2024: Zamanın yeni oku
YORUM
Zaman ve Gerçeklik indirgenemez biçimde birbirine bağlı ise zamanın oku yaydan çıktığında gerçekliğin kendisi de değişiyor sayılmaz. Sadece, zamanın oku, tamamen arkada bıraktığımızı sandığımız varoluş hâllerimizi, meselelerimizi her türlü ihtimalin açık olduğu bir akışa taşır. Bu bakımdan 2023’ün bitip 2024’ün başlaması, bambaşka bir zaman dilimine geçtiğimizi değil, belki de aynı kalacak, değişmeyecek bir akış içinde olduğumuzu hatırlatan sembolden ibaret görülebilir.
2024’e girdiğimizin ilk günlerinde muhtemelen çoğumuz alışkanlıkla birçok resmî/resmî olmayan iletişim metnine “2023” diye tarih atacağız. İlk bakışta “alışkanlık” sonucu gibi görünen bu durum, aslında, bilinç-dışında zamanın sürekliliğinin âni bir kesintisi değil midir? Zamanın sürekliliği, esasında, algı dünyamıza dâhil değildir: 2023 “bitince”, 2024 “yeni”, “bambaşka” bir zaman dilimine geçiş olarak algılanır.
Oysa 2024, zamanın akış yönünü gösteren bir oktur. Rus fizikçi ve kimyager İlya Prigogine (1917-2003)’den öğrendiğimize göre; “zaman oku” Termodinamiğin 2. Yasası olarak, bir sistemin düzensizliğinin rastgeleliğinin ölçüsü sayılan entropi’nin en önemli unsurudur (Prigogine, Kesinliliklerin Sonu, “Zaman Varoluştan Önce mi?” bölümü, 2004, İzdüşüm Yayınları). Bunun anlamı, zamanın bir akış içinde vukû bulan sürekliliği ve bu süreklilik içinde rastgeleliği de içeren bir düzensizliğin, geçmişten (2023’ten diyelim burada) çok farklı olayları ortaya çıkarabileceğidir. Geçmişten farklı olaylara maruz kalmamız, ânın geçmişten başkalılığının zamanın kesintiliği şeklinde algılanmasına yol açmaktadır. Biraz daha somutlaştıralım.
Yukarıda bahsedilen söz konusu algı, yeni yılı (2024) adeta sihirli hâle getiriyor: Her türlü sosyal problemin çözülme beklentisine dair bir umudu oluşturuyor. Oysa, gerçekte olan, aşamadığımız bir eksikliğimizle ilgili: Sorunlarımızı erteleme, zamanın sabrı içinde eritme hayâlciliğine terk etme alışkanlığımız! Bu açıdan, 2024 daha önceki yıllarda olduğu gibi, umutla karşılanacaktır, hâliyle. Bu ise, zamanın kesintili episodlardan oluştuğuna dair bir algıya ilaveten düz çizgisel, yani düzensizliğin ve rastgeleliğin olmayacağı bir ilerleme anlayışına dair müzmin bir iyimserliğe karşılık gelmesidir.
Bu yüzden, günümüz dünya konjonktürü her türlü anlam ve değer arasında geniş, geçişken sınırlar içinde her şeyi mubah ve fasılasız ânlar silsilesi içinde yaşamayı mûteber kıldığı için; herhangi bir değerin düşüncenin, düzenin yerine zamanın kendisini sembol hâline getirmiş bulunuyor. Bunun, Milenyumun başlangıcı olan 2000 yılı için kutsiyet atfedip, zamanı “illüzyona” dönüştüren ritüeller şeklinde yapılmış olduğu hatırlardadır.
ZAMANA VE GERÇEKLİĞE DAİR
Kültürümüzün birbiriyle gerilim teşkil eden iki boyutu var. Birincisi, gündelik sosyal meselelerin dışına çıkamayacak kadar dar bir özelliği içeriyor. Bu özellik, bütün dikkatimizi oldukça basit meselelere yoğunlaştırmamızı sağlıyor. İkincisi, gündelik hayatı, şimdiyi ihmal eden, hemen her şeyi geleceğe endekslemiş bir beklentiler sarmalı içinde olmakla ilgili. Bu yüzden, örneğin ekonomide olsun, siyasette olsun; anlık, küçük bir gayretle düzeltilebilecek, belki daha büyük problemlere yol açmayacak hususları ıskalarız, ama her şeyin beklediğimiz ideal (?) bir düzen kurulunca hâl olacağına inanırız (söz konusu ettiğim gerilimin adı/tanımı konjonktürel olarak değişebilir, o başka…) Bu yüzden, günümüz dünya konjonktürü her türlü anlam ve değer arasında geniş, geçişken sınırlar içinde her şeyi mubah ve fasılasız ânlar silsilesi içinde yaşamayı mûteber kıldığı için; herhangi bir değerin düşüncenin, düzenin yerine zamanın kendisini sembol hâline getirmiş bulunuyor. Bunun, Milenyumun başlangıcı olan 2000 yılı için kutsiyet atfedip, zamanı “illüzyona” dönüştüren ritüeller şeklinde yapılmış olduğu hatırlardadır.
Bu doğrultuda, J. L. Borges’in söz konusu zamanı illüzyona dönüştürme “doktrinlerine” karşı vardığı sonucu (Prigogine’in belirttiğim aynı kitabından [s. 213] yaptığı) alıntıyı buraya aktarmak uygun olacaktır: “(…) [Z)amanın sürekliliğini yadsımak, kendini yadsımak, astronomik evreni yadsımak, görünürdeki umutsuzluk ve gizli avuntuya bağlıdır… Zaman beni meydana getiren maddedir, Zaman beni kendisiyle birlikte götüren ırmaktır, ama ben ırmağım; beni yok eden kaplandır, ama kaplan benim; beni yakıp kül eden bir ateştir, ama ateş benim. Dünya, ne yazık ki gerçektir. Ve ben ne yazık ki Borges’im”.
Bu bağlamda, Prigogine’nin de vurguladığı gibi, Zaman ve Gerçeklik indirgenemez biçimde birbirine bağlı ise zamanın oku yaydan çıktığında gerçekliğin kendisi de değişiyor sayılmaz. Sadece, zamanın oku, tamamen arkada bıraktığımızı sandığımız varoluş hâllerimizi, meselelerimizi her türlü ihtimalin açık olduğu bir akışa taşır. Bu bakımdan 2023’ün bitip 2024’ün başlaması, bambaşka bir zaman dilimine geçtiğimizi değil, belki de aynı kalacak, değişmeyecek bir akış içinde olduğumuzu hatırlatan sembolden ibaret görülebilir.