35 yıl sonra Balkanlar: Aynı sahne, yeni aktörler ve aynı oyun
DIŞ POLİTİKA35 yıl önce savaşın içinde koşturduğum sokakları hatırlıyorum. Şimdi aynı sokaklarda farklı bir sessizlik var: daha derin, daha derinlemesine yorgun bir sessizlik. O zamanlar insanlar hayatta kalmaya çalışıyordu, şimdi ise bir anlam arıyorlar.
Bugün Arnavutluk’ta yürütülen seçim tiyatrosu, bana 35 yıl önce savaşın en sıcak günlerinde bile sokakta duyduğum bir fısıltıyı hatırlatıyor: “Kurşunlar bedenleri öldürür ama sistemler ruhu.”
1990’ların başında, gazeteci olarak gittiğim Bosna’nın dağlarında yankılanan silah seslerini ilk duyduğumda, savaşın sadece tanklarla ya da tüfeklerle yapılmadığını anlamıştım. O gün bugündür Balkanlar’da hiçbir şey “sadece olduğu gibi” değildir. Her sandık, her lider, her tabela… bir iz taşır. 2025’in Arnavutluğu’na, 11 Mayıs seçimlerine baktığımda ise görüyorum ki; savaşın dili değişmiş olabilir ama hedefi hâlâ aynı: insanın iradesini teslim almak.
Bugün Arnavutluk’ta yürütülen seçim tiyatrosu, bana 35 yıl önce savaşın en sıcak günlerinde bile sokakta duyduğum bir fısıltıyı hatırlatıyor: “Kurşunlar bedenleri öldürür ama sistemler ruhu.”
Demokrasi Süsünde Tek Adamlık
Arnavutluk seçime giderken, önceki Cumhurbaşkanı, Özgürlük Partisi Başkanı İlir Meta hala cezaevinde. Evde göz hapsinde bulunan eski Başbakan Salih Berisha birkaç ay önce özgürlüğüne kavuştu. Tiran Belediye Başkanı Erion Veliaj geçtiğimiz ay tutuklandı.
Arnavutluk’da duyduklarımız ve yaşadıklarımız bize Türkiye’yi çağrıştırıyor.
11 Mayıs’ta Arnavutluk sandık başına gidiyor.
Ama bu bir seçim değil, bir sahne. Sandığın kutsallığı burada istismar ediliyor; çünkü karar çoktan verilmiş. Aday listeleri var ama seçmen kimi isterse istesin, parlamentoya gidecek isimler zaten “tepe”de yazılmış. Bu, seçmenin değil, lidere sadakatin sistemidir.
2008’de Rama ve Berisha’nın vardığı “büyük mutabakat” o günün siyasal pratiğini belirlemekle kalmadı, bugünün otoriter yapısının da temellerini attı. O günden beri Arnavutluk’ta siyaset, halkın iradesiyle değil, parti merkezlerinin mühendisliğiyle şekilleniyor. Bu modelle, liderlerin çevresindeki sadakat halkaları genişletildi; fikir değil, itaat ödüllendirildi.
Ve bu sadece Arnavutluk’un değil, tüm Balkanlar’ın aynasına yansıyan bir çarpıklıktır.
Boşalan Dağlar, Susturulan Diller
Balkanlar’ın köyleri boş, şehirleri suskun. Arnavutluk’ta işsizlik rakam değil, bir yaşam biçimi haline geldi. Gençler, kartpostallarda kalmış kasabalardan çıkmak için her yolu deniyor: İtalya’ya botla, Almanya’ya umutla. Çünkü burada oy versen de, hayalin oy sayılmaz.
Bosna’da savaşın ardından yıkılan şehirler yeniden inşa edildi ama ruhları hâlâ kırık. Arnavutluk’ta ise şehirler yerinde duruyor ama içi boş: beyin göçü, umutsuzluk ve belirsizlikle. Tüm Balkanlar’da yaygın olan bu sessiz terk ediş, artık silahla değil, yavaşça ama kararlı bir şekilde yapılan bir boşaltmadır. Bu kez göçmenler kurşunlardan değil, politik sistemlerden kaçıyor.
Susturulan Azınlıklar: Temsil Değil Süs
Bundan 35 yıl önce, Mostar’da köprülerin neden bombalandığını anlamaya çalışırken, öğrendiğim en acı gerçeklerden biri şuydu: Azınlıklar, çoğunluğun hoşgörüsüne kalmışsa, hiçbir zaman güvende değildir.
Bugün Arnavutluk’ta, Yunan azınlığından Çam topluluklarına, yerel inisiyatiflerden küçük partilere kadar birçok ses, yasalarla değil, sembollerle temsil ediliyor. Seçim sistemi onlara teknik olarak “katılım hakkı” verse de, pratikte bu sadece bir vitrin. Bir azınlık partisi, nüfusunun hiç yaşamadığı yerlerde bile aday göstermek zorunda kalıyor – çünkü yasa öyle istiyor. Oysa kimsenin onları orada dinlemeye niyeti yok.
Bu sistemin adı demokrasi değil, temsili taklittir.
Bu düzen, oy hakkını içi boş bir ritüele dönüştürüyor. Halk seçmiyor, sadece onaylıyor. Onaylamadığı ise sisteme dahil olamıyor. Bu model, seçimle değil, seçilmişlik hissiyle yönetilen Balkan otoriterizminin en incelikli versiyonudur.
Sistemin Kıvrımları: Seçim Değil Seçilmişlik
Yeni sistemle, partilere oy veriyorsunuz. Sonra bir adaya. Ama kazanan, sizin seçtiğiniz değil, listenin başındaki, yani partinin seçtiği kişi oluyor. Tiran gibi büyük bir bölgede, 37 adaydan yalnızca birkaçının gerçekten “şansı” var; diğerleri sadece listeyi dolduruyor.
Bu düzen, oy hakkını içi boş bir ritüele dönüştürüyor. Halk seçmiyor, sadece onaylıyor. Onaylamadığı ise sisteme dahil olamıyor. Bu model, seçimle değil, seçilmişlik hissiyle yönetilen Balkan otoriterizminin en incelikli versiyonudur.
Balkanlar’ın Geleceği: Kırılgan Dengeler, Karanlık Ufuklar
Balkanlar’da bir taş yerinden oynarsa, hepsi sarsılır. Arnavutluk, bölgenin batıya açılan kapılarından biri; AB ile müzakere halinde, NATO üyesi, Batı’nın gözetimindeki bir demokrasi adayı. Ancak içeride yaşananlar, bu vitrine tezat. Demokrasi, sadece Batılı gözlemcilerin raporlarına değil, halkın hissettiği adalete dayanır.
Bugünkü sistemle seçim kazanmak, halkın desteğini değil, yapının sadakatini kazanmakla mümkün. Bu; istikrar değil, istikrarsızlığın ertelenmesidir. Çünkü gerçek temsilin olmadığı yerde öfke birikir. Ve bu öfke, bir gün başka bir isimle, başka bir biçimde geri döner – tıpkı 90’larda olduğu gibi.
Son Söz: Kameramı Kapatırken…
35 yıl önce savaşın içinde koşturduğum sokakları hatırlıyorum. Şimdi aynı sokaklarda farklı bir sessizlik var: daha derin, daha derinlemesine yorgun bir sessizlik. O zamanlar insanlar hayatta kalmaya çalışıyordu, şimdi ise bir anlam arıyorlar.
Bu seçim, sadece sandığa atılan zarflarla değil, Balkanlar’ın ruhunda yankılanan bir soruyla ölçülmeli: Bu halkın iradesi gerçekten temsil ediliyor mu, yoksa sadece yönlendiriliyor mu?
Eğer cevap ikinciyse, o zaman bu sadece bir seçim değil; bir toplumun susturuluşunun kaydıdır.
İlginizi Çekebilir