© Yeni Arayış

Açık Radyo vakası ve ideolojik yanlış tanıma meselesi 

İleri sürülen ve hükme bağlanan iddia ile mahkeme Dink’in söylediklerini nasıl tam tersinden anladıysa, RTÜK de Açık Radyo’nun yaptığı programı zannedersem tersinden anlamış.

Açık Radyo’nun RTÜK tarafından yayın lisansının iptal edilmesine, faaliyetlerinin sonlandırılmasına neden olan kararı okuyunca nedense aklıma 2004 yılında Hrant Dink’in yargılandığı ve mahkum edildiği dava geldi.

Dink mahkum edildiğinde şöyle bir not paylaşmıştım:

"Asıl mesele bu kararın içeriği değil, Türk Milleti adına karar veren bir mahkemenin, üstelik bilirkişi raporu olmasına rağmen Hrant’ın ne söylediğini anlamamış olmasıdır.” Çünkü Dink mahkumiyete neden olan o sözlerinde Ermeni milliyetçiliğini hedef alıyordu ve kendi yarattıkları imgelerin onları mecazi olarak "onları zehirlediğini" söylüyordu. Oysa mahkeme -üstelik bunu ifade eden bilirkişi raporuna rağmen- onun söylediklerinin tam tersini anladı.

RTÜK’ün Açık Radyo’nun önce yayın durdurma ve para cezasına çarptırılmasının sonra da uygulamadaki teknik sorun nedeniyle lisansının iptal edilmesine yol açan kararının gerekçesi biliyorsunuz, 24 Nisan’daki yayında dile getirilen görüşlerle “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek…”

Yayın hizmetleri 'Irk, dil, din, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz.' ilkesinin ihlali.

İşte bu nedenle beş günlük kapatma cezası verilmiş, uyulmadığı için de lisans iptal edilmiş. Radyo ise Temmuz ayındaki bu bildirime de erişimde bir sorun yaşandığını, idare mahkemesi tarafından sonradan, Ekim ayında iptal edilen yürütmeyi durdurma kararının iptal edilmesi ile yürürlüğe konmuş.

Bu kararı ve sonuçlarını görünce bir parça Açık Radyo’yu tanıyan bir kişi olarak aklıma nedense Dink'in mahkum edildiği bu mahkeme kararı geldi.

Neden derseniz. İleri sürülen ve hükme bağlanan iddia ile mahkeme Dink’in söylediklerini nasıl tam tersinden anladıysa, RTÜK de Açık Radyo’nun yaptığı programı zannedersem tersinden anlamış.

İnanın -gene Dink davasında olduğu gibi- Açık Radyo’nun bunu nasıl yaptığını anlayamadım. Programda konuşmacı bir tarihi olayı birçok kişinin yaptığı gibi tanımlıyor. RTÜK’e göre radyonun bu tanıma katılmadığını açıkça belirtmesi ve konuşmacıya müdahale etmesi gerekiyormuş.

Şöyle bir düşünelim: Eğer radyo konuşmacılara müdahale etse, o zaman basın özgürlüğünden söz edilebilir mi? Üstelik adı “Açık Radyo” olan ilke olarak bütün görüşlere, seslere açık olduğunu ifade eden bir yayın organında?

Nasıl Dink böyle bir iddianın herhalde en son yakıştırılacağı bir kişilikse, Açık Radyo da öyle. Eğer Açık Radyo tersini yapsaydı, programcılara konuşma, düşüncelerini ifade etme özgürlüğü sağlamasaydı, asıl o zaman bundan söz etmek belki mümkün olabilirdi. Nitekim zaman zaman devletle ilişkili-destekli birçok kurumun, resmi tarihçilerin bunu yaptığına şahit olmuşluğum da var.

O zaman bir zahmet RTÜK olarak radyonun da adını değiştirmesini istesinler, adı “Kapalı Radyo” olsun. Bu bir yayın organı. Devletin ideolojik propaganda aygıtı değil. Ayrıca asıl resmi bir kuruluşun, devletin bunu yapması, yani gerçeklerin çok yönlü tartışılmasını, özgürce ele alınmasını engellemesi bu iddia edilen fiile daha uygun. Devletin, ya da arkasına devlet gücünü alan kişilerin iddia edilen ilkeleri çiğnemesi daha da vahim bir durum.

Ama daha derinlerde başka bir şey de var, bu kamusal nitelikli çelişkili durumda. Bu ilkelerin çiğnendiği durumlar için şöyle bir gözlem yapılabilir: Basın maddi olarak iktidara bağımlıdır. Şirketler, çıkar grupları basın araçlarını ellerinde bulundurmayı tercih ederler. Böylece resmi propaganda mekanizmasının dışında olması gereken basın, sanat, sivil toplum gibi alanlar görünmez bir şekilde iktidar alanına dahil olurlar. İşte o zaman, yani yayın organları güç odaklarına bağımlı olurlarsa, tam da bu iddia asıl o zaman fiiliyata geçmiş olur.

Çünkü tarihte görüldüğü gibi toplum içinde ayrımcılık, dışlayıcılık artar, çatışmacı bir siyasal ortam oluşur.

Alın size ideolojinin “çarpıtılmış” bir görüntü verdiğini gösteren bir paradoks. Aynı zamanda çatışmacı siyasetin, ya da ideolojinin diyelim, yeniden üretimindeki maddi koşulların nasıl oluştuğunu gösteren.

Demek ki burada Açık Radyo’dan, ne yaptığından bağımsız olarak RTÜK’ün aldığı kararın kendisinde bir çelişki olduğunu söylemek mümkün. Oysa sorun Açık Radyo’nun kendisindeymiş, ilkeli yayıncılık faaliyetindeymiş gibi algılanıyor. Açık Radyo bir kere bağımsız katılımcılar, programcılar, destekçiler olarak kendi ayakları üzerinde duran ve 30 yıldır bunu başarıyla sürdüren, geliştiren bir yapı. Dolayısı ile basının doğal olarak kamu tarafından desteklenmesi ve sağlanması gereken özelliğini, özerkliğini kendisi sağlamış.

30 yıldır Açık Radyo bağımsız yayıncılığın bir başarı örneği. Sayıları binleri bulan programcıları, kurucuları, katılımcıları, destekçileri ile bu ülkede eşine az rastlanır bir girişim.

 AÇIK RADYO, BAĞIMSIZ YAYINCILIĞIN BAŞARI ÖRNEĞİ

Bu önemli. Ayrıca daha kuruluşunda, 90’larda birçok oluşum, girişim -muhalif de olsa- iktidar amaçlıyken, yani her meseleyi onun üzerinden ele almayı hedeflerken Açık Radyo farklı bir deneyimin taşıyıcısı olmuş.

30 yıldır Açık Radyo bağımsız yayıncılığın bir başarı örneği. Sayıları binleri bulan programcıları, kurucuları, katılımcıları, destekçileri ile bu ülkede eşine az rastlanır bir girişim. Basın özgürlüklerinin çeşitli yollarla ortadan kaldırıldığı bir dönemde Açık Radyo’nun kendi gücüyle ve bağımsızlığından ödün vermeden ayakta durması bu arkasına devlet gücünü alan, ideolojik yeniden üretimle asıl çelişkiyi oluşturan neden olmalı.

Bu ideolojik yanlış tanımanın nedeninin “ontolojik” bir sorun olduğunu ve Açık Radyo’nun bağımsız varlığını ve yayıncılığını gelişerek sürdürmesinde olduğunu düşünüyorum. Açık Radyo’nun kuruluşundan bugüne devletin içindeki, kamu imkanlarını kullanan bir imtiyaz grubuna yaslanmadı, iktidar amaçlı bildiğimiz “muhalefet” biçimlerine benzeyen bir yol izlemedi. 90’lardan bu yana farklı alanlarda bağımsız inisiyatifler kendi ayakları üzerinde durmaya, iktidar merkezci olmayan alanlar yaratmaya çalıştılar.

Açık Radyo bence bu deneyimlerin en kalıcı örneği ve onların hafızası.

Gezi’de de, diğer sivil alan deneyimlerinde de Açık Radyo yayıncılık ilkelerini ve bağımsızlığını korudu, çevreye, şehre sahip çıkma mücadelesi olarak alternatif bir müşterekler deneyimi olması için çaba gösterdi. İdeolojik, iktidar merkezci anlamlandırma biçimlerinden daima uzak durdu.

Bugün bunları silmek, insanların özgürlüklerini yok etmek için yapılanların Açık Radyo’ya değil, ülkeye yapılan bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. 

Ama ne yaparlarsa yapsınlar, bu mücadeleyi engelleyemeyeceklerini de biliyorum.  Açık Radyo'nun açık kalması için verilecek mücadelenin ülkenin iyileşmesine yardımcı olacağına inanıyorum.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER