17 Ağustos’un 25. yılında siviller yönetimlere seslendi: Biz olmadan afetlere karşı dirençli yerleşimler yaratamazsınız
GENELFelaketin 25. yılında afetlere hazırlık piyasacı kentsel dönüşüm uygulamalarına ve arama-kurtarma eğitimine indirgendi. Bu yüzden Adalı siviller tarafından yapılan çağrı önemli. Bu çağrı “biz siviller olmadan şehirleri güvenli hale getiremezsiniz” diye yönetimleri uyarıyor.
99 felaketi sonrasında da sanki her şey değişmiş, yaşanan felaket sanki başka bir dünyada kalmıştı.
Felaketin tanıkları bunu “artık hiçbir şey geçmişteki gibi olmayacak” sözleriyle dile getiriliyordu. Deprem sabahından başlayarak siviller afet bölgesinde de bütün acil kurtarma ekiplerini, yardım çalışmalarını koordine eder hale gelmişler, aynı zamanda yerel ve uluslararası kuruluşların, resmi kuruluşların, haber kanallarının bilgi aldıkları bir ağ oluşturmuşlardı. Üstelik o tarihte devletin sivil toplum alanına müdahale, dışlama girişimleri de bütün basında tam sayfa yer alan ve altında 200 STK’nın imzaları bulunan bir ilan ve ertesi gün Cumhurbaşkanı’nın olumlu cevabı ile çözülmüştü.
Deprem bölgesindeki yıllarca süren çalışmalardan sonra, STK’lar içinde gönüllü gruplar oluşturuldu ve ayrıca İstanbul’da da yıllarca süren çalışmalar yapıldı. Bunlardan biri Büyükşehir ve Türkiye İtfaiyeciler Birliği ile işbirliği içinde yerel itfaiye teşkilatlarının daha geniş gönüllü gruplarıyla güçlendirilmesi çalışmasıydı. Yurtdışı örnekler incelendi, gönüllü uzmanların, yerel halkın risklerin azaltılmasında nasıl etkili olabilecekleri düşünüldü ve yerel eğitim çalışmaları başlatıldı.
STK’LAR İÇİNDE GÖNÜLLÜ GRUPLAR OLUŞTURULDU
Bu sivil ağ (adı Sivil Koordinasyon’du) başlangıçtaki acil kurtarma ve yardım, sahra hastanelerinin kurulması ve geçici barınma birimlerinin gerçekleştirilmesi sonrasında uzun bir süre işlev gördü. Geçici barınma birimlerinden oluşan yerleşim alanları yalnızca soğuk kış koşullarında insanlara bir sığınma alanı sunmakla kalmamış, deneyimli sivil kuruluşlar tarafından gerçekleştirilen çok yönlü çalışmalarla mağdurların hayatının yeniden örgütlenmesine, canlanmasına destek olmuşlardı.
Deprem bölgesindeki yıllarca süren çalışmalardan sonra, STK’lar içinde gönüllü gruplar oluşturuldu ve ayrıca İstanbul’da da yıllarca süren çalışmalar yapıldı. Bunlardan biri Büyükşehir ve Türkiye İtfaiyeciler Birliği ile işbirliği içinde yerel itfaiye teşkilatlarının daha geniş gönüllü gruplarıyla güçlendirilmesi çalışmasıydı. Yurtdışı örnekler incelendi, gönüllü uzmanların, yerel halkın risklerin azaltılmasında nasıl etkili olabilecekleri düşünüldü ve yerel eğitim çalışmaları başlatıldı.
Ayrıca 99 afetinden alınan dersler ve çok sayıda yerli-yabancı uzmanlarla risk gözlem ve azaltma eylem planları hazırlandı. Büyükşehir ile Japon Yardım Teşkilatı (JICA) işbirliği ile zemin etüdleri yapılırken, STK’lar mikro bölgeleme yöntemini kapsayıcı hale getirmeye çabaladılar. Sokak sokak, ev ev, mahalle mahalle çalıştılar. Uygulanan bu yöntem son derece başarılı oldu. Büyük ihtimalle çok sayıda insanın hayatı kurtuldu.
Bu çalışmalarda öne çıkan farklı bir katılımcılık yöntemiydi. Yerel halkın, kamunun, uzmanlık kapasitelerinin birbirine yerelde sürekli bir biçimde temas etmesi, bu çalışmaların karşılıklı öğrenmeye dayanan ve bütün aktörleri farklı bir eşiğe taşıyan bir üretim süreci olması... Bu yöntem kapalı yöntemlerle, oldubittiye getirilen planlardan çok farklıydı...
Uyguladıkları yöntem karşılıklı öğrenme ve önlemleri birlikte geliştirmeye dayanıyordu.
Türkiye’de mekan pratikleri asimetri üretiyor, şiddet içeriyor ve felaketlere, krizlere yol açan mevcut düzeni yeniden üretiyor.
İktidar imtiyazları ile donatılmış planlama aktörleri kullandıkları araçlar ve yöntemlerle canlıların ve cansızların hakikatine sahip olduklarına muhataplarını inanmaya zorluyor, ama gerçekte tam tersi oluyor: Hile ve kurnazlıkları, kural tanımazlıkları kamu düzenine musallat ediyorlar.
İKTİDAR İMTİYAZLARI İLE DONATILMIŞ PLANLAMA AKTÖRLERİ
Şehir, mekan ya da “doğal” ve “kültürel” adı verilen varlıklar elbette ki temsillerle, disipliner araçlarla kavranıldığı zannedilenlerden çok daha karmaşık.
İktidar imtiyazları ile donatılmış planlama aktörleri kullandıkları araçlar ve yöntemlerle canlıların ve cansızların hakikatine sahip olduklarına muhataplarını inanmaya zorluyor, ama gerçekte tam tersi oluyor: Hile ve kurnazlıkları, kural tanımazlıkları kamu düzenine musallat ediyorlar.
Kimi zaman da yapılacaklardan söz ederken siyasal kararların, mekan planlama pratiklerinin geçici uğraklar olduğunu unutuyor. Böylece kavranmaya, bilinmeye ve gösterilmeye çalışılan sürekli nesnelleştirici eylemselliklerin dışına kaçıyor.
Felaketlere, krizlere rağmen bu şehirleri tasarlama idealleri üzerine kurulan yönetim pratikleri “durmuş bir saat gibi” afetlerden sonra hala doğruyu gösteriyormuş yapıyorlar. Bu disipliner, fragmante olmuş yönetim pratiklerinin afetlerle sonuçlanması ise bu illüzyonun yıkımına değil, tam tersine onların hayali var oluşuna işaret ediyor.
Erkmerkezci uzmanlıklarla, ilişkilerle, yöntemlerle olmuyor, afet hazırlığı ve dirençliliği…
Bu yüzden afetten sonra ortaya çıkan bu söylemler pek inandırıcı olmuyor, “bu bir milat, her şeyi değişiyoruz ve değiştiriyoruz” derken. Afetlere hazırlık piyasacı kentsel dönüşüm uygulamalarına ve arama-kurtarma eğitimine indirgeniyor.
İmkansızı istemek gibi bir şey, bu sürekli bir temsil krizi yaratan yönetim modelinde ısrar etmek. Felaketlerin, krizlerin arkasında yerle, canlılar ve cansızlarla temas etmeyen -onların tepeden düzenlenebileceğini hayaliyle imtiyazlar yaratan- yönetim pratikleri var.
Bu yüzden Adalar Forumu’ndan yapılan çağrı önemli. Bu çağrı “biz siviller olmadan şehirleri güvenli hale getiremezsiniz” diye yönetimleri uyarıyor.
İlginizi Çekebilir