21. Yüzyıl yazıları…
SİYASET21. Yüzyıl yazıları…
YENİ BİR ÇAĞ BAŞLAMAK ÜZERE
Bunaltıcı, sığ ve insanı gerileten Türkiye’nin siyasal gündeminde yer almasa da Avrupa Birliği'nde rüzgâr ve güneşten üretilen enerji, bütün fosil yakıtlardan elde edilen enerji miktarını geçti. Avrupa Birliği'nde ilk kez tam bir ay boyunca yenilenebilir enerji kaynakları, diğer kaynaklara göre daha fazla enerji üretti. Bunun ilk kez olması, yeni bir çağın da başlamak üzere olduğu anlamına geliyor. Çünkü enerji kaynağı değişince dünya da kökten değişiyor. Sanayi devrimi de buharın enerji olarak kullanılması ile gerçekleşmedi mi? İlk kez klasik enerjinin yerini ciddi bir biçimde alternatif kaynaklar almaya başlıyor. Petrol ve kömür yerine güneş ve rüzgâr… Gelişmeler bununla da kalmadı… Bilim insanları, karanlıkta çalışabilen ve yağmurlu günlerde de güneşten güç alabilen güneş panelleri geliştirdi. Bu olağanüstü bir gelişme. Eskiden güneş panelleri, güneş ışığından enerji alıyor ve gün boyunca elektrik enerjisi üretiyor, geceleri veya hava bulutlu olduğunda ise çalışmıyordu. Dünyanın dört bir yanındaki bilim insanlarının bu sorunun üstesinden gelmek için geliştirdiği yeni çözümler sayesinde güneş enerjisi 24 saatlik bir güç kaynağına dönüştü. Bu yeni buluş, dünyanın net sıfır emisyona geçişinin de kapısını açıyor bir anlamda. Jeremy Rifkin, “Üçüncü Sanayi Devrimi” kitabında enerji kaynağının değişiminin nasıl yaşamı da değiştirdiğini şöyle anlatır: “Eski fosil yakıt enerjilerinin artan maliyetleri ile yenilenebilir enerjilerin azalan maliyetleri arasında giderek açılan fark, küresel ekonominin büyük bir değişimden geçmesi ve 21. Yüzyıl için yeni bir ekonomik paradigmanın ortaya çıkması için zemin hazırlıyor.” Enerji kaynaklarının değişmesi, eski ile yeninin cenkleşmesi, toplumsal kasırgaların kopması, ülkelerin yapısal değişimler yaşaması demek. Ama statüko tahtını hiçbir zaman kolayından bırakmaz.STATÜKO TAHTINI KOLAY BIRAKMAZ
Nasıl bir paradigma? “Güneş ve rüzgâr teknolojilerinin ticari anlamda büyümesi, kişisel bilgisayar ve internet kullanımının büyük oranda yaygınlaşmasını anımsatıyor. İlk kişisel bilgisayarlar 1970'lerin sonlarında kitlesel pazara sürülmüştü. 2008'e gelindiğinde sayıları bir milyarın üstündeydi. Aynı şekilde, internet kullanıcılarının sayısı 21. yüzyılın ilk on yılında ikiye katlandı, 2010'a gelindiğinde iki milyardan fazla kullanıcı vardı. Şimdi güneş ve rüzgâr tesisleri her iki yılda bir sayılarını ikiye katlıyor ve önümüzdeki 20 yılda kişisel bilgisayar ve internet ile aynı yolu takip edecek gibi görünüyorlar.” Enerji kaynaklarının değişmesi, eski ile yeninin cenkleşmesi, toplumsal kasırgaların kopması, ülkelerin yapısal değişimler yaşaması demek. Ama statüko tahtını hiçbir zaman kolayından bırakmaz. “Ancak, eski enerji sanayileri, en başta devletlerin enerji politikalarını şekillendirirken, onlara etki edebilen zenginler yüzünden güçlerini halen koruyor. Devlet ödenekleri ve adam kayırma biçimleri, yeni yeşil enerji sanayileri karşısında haksız bir avantaj sağlayarak miadı dolmuş enerji sektörünü suni olarak ayakta tutuyor. Petrol, kömür, gaz ve nükleer sanayileri, yeşil enerjilerin yükselişini istemeye istemeye kabul etmek zorunda kalsalar da küresel ekonomiyi yürütemeyecek kadar hafif ve yetersiz olduklarını ve en iyi ihtimalle fosil yakıtlara ve nükleer enerjiye bir ek görevi görebileceklerini öne sürüyorlar. Ancak bu iddiaları herhangi bir araştırmaya dayanmıyor.” Henüz bunu kullanabilecek düzeyde olmasak da biliyoruz ki bir saatlik güneş ışığı, küresel ekonomiyi bir yıl yürütecek enerji sağlayabiliyor. Devrim nedir? Enerji kaynağının değişmesidir. Mayıs ayı itibariyle yeni enerji kaynağı Avrupa’da ilk kez bir üstünlük sağladı. Güneş enerjisinden 24 saat yararlanma olanağı doğdu. Büyük bir devrimin kapısını açacak adımlar bunlar. Biz Türkiye’de bunu henüz yeterince fark edemesek de yaşam derinden ve hızlıca değişiyor… Yeni bir çağ ve yeni bir dünya yaklaşıyor. Bugün de Büyük Umutlar’ın yazıldığı dönemleri andıran bir aralıktan geçiyoruz. Şimdi bambaşka bir çağın derin sancılarını yaşıyoruz. Acılar, derin adaletsizlikler, yerleşik olanın kaybolup yenisinin de ortaya çıkamadığı bir dönem. Dickens’in Londrası gibi…DICKENS’IN LONDRASI GİBİ…
Aslında bu derin değişimin benzerini daha önce de yaşadık… Sanayi çağının başlangıcı da , çetin hayat koşullarının fırtınalı ortamıydı.. Bu konular Dickens’ın eserlerinde sürekli olarak işlenir. Charles Dickens’ın insafsızlığını anlattığı Sanayi Devrimi, bir önceki çağa kıyasla insanlığa çok daha büyük bir zenginlik ve özgürlük getirdi. Büyük dönüşüm yıllarının başlangıcındaki derin toplumsal acılar, daha sonraki kuşaklara refah ve özgürlük olarak döndü. Bugün de Büyük Umutlar’ın yazıldığı dönemleri andıran bir aralıktan geçiyoruz. Şimdi bambaşka bir çağın derin sancılarını yaşıyoruz. Acılar, derin adaletsizlikler, yerleşik olanın kaybolup yenisinin de ortaya çıkamadığı bir dönem. Dickens’in Londrası gibi… Çağ depremli ve huzursuz… Dünya çeşitli sorunlar yaşarken Türkiye de çürümeye pansuman tedbirleri aramakta… Gene de seçim sonuçları “ufuneti” aldı, umut kıpırtılarına hız verdi… Bugün arife… Sonra bayram… Uzun bir tatil başlıyor. Böyle zamanlarda iki adım geri gidip daha geniş bir perspektifle olup bitene bakmak iyidir. Charles Dikens’in dünyası olan Sanayi Çağı ile şimdi yaşanan sanayi sonrası dönemi kıyasladığınızda insanlığın umudunun hiç bitmeyeceğini görürsünüz. Umutları yitirmemek, nefes alamaz hale gelsek de insanlığın macerasındaki ağır sarsıntıları kalıcı kabul etmemektir. İyi tatiller, mutlu bayramlar.İlginizi Çekebilir