ Yargının Rolü ve Sistemik Reform Gerekliliği

Onat’ta, iş mahkemelerinin pasif tutumu ve KHK’nın geniş yetkisini sorgulamaması, OHAL ihraçlarının yargısal denetime kapalı bir süreç olduğunu doğrulamıştır (§ 71). Yüksel Yalçınkaya’da, Büyük Daire, yerel mahkemelerin varsayımlar ve ön kabullerle karar verdiğini ve bu pratiğin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini hükmetmişti (§ 304-305). Onat, bu sistemik sorunun özel sektöre de uzandığını ve mahkemelerin, OHAL KHK’larının yarattığı geniş yetkiyi dengeleme işlevini yerine getiremediğini göstermiştir. Bu, Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve etkinliği konusunda köklü bir reform ihtiyacını ortaya koymuştur. OHAL KHK’larıyla ihraçların hukuki sonuçlarının ele alınması, ancak mahkemelerin aktif bir denetim rolü üstlenmesiyle mümkün olabilir.

➢ Uluslararası Standartlarla Uyum ve Türkiye’ye Bir Çağrı

Onat kararı, AİHM’nin, OHAL KHK’larıyla ihraçlara yönelik tutarlı bir eleştiri çizgisi geliştirdiğini gösteriyor. Pişkin  kararında, KHK’ların somut delilden yoksun uygulamaları ve mahkemelerin denetimsizliği eleştirilmişti. Onat, bu eleştiriyi daha da ileri taşımış ve KHK’ların kapsamının genişliği ve sistematik hak ihlallerini teyit etmiştir. Türkiye’ye, Avrupa Konseyi üyesi bir devlet olarak, uluslararası insan hakları standartlarına uyum sağlama yükümlülüğü hatırlatılmıştır. Bu karar, OHAL KHK’larının muğlaklığını gideren, ihraç edilenlere etkin bir yargı yolu sunan ve toplumsal mağduriyetleri telafi eden bir reform sürecinin başlatılması için bir çağrıdır. OHAL’in kötü mirası, ancak bu adımlarla temizlenebilir; aksi takdirde, on binlerce kişinin yaşadığı hak ihlalleri, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti imajını gölgelemeye devam edecektir.

Sonuç olarak, Onat ve Diğerleri v. Türkiye kararı, OHAL KHK’larıyla ihraçların hukuki ve sosyal boyutlarını gösteren bir uyarıdır. AİHM, bu kararla, Türkiye’ye, KHK’ların keyfi uygulanışını sonlandırma, yargısal denetimi güçlendirme ve ihraç edilenlerin haklarını iade etme yönünde bir yol haritası sunmuştur. Bu çağrıya kulak verilmesi, yalnızca bireysel mağduriyetlerin giderilmesi değil, aynı zamanda Türkiye’nin hukuki ve toplumsal yapısının yeniden inşası için bir fırsattır.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER