© Yeni Arayış

8 Mart’tan Sonra: Barikatların ardındaki sessizlik, inşa edilen rejim ve kadınların asla susmayan çığlığı 

Barikatlar kalktıktan sonra bile, kadınların yürüyüşü devam edecek. Bir gün, o barikatlar tamamen düştüğünde, bir gün, o duvarlar yıkıldığında, bir gün, 8 Mart yalnızca bir gün değil, her gün olduğunda... O zaman bu yazıyı başka türlü bitireceğiz. Ama o gün gelene kadar: Yürümeye devam.

Susan Sontag, “acıya bakma biçimimiz” üzerine yazarken, trajedinin nasıl bir tüketim nesnesine dönüştüğünü anlatır. Bugün kadın mücadelesi de bazen bir haber estetiğine, bir manşete, bir sosyal medya gönderisine dönüşüyor. Ama kadınlar, sadece 8 Mart için yoklar. Kadınlar, sadece bir haber bülteni için direnmezler. Kadınlar, sadece bir gün bağırmak için yürümüş değildirler.

Gösteri bitti mi?

Gösteriler bitti. Meydanlar boşaldı. Çığlıklar duvarlardan silindi.

8 Mart geçti.

Ve şimdi haber bültenleri başka şeylerden bahsediyor.

Bir hareketin yalnızca görünürlüğüyle değil, görünmezliğiyle de var olduğunu biliyoruz. Tıpkı kadınların tarih boyunca yalnızca sesleriyle değil, sessizlikleriyle de anılması gibi.

Peki ya bu suskunluk bir yenilgi değilse?

Peki ya bu sessizlik, fırtınadan önceki sessizlikse?

Kadınlar görmezden gelindikleri her yerde, aslında daha da büyüyorlar.

Barikatların Arkasında Kim Var?

Kadınların önüne kurulan barikatları sadece polisler dikmedi.

O demir bariyerlerin arkasında bir rejimin bütün ağırlığı var.

O bariyerler, kadınları kamusal alandan silmeye çalışan sistemin birer sembolü.

Çünkü bu ülkede fiili bir rejim inşa ediliyor.

Ve bu rejim, kadınların varlığını bir tehdit olarak görüyor.

O yüzden kadınlar evde otursun istiyorlar.

O yüzden kadınlar kadın üniversitelerine kapatılsın istiyorlar.

O yüzden kadınlar “makbul anne”ye dönüşsün istiyorlar.

O yüzden kadınlar şiddet gördüğünde suskun kalsın istiyorlar.

Ama kadınlar susmuyor.

8 Mart’ta barikatları iten ellerin gücünü gördünüz mü?

O eller sadece bir meydanın kapısını açmak için değil, tarihi bir kez daha yazmak için itiyordu.

Ve biz biliyoruz, bu barikatlar sonsuza kadar duramaz.

Orta Çağ’dan Bugüne: Kadınları Yakmak, Susturmak, Yok Saymak

Kadınların kamusal alandan silinmesi yeni değil.

Bu, yüzyıllardır süren bir yok etme, bastırma ve sindirme operasyonu.

Orta Çağ Avrupa’sında bilgili, güçlü, bağımsız kadınlar cadı ilan edildi.

Onlar yalnızca birer eczacı, şifacı, öğretmen değildi.

Onlar, ataerkil düzeni tehdit eden kadınlardı.

Ve bu yüzden yakıldılar.

Kadınların bilmesi, öğretmesi, sorgulaması, yönetmesi bir tehdit olarak görüldü.

Bu yüzden:

Kiliseler, kadınların ruhunun şeytanın oyuncağı olduğunu söyledi.

Feodal beyler, kadınları evliliğe ve itaatkârlığa mahkûm etti.

Devletler, kadınları yasaların dışında bıraktı.

Ama bu yalnızca geçmişin hikâyesi değil.

Bugün kadınları yakmıyorlar belki.

Ama onları sokağa çıkamaz hâle getirmek istiyorlar.

Ekonomik bağımsızlıklarını ellerinden almak, eğitim haklarını kısıtlamak, hukuk önünde ikinci sınıf yurttaş hâline getirmek...

Orta Çağ’ın cadı mahkemeleri bugün hâlâ var.

Sadece farklı isimlerle.

Sadece modern mahkeme salonlarında.

Sadece televizyon ekranlarında.

Sadece “makbul kadın” yaratma projeleriyle.

Kadınları yakmıyorlar.

Ama onları susturmaya çalışıyorlar.

Ve biz biliyoruz ki, bir kadını susturamazsan, onu yakamazsan, onu dize getiremezsen… O zaman iktidarın çatırdamaya başlar. 

Laiklik Gittiğinde Kadınlar da Gider

Bir ülke laikliğini kaybettiğinde, önce kadınlarını kaybeder.

Bunu tarih boyunca gördük. Her gerici rejim, önce kadınları susturmayı hedef aldı.

Kadınları görünmez kılmak için, önce laikliği öldürmek gerekir.

Ve bunu sessizce yaparlar.

Önce yasaları değiştirirler.

Sonra eğitim sistemini dönüştürürler.

Sonra kadınların kazandığı hakları tartışmaya açarlar.

Sonra kadınların sesini duymamayı tercih ederler.

Böyle inşa edilir fiili rejimler. Bağırarak değil, sessizce.

Tıpkı, kadınların sokağa çıkmasını engelleyen o görünmez duvarlar gibi.

Kadınları kamusal alandan, iş hayatından, politikadan, meydanlardan silmek isteyenlerin ilk yaptığı şey, laikliği aşındırmaktır.

Çünkü laiklik öyle kitaplarda anlatıldığı gibi yalnızca din ve devlet işlerinin ayrılması değildir.

Laiklik, kadınların özgürce nefes alabilmesi için bir güvencedir.

Bir ülke laik olmaktan çıktığında, kadınların yaşamı kontrol altına alınır.

Kadınların ne giyeceğine, nasıl konuşacağına, ne zaman doğuracağına, nasıl yaşayacağına birileri karar vermeye başlar.

İran’da, 1979 devriminden sonra, kadınlar zorla örtündü.

Afganistan’da, Taliban’ın dönüşüyle, kadınlar kamusal alandan silindi.

Türkiye’de, seküler hukuk geri çekildikçe, kadın hakları tartışmaya açıldı.

Laikliğin olmadığı yerde, kadınlar da olmaz.

Ve bugün, bu ülkede laikliği sistematik olarak yok etmeye çalışanlar, kadınların özgürlüğünü de yok etmeye çalışıyor.

Kadınlar, Devlet ve İtaat Etmeyen Bedenler

Bu ülkede kadın bedeni hiçbir zaman yalnızca bir beden olmadı.

Hamile bir kadın sokakta gezdiğinde “ayıp” dediler.

Kendi isteğiyle kürtaj yaptırmak istediğinde, onu suçlu ilan ettiler.

Bir adam tarafından öldürüldüğünde, onun “kendi hatası” olduğunu söylediler.

“Kadınlar kahkaha atmamalı” dediler.

Bütün bunlar, kadınların bedenine çizilen devlet sınırlarıydı.

Çünkü patriyarka, yalnızca erkeklerin evde kurduğu tahakkümle değil, devletin kadın bedeni üzerinde kurduğu politikalarla da kendini sürdürür.

Bir kadın, ne zaman doğuracağına, ne zaman çalışacağına, ne zaman sokağa çıkacağına kendisi karar verdiğinde, bu sisteme en büyük darbeyi vurur.

Çünkü o zaman kadınlar yalnızca direnmezler. O zaman kadınlar iktidarı da sarsarlar.

Ve işte tam da bu yüzden, laiklik kadınların en büyük güvencesidir.

Çünkü laiklik, kadınları koruyan tek sistemdir.

8 Mart’tan Sonra Gelen Sessizlik, Mücadeleyi Bitirir mi?

Susan Sontag, “acıya bakma biçimimiz” üzerine yazarken, trajedinin nasıl bir tüketim nesnesine dönüştüğünü anlatır.

Bugün kadın mücadelesi de bazen bir haber estetiğine, bir manşete, bir sosyal medya gönderisine dönüşüyor.

Ama kadınlar, sadece 8 Mart için yoklar.

Kadınlar, sadece bir haber bülteni için direnmezler.

Kadınlar, sadece bir gün bağırmak için yürümüş değildirler.

Çünkü bu barikatları aşan kadınlar, tarih boyunca hep burada oldular.

Ve buradalar.

Barikatlar kalktıktan sonra bile, kadınların yürüyüşü devam edecek.

Bir gün, o barikatlar tamamen düştüğünde,

Bir gün, o duvarlar yıkıldığında,

Bir gün, 8 Mart yalnızca bir gün değil, her gün olduğunda...

O zaman bu yazıyı başka türlü bitireceğiz.

Ama o gün gelene kadar:

Yürümeye devam.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER