© Yeni Arayış

Adalar’da yaşanan katılımcı belediyecilik için fırsat olabilir mi?

Adalar’da yaşanan katılımcı belediyecilik için fırsat olabilir mi?

Sonuçta ortada "estetik"le ilgili değil, yönetsel bir sorun var. Bu sorun ya katılımcı ve demokratik bir yerel yönetim deneyimi geliştirmek için bir fırsat olarak görülebilir, ya da bugün bu açıklamada yaptığı gibi geçiştirilebilir. Yaklaşık on gündür Büyükada caddelerinde gösterilerle, basın toplantıları ve etkinliklerle Büyükşehir Belediyesi’nin Büyükada yollarında çalıştırmak istediği “azmanbüs”ler protesto ediliyor. Birinci gün ekranlara da yansıdığı gibi, bir Büyükşehir yöneticisinin “alın bunları” diyerek bu “azmanbüs”lere karşı çıkanların polis tarafından gözaltına alınmalarını sağladığı görüldü. Bu gösterilerin daha da büyümesine ve infiale neden oldu. Adalar’daki protestolar bir anda ülke gündemine oturdu. Bu “azmanbüs” olayı her yönüyle üzerinde durulması gereken bir siyasal konu halini aldı. Yönetimin ise bu işe büyük bütçeler ayırdığı, bu nedenle tepkilere rağmen ve zorla bu araçları çalıştırmayı amaçladığı söyleniyor. İmamoğlu bu sabah (24 Haziran) bu konuya ilişkin bir açıklama yaptı. Adalar’da yaşanan motorlu araç kaosundan söz etti. Ulaşımın yönetiminde Büyükşehir’in ve yerel belediyenin sorumluluğu var. Bunun hatırlanması çok iyi oldu. Planlarda ulaşımla ilgili herhangi bir çalışmanın yapılmamış, bir yönetim planının hazırlanmamış olması herhalde Büyükşehir açısından önemli bir itiraf. Büyükşehir Belediyesi sonuçta yetkili bir kamu kuruluşu. Müşterekleri işgal eden, dar bir açıdan konulara yaklaşan imtiyazlı bir piyasa aktörü değil. Düzenleyici olma, kural koyma vasfı var. Büyükşehir’in sorumluluklarının hatırlanması biraz geç de olsa, önemli. Diğer taraftan şehir içi ulaşımda kullanılmak üzere tasarlanmış, ayakta yolcu alabilen -ve aynı özellikte dizel modeli üretilerek bir çok yerde minibüs hatlarında kullanılmakta olan- “azmanbüs”lerin belirttiği gibi yalnızca bir “estetik sorun” teşkil etmediğini, neredeyse bütün uzmanların, tasarımcıların, sağduyu sahiplerinin Adalar’a uygun olmadığını kabul ettiğini kendisine ayrıca hatırlatmak da belki yerinde olur. Bu kafa karışıklığı da böylece giderilmiş olur. Mesela “estetik sorun” olarak gördüğü ve tanımladığı meselenin bir planlama ve tasarım sorunu olduğu gösterilebilir ve bu konuyu dikkatlice yeniden değerlendirmesi de önerilebilir. Bunun bütün İstanbul için yararlı olacağı da. Bu araçların en, boy, yükseklik olarak “midibüs” boyutlarında olması basit bir “estetik sorun” olarak mı görülmeli? Yoksa yolların genişletilmesi, hatta çoğu yerde bu araçlara göre yeniden tasarlanması gibi konuların Adalar’ın korunması gereken kültürel ve doğal miras değerlerini, peyzajını köklü bir şekilde değiştireceği, canlıların hayatını riske atacağı gibi meseleler ayrıca mı hatırlatılmalı? Büyükşehir'de şehir plancıları var, onlar bu işi üstlenebilirler. Diğer taraftan Adalar’da yaşlı, hamile, engelli… Her türlü ihtiyaç sahibi vatandaşın -anayasal eşitlik prensibi çerçevesinde- ulaşım hakkının bulunduğunu, bunun bir kamusal hizmet olarak en iyi şekilde yerine getirilmesinin gerektiğini, Büyükşehir’in bu konuda sorumluluklarının bulunduğuna da işaret etmek de belki yerinde olur. Sonuçta ortada "estetik"le ilgili değil, yönetsel bir sorun var. Bu sorun ya katılımcı ve demokratik bir yerel yönetim deneyimi geliştirmek için bir fırsat olarak görülebilir, ya da bugün bu açıklamada yaptığı gibi geçiştirilebilir. Tercih kendisinin. Büyükada’da son günlerde neler yaşandı? Birinci gün ekranlara da yansıdığı gibi, bir Büyükşehir yöneticisinin “alın bunları” diyerek bu “azmanbüs”lere karşı çıkanların polis tarafından gözaltına alınmalarını sağladığı görüldü. Bu gösterilerin daha da büyümesine ve infiale neden oldu. Adalar’daki protestolar bir anda ülke gündemine oturdu. Bu “azmanbüs” olayı her yönüyle üzerinde durulması gereken bir siyasal konu halini aldı. Yönetimin ise bu işe büyük bütçeler ayırdığı, bu nedenle tepkilere rağmen ve zorla bu araçları çalıştırmayı amaçladığı söyleniyor. Diğer taraftan geçmişinden bugüne farklı bir kullanım biçimlerine, yürüyüş için güvenli özelliklere sahip olan  yolların bir anda yoğun motorlu araç trafiğine açılması Adalar’daki yaşamı köklü bir şekilde değiştirdi. Kazalar, yaralanmalar, ölümler olmaya başladı. Canlıların yaşamları tehdit altına girdi. Özellikle Büyükada’nın sakinleri ve ziyaretçiler artık hiç beklenmedik tehlikeler, zorluklar ile karşı karşıya kaldılar. Ancak Büyükşehir yönetimi itirazlara kulaklarını tamamen kapamış durumda. Tam anlamıyla “müzakere özürlü” bir süreç yaşanıyor. Yöneticiler kendilerinden o kadar kendilerinden eminler ki, “nasıl olsa ne yapılırsa kabul etmek zorundalar,” diye düşünüyorlar. Bu yüzden daha çok beton ve asfalt dökmeye, daha ağır tonajlı araçlar, iş makineleri getirmeye çalışıyorlar. Ancak Adalar'daki bu son “azmanbüs” olayı ile zannedersem bu popülist model ilk defa ters tepti. Çarpıcı olan ise protestolar ve düzenlenen etkinlikler nedeniyle çok sayıda polis ve zabıta görev yapmaya başlayınca korsan taksilerin ortadan kaybolmasıydı. Bu protestolar sayesinde Büyükada yollarında motorlu araç trafiğinde büyük bir azalma yaşandı. Bu hem ada halkını hem de ziyaretçileri rahatlattı. Böylece Ada halkı ve ziyaretçiler güvenle yollarda yürümeye başladı. Buna protestoların yan etkisi de denebilir. Bu da gösteriyor ki Adalar’da yollar pek ala farklı biçimlerde kullanılabilir. Pazar günü de Büyükada’da protestocular bunu göstermek için caddede sofra kurdu, piknik yaptılar. Kamusal nitelikli kararların içeriğini oluşturan bir konu tanımlanmadan, neyin yapılacağı bilinmeden, teknik şartnameleri bu özelliklere göre hazırlanmadan ihale yapmak mümkün değil. Fikir ürünleri kiloyla, metreyle ölçülebilir şeyler değil. Kaldı ki ihale ile kereste bile satın alacak olsanız, cinsini, kalitesini tanımlamak zorundasınız.

İETT KAMU DEĞİL PİYASA AKTÖRÜ GİBİ DAVRANIYOR

Üzerinde durulması gereken konulardan biri de İETT Genel Müdürü İrfan Demet’in açıklamaları. Özetle “birkaç kere ihaleye çıktık, ancak katılan tek firma oldu, başka teklif veren olmadı” diyor. Bunda bir tuhaflık yok mu? Elektrikli araçlar projesi için Büyükşehir’in yıllardır çalıştığı biliniyor. Bu süre içinde birçok firmadan teklif alınabilir. Özellikli alanlar, SİT alanları, tarihi bölgeler için yeni ürünlerin geliştirilmesi teşvik edilebilir. Ancak bu alanda çalışan firmaların kendi aralarında anlaşarak, oligopol oluşturdukları iddiası da arka planda hep vardır. Mesela birisi bir araç tipi geliştiriyorsa, diğeri o alanı ona bırakır, başka bir ürüne yönelir. Böylece rekabet koşulları ortadan kaldırılmış olur. Bu rekabeti düzenleyen mevzuat açısından incelenmesi gereken önemli bir konu olabilir. Diğer bir tartışmalı konu ise ihale ile ürün geliştirme hizmetinin alınması. Otobüs gibi bir araç seri üretildiği için yere özgü tasarım yapmak zor olabilir. Ama Türkiye’de trafiğe çıkmak için gerekli olan “Tip Onay Belgesi” almış küçük firmalar da var. Kaldı ki bu konunun Büyükşehir’in en az on senedir gündeminde olduğu, A.B. tarafından şehir içi ulaşımda elektrikli araçlar projesinin fonlandığı biliniyor. Dolayısı ile “ruhsatlandırma, araç tescil belgesi alma” gibi meseleler yaşanan kriz için bahane olarak kullanılmamalı. Dolayısı ile Büyükşehir bu geçen sürede kolaylıkla bu çalışmayı yapabilirdi, diyebilirim. Ancak Genel Müdür’ün açıklamasında başka bir bilgi var. O da ihale sistemi ile ancak hazır, bitmiş bir ürünün alınabileceği. Oysa bir ihale yapabilmek için dahi neyin satın alınabileceğinin, uygun olduğunun teknik şartnamede tarif edilmesi gerekiyor. Dolayısı ile bir seçim yapabilmek için dahi bir alana özgü koşulların, kullanım özelliklerinin tanımlanması gerekiyor. Bir planlama, projelendirme, ürün ve hizmet geliştirme meselesi. Bu da hiç basit bir iş değil. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki, kamusal nitelikli kararların içeriğini oluşturan bir konu tanımlanmadan, neyin yapılacağı bilinmeden, teknik şartnameleri bu özelliklere göre hazırlanmadan  ihale yapmak mümkün değil. Fikir ürünleri kiloyla, metreyle ölçülebilir şeyler değil. Kaldı ki ihale ile kereste bile satın alacak olsanız, cinsini, kalitesini tanımlamak zorundasınız. Bunları geçelim. Genel müdürün açıklamada önemli bir detay var. Genel müdür “Adalar’da, özellikle Büyükada’da yoğun bir talep var, ihtiyacı karşılamak için bu minibüsleri çalıştırmak zorundayız” mealinde bir şeyler söyledi. Büyük hacimli, ayakta yolcu alan “bu araçlar çalıştırılırsa sorun çözülür” diyor. Acaba gerçekten öyle mi? Öncelikle talebin otomatik olarak arzı şekillendirdiğini varsayıyor.  Oysa ulaşımda bunun tersi geçerli. Ayrıca yalnızca bununla da kalmayacak, bu “azmanbüs” adı verilen araçların çalışabilmesi için de yollar genişletilecek. Genel müdürün çözüm zannettiği şey sorunun kendisi Genel müdürün sözünü ettiği sorun özellikle bayram ve tatil günlerinde olmak üzere ziyaretçilerin altmış bin -belki de yakında yüz bin- sayısına ulaşması. Dediğim gibi sorunun çözümü için araç sayısının artırılmasını, Büyükada yollarının genişletilmesi gerektiğini düşünüyor. Büyükada’da vapurdan çıkan ziyaretçiler doğrudan kuyruklara yönlendiriliyorlar. Eğer kuyruklar uzarsa, yolculuktan bile daha uzun bir süre kızgın güneş altında eziyet çekiyorlar. Büyükşehir ziyaretçilere yürüyüş rotaları gösterse, hatta rehberli turların yapılmasını sağlasa belki ziyaretçilerin büyük bölümü bunu tercih edebilir. Bu durumu sorgulamak için geçenlerde kendi çapımda küçük çaplı bir anket yaptım. Kuyrukta bekleme süresi ne kadar? Araç için bir ziyaretçiye sıra geldiğinde gezi süresi nedir? Şaşıracaksınız ama bunları etraflıca konuşunca bir çok kişi kuyruktan çıktı ve yürümeye başladı. Kuyruğa yönlendirilen insanlar bunu bilmiyordu ve tek seçeneğin araçlara binmek olduğunu zannediyorlardı! Bunu sivil toplum kuruluşları kendi imkanları ile defalarca yaptılar ve ziyaretçilerin nasıl ilgisini çektiğini gördüler. Önerim Büyükşehir de insanları taşınacak nesneler gibi görmek ve yalnızca motorlu araçlara tıkıştırmak yerine gezilecek yerler, alternatif etkinlikler ve yürüyüş rotaları için rehberlik etmeyi -sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile- bir denesin…

BAZEN GERİ ADIM ATMALI

Ama daha çok şaşıracağınız bir başka şey söyleyeyim: Sahadaki İETT sorumlusu da benimle aynı fikirdeydi!  O da kuyruktakilere aynı şeyi anlatmaya çalışıyordu! Kuyruktakilere benim söylediklerimi tekrarlıyor ve “yürürseniz kuyrukta sefil olmaz, daha çok keyif alırsınız” diyordu! Ne şaşırtıcı bir durum değil mi? Demek ki yönetim ile sahadakiler arasında bir iletişim yok. Sonuç: "Tam yol ileri" diyorsunuz ama yanlış yolda ilerlediğinizin farkında mısınız? Eğer yanlış yoldaysanız, “tam yol ileri” değil, “tornistan” yapmanız gerekli. Çünkü çözüm zannettiğiniz şey sorunun kendisi. Büyükşehir yetkilileri eğer bu söylediğime inanmıyorlarsa vapurlardan çıkan ziyaretçiler için “azmanbüs” yerine bir “yürübüs” kuyruğu açsınlar. Bu kuyruğa girenlere mesela yürüyüş mesafesindeki Troçki’nin yaşadığı ev anlatılsınlar. Bienal’de olduğu gibi kıyısına erişim sağlansın, dünyaca ünlü Mars Alimi’nin gözlem yaptığı astronomi kulesinin bulunduğu Mizzi köşkü tanıtılsın, ilk modern belediyenin çalıştırdığı vapurları yöneten kişi, Con Paşa’nın köşkü hakkında bilgi verilsin, Louis Sabuncu’nun olağanüstü hayat hikayesi ve köşkü anlatılsın. Daha akla ne geliyorsa… Dahası Büyükada’nın eşsiz doğal güzellikleri, bitkileri, su altı yaşamının eşsiz özellikleri tanıtılsın. Bunu sivil toplum kuruluşları kendi imkanları ile defalarca yaptılar ve ziyaretçilerin nasıl ilgisini çektiğini gördüler. Önerim Büyükşehir de insanları taşınacak nesneler gibi görmek ve yalnızca motorlu araçlara tıkıştırmak yerine gezilecek yerler, alternatif etkinlikler ve yürüyüş rotaları için rehberlik etmeyi -sivil toplum kuruluşlarının katılımı ile- bir denesin… Bakalım o zaman ne olacak? Denemesi bedava.   https://yeniarayis.com/korhangumus/azmanbusler-ortaligi-neden-karistirdi/

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER