ABD seçimleri, Kürt sorununda çözümsüzlük
DIŞ POLİTİKAİsrail - Filisin savaşı, İran konusu ve Suriye ile Kürt sorunu en kritik konu başlıkları. Bölgenin şekillenmesinde önemli yer kaplayan bu konularda Trump yönetiminin, lider odaklı ve pragmatik bir stratejiye yönelmesi, ABD çıkarlarına odaklanmış hesapçı ve bir ölçüde müzakereye dayalı yaklaşımlar sergilemesi ve politika izlemesi kuvvetle muhtemel.
ABD Başkanlığına Donald Trump’ın dört yıl aradan sonra beklenmeyen oy farkıyla tekrar seçilmesi, iç ve dış politikada yeni bir döneme işaret ediyor.
Seçim sürecinde Trump, “Önce Amerika” anlayışını merkeze alması, Ortadoğu’da bundan sonra muhtemel yaşanacakları daha da önemli hale getirdi.
Beklenti ve öngörüler, ilk döneminde izlediği politikaları daha sistematik ve bütünsellik içinde sürdürmekte kararlılık göstereceği doğrultuda. Bu yaklaşım, değişen küresel koşullar nedeniyle farklı dinamiklerle şekillenmeye açıktır.
Çok açık ki, Joe Biden döneminin söylemde de olsa “batı değerleri merkezli” dış politika yaklaşımından önemli bir kopuş olacak.
İsrail - Filisin savaşı, İran konusu ve Suriye ile Kürt sorunu en kritik konu başlıkları. Bölgenin şekillenmesinde önemli yer kaplayan bu konularda Trump yönetiminin, lider odaklı ve pragmatik bir stratejiye yönelmesi, ABD çıkarlarına odaklanmış hesapçı ve bir ölçüde müzakereye dayalı yaklaşımlar sergilemesi ve politika izlemesi kuvvetle muhtemel.
Son dört yıldır Türkiye dâhil bölge ülkeleriyle ilişkileri ve politikaları gözden geçirmesi ve yeniden yapılandırması kaçınılmaz olacak gibi görünüyor.
Ankara’nın, ABD’nin bölgesel politikalarıyla örtüşen çıkarları üzerinden bir işbirliği zemini oluşturma çabasına girmesi kaçınılmaz gibi duruyor.
Ancak bu noktada Türkiye için en büyük pürüzü, Kürt sorununda izlenen çözümsüzlük ve güvenlikçi politikalar oluşturuyor.
Suriye Kürtlerinin bir biçimde statükoya kavuşmalarına veya Şam ile anlaşmalarına yol açacak bir süreç Ankara’nın uykularını kaçırmakta. Beka siyasetini tehlikeye atıyor.
Trump’ın ilk döneminde PYD ile ilişkiler konusunda yaşanan gerilim ve yükselen tansiyon daha akıllardan çıkmış değil. Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı “akıllı ol, ekonomini batırırım” içerikli mektubun da daha mürekkebi kurumadı.
ABD’nin iç tutarlığa sahip bir Kürt politikası yok. Çıkarlarına dayalı PYD, KDP, YNK ve PKK politikaları var. Bu durum bölgenin diğer sorunlarına yaklaşımıyla yan yana geldiğinde, bölgesel çatışmaları tetiklemesi ve artırma ihtimalini gündeme getirmekte.
İki gün önce Türkiye’ye karşı sert açıklamalarıyla tanınan Marco Rubio'yu Dışişleri Bakanı aday olarak açıklanması olacakları ilk işareti oldu.
Geçmişten ders çıkararak, müzakerelerin değişik katmanları harekete geçirmesinin her gün daha fazla kaçınılmaz bir hal aldığı anlaşılmalı. Yeter ki ezberlerimizi bozacak cesareti gösterelim. Kürtlerle barışmaya, müzakere etmeye cesaret edelim ki, günümüzün en büyük haydudu Trump’ın egolarına teslim olmak zorunda kalınmasın.
ANKARA’NIN KORKTUĞU
Ankara; ABD seçimlerini kim kazansa Suriye’de, Bölgede ve Kürt meselesiyle ilgili yeni bir dönemin başlamasını ya da bir dizi yeni sorunların oluşma ihtimalini dikkate aldığından, 1 Ekim 2024’te Devlet Bahçeli’yi harekete geçirdi.
Bunda bir anormallik yok. Mesele Türkiye’nin ABD karşısında elinin düne göre çok daha zayıflamış olması.
Kürt sorununda izlenen güvenlikçi çözümsüzlük politikalarından elde edilmek istenen sonuçlar elde edilemedi.
İçerde demokratik Kürt siyasal iradesi zayıflatılamadı. PYD/YPG’nin Suriye’nin geleceğinin şekillenmesindeki pozisyonunda zayıflama değil güçlenme oldu.
Türkiye, Rusya ve İran üçlüsünün Astana toplantılarında ciddi bir ilerleme sağlanamadı. Ülke çatışma yorgunu ve yüksek enflasyonla boğuşan çoklu kriz yaşıyor. Sistem tıkandı.
Bu koşullarda pragmatik, stratejik belirsizlikler ve caydırıcılık esaslı politikalar, Türkiye için stratejik fırsatlar yaratma ihtimalinden daha fazla PYD’nin dolayısıyla PKK’nin hareket alanını genişletebilir. Bütün bu ihtimaller güçlü bir riski barındırmakta. Beka sorunu kapıya dayandı.
Bu da hiç sürpriz, hesapta olmayan ve öngörülemeyen bir şey değil. Ankara siyasetinin sürüklendiği yer olarak tanımlanması gereken bir durum.
Odaklanılması gereken nokta, Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim hamlesinin üzerinden 45 gün geçmesine rağmen, Ankara sekiz yıldır izlediği güvenlikçi ve Kürt haklarını yok sayan siyasetinde pozitif bir değişikliğe gidileceğine dair ciddi bir işareti toplum algılamış değil.
Hatta Bahçeli’nin ilk çıkışından sonraki 15 gün kadar süren temkinli iyimserlik hali bile, kayyım atamalarıyla ve Cumhur İttifakı partilerinin genel başkanlarının kullandığı dil ve yaklaşımlarla bozulmaya yüz tuttu.
Kendi Kürdü ile çatışmayı diyalog ve müzakere yoluyla bitirmeyi, barışmayı tercih etmemek, sorunun çözümünde yeni ortaklar belirmesine yol açtı.
İktidar çevrelerinin “ABD’nin PYD/YPG’ye verdiği destek, Trump yönetimi sırasında Türkiye ile gerginlik yaratmaya devam edebilir. Ancak Trump’ın denizaşırı askerî varlıkları azaltma eğilimi, PYD’ye sağlanan desteğin sınırlandırılması potansiyelini taşımaktadır. Türkiye, terörle mücadelede ABD ile işbirliği yollarını aramaya devam edebilir” gibi hayal satmasıyla bir yere varılamaz.
Kürt sorununda artık zamana oynamanın toplumsal faturası çok ağırlaştı. 1 Ekim’de kamuoyuna mal edilen ön görüşme sürecinin hızlandırılması ve bir an önce müzakere sürecine geçilmesinde büyük yarar var.
Geçmişten ders çıkararak, müzakerelerin değişik katmanları harekete geçirmesinin her gün daha fazla kaçınılmaz bir hal aldığı anlaşılmalı. Yeter ki ezberlerimizi bozacak cesareti gösterelim. Kürtlerle barışmaya, müzakere etmeye cesaret edelim ki, günümüzün en büyük haydudu ABD Başkanı Donald Trump’ın kirli hesaplarına, egolarına teslim olmak zorunda kalınmasın.
İlginizi Çekebilir