1001 Gece Masalları diyarında bir dehşet sahnesi: Harun Reşid ve Bermekîler (1)
GENELAbbasiler döneminin en kudretli hükümdarları içinde, adaletle de sembolize edilen bir isim öne çıkar: Harun Reşid. Devasa sınırlara ulaşan imparatorluğun bu en görkemli dönemi, Binbir Gece Masalları’yla ve daha ziyade zevk ve safa âlemleriyle hatırlanır. Ancak Harun Reşid’in adalete düşkünlüğüne dair çok sayıda rivayet de bulunur. Harun Reşid’in 786-809 yılları arasındaki halifelik döneminde İranlı vezir ailesi Bermekîlerle ilişkisi bilhassa dikkat çekicidir.
Abbasiler döneminin en kudretli hükümdarları içinde, aynı zamanda adaletle de sembolize edilen bir isim diğerleri arasında öne çıkar: Harun Reşid. Buhara-Semerkant’tan Atlas Okyanusu kıyıları ve Endülüs’e kadar devasa sınırlara ulaşan imparatorluğun bu en görkemli dönemi, yüzyıllardır çeşitli dünya dillerine çevrilen Binbir Gece Masalları’yla ve daha ziyade zevk ve safa âlemleriyle hatırlanır. Ancak çeşitli İslam kaynaklarında Harun Reşid’in adalete düşkünlüğüne dair çok sayıda rivayet de bulunur. Hakkındaki iddialar ve adil oluşuna dair söylentiler bir yana, Harun Reşid’in 786-809 yılları arasındaki halifelik döneminde İranlı vezir ailesi Bermekîlerle ilişkisi bilhassa dikkat çekicidir.
Sâsânîlerden miras alınan vezirlik müessesesi, Abbasî döneminde en etkili kurumsal yapı olarak ön plana çıktı; hatta bizzat Halifelik makamındaki Arap yöneticiden ziyade, İran kökenli vezirler devleti resmen ve fiilen yönetti. Bu kurumsal etki alanı o denli genişledi ki Abbasîlerin en kudretli halifeleri arasında ilk sıralarda yer alan Harun Reşid zamanında, bir vezir - Bermekî ailesinden Cafer b. Yahya- "sultan" unvanını kullanarak uzun yıllar devleti doğrudan yönetti.
BİR "İRAN DEVLETİ" OLARAK ABBASİLER VE VEZİRLİK KURUMU
661-750 yılları arasında hüküm süren Emevî saltanatı döneminde, İslam kurumsallaşıp imparatorluk haline geldi. Dinin toplumsal adalet ve bilhassa eşitlik, özgürlük gibi temel unsurlarının saltanata dönüşüm sürecinde yozlaştırılıp göz ardı edildiği bu dönemde, devlet sınırları genişlese de imparatorluğu bir asrı dolduramadan yıkacak olan merkezkaç kuvvetler de harekete geçirilmişti. İktidardaki Ümeyyeoğullarının dar ve dışlayıcı bir kabile asabiyesiyle hareket etmesi, başta Kerbela katliamı olmak üzere Ali Şiası’na yönelik sert baskı ve tarassut iklimi, bilhassa mevâlî uygulaması ve Arap olmayanların ikinci sınıf insan muamelesi gösterilerek dışlanması, savaşları ve lüks harcamaları finanse etmek için konulan ağır vergiler gibi uygulamalar geniş kitlelerde huzursuzlukları besleyen ana unsurlardı.
Bu kitlesel huzursuzluklar sadece Arap olmayanları değil, Beni Ümeyye klanı dışında kalan Müslüman Arap kabileleri de etkisi altına almıştı. Ancak bu huzursuzlukların en fazla görüldüğü ve politik başkaldırıların yaşandığı coğrafya, dönemin Doğu Roma ile birlikte iki süper gücünden birine sahip olan, fakat 636-642 döneminde alçaltıcı bir mağlubiyetler serisiyle Arap fatihler eliyle imparatorlukları yıkılan İran’dı. Söz konusu genel huzursuzluklara ilaveten, İslam’a yeni giren diğer bölgelerden farklı olarak,İran toplumsal ve politik muhayyilesinde etkisini halen sürdüren geniş tabanlı bir travma yaşandı ki bu travma sonraki yüzyıllarda da sık sık kendisini isyan ve başkaldırılarla gösterecekti. [İran tarihçileri, Horasan’da 9. yüzyılda ilk İranî devletlerin kurulduğu vakte kadarki bu inhitat dönemini du karn-i sukût (iki asırlık çöküş) olarak tasvir eder.]Emevîlerin, Şam’da Doğu Roma/Bizans politik ve toplumsal bakiyesi üzerinde baskıcı bir “Arap usulü Bizans devleti” kurması, bilhassa İran coğrafyasında yapılan adaletsizuygulamalar ve katliamlarla birleşince, Sâsânî bakiyesi topraklarda öteden beri gelen huzursuzlukları büyük bir isyana dönüştürdü. Hâşimî kolunun hilafet üzerindeki iki iddialı ailesi Alioğulları ve Abbasoğulları’nın bu dönemde İran’daki toplumsal kargaşayı kendi politik hedefleri istikametinde yönlendirebilmesi de bu dinamik güçlere eklenince, Şam’da saray içi entrikalarla yönetim krizine giren Emevîlerin sonu geldi.
Her ne kadar Şiiler, Sâsânîlerin güçlü olduğu Horasan’da çok daha nüfuzlu olsa da, daha iyi organize olan ve Kûfe başta olmak üzere Irak’ta daha teşkilatlı haldeki Abbasîler ve Ebu Müslim öncülüğündeki İranlı güçlerin sürüklediği isyan sonucunda, 749-750 döneminde Emevî saltanatı üst üste darbelerle yıkıldı. Emevîlerin Bizans benzeri yapılanmasına karşılık, yeni kurulan Abbasîler ise daha ziyade İran/ Sâsânî geleneği üzerine teşekkül ettirildi. Bu tesir ve devamlılığın en fazla görülebildiği alan kuşkusuz devlet yönetimi, kurumsal yapılar ve politik-ekonomi alanıdır. Nitekim Sâsânîlerden miras alınan vezirlik müessesesi, Abbasî döneminde en etkili kurumsal yapı olarak ön plana çıktı; hatta bizzat Halifelik makamındaki Arap yöneticiden ziyade, İran kökenli vezirler devleti resmen ve fiilen yönetti. Bu kurumsal etki alanı o denli genişledi ki Abbasîlerin en kudretli halifeleri arasında ilk sıralarda yer alan Harun Reşid zamanında, bir vezir –Bermekî ailesinden Cafer b. Yahya- “sultan” unvanını kullanarak uzun yıllar devleti doğrudan yönetti.
Bölgenin önde gelen ailelerinden oldukları için yeni fatihler döneminde de yükselmeleri şaşırtıcı değildi; nitekim Halid el-Bermekî son Emevî halifesinin ordusunda komutan olarak görev aldıysa da iç karışıklıklar döneminde Horasan’a dönerek Abbasî ailesinin yanında saf tuttu ve İran coğrafyasının bir başka önemli lideri Ebu Müslim ile birlikte hareket etti. Böylece Bermekîler için ikbal basamakları bir kez daha talih kapısının önünde belirmiş oldu, eski dönemde bölgenin efendileri olan yerel aristokratlar yeni dönemde de bu ayrıcalıklı konumlarını devam ettireceklerdi.
ARAP-İSLAM FETİHLERİ VE BERMEKÎLERİN YÜKSELİŞİ
Bu dönem sadece vezirin değil, vezir ailesinin de ön plana çıktığı bir ortamdı. Dolayısıyla kudretli Bermekî ailesini yakından incelemek, Abbasî devletinin kurumsal karakteristiği ve İran bürokrasisinin yeni devlet içindeki ağırlığını göstermesi açısından önemli.
Ailenin atası Bermek, Sâsânîlerin son dönemlerinde Horasan’ın tarihi merkezlerinden Belhşehrindeki [Mevlânâ Celâleddin Rumî’nin de memleketi] yüzlerce Budist mabedi/manastırından biri olan Nava Vihara’nın (veya Nevbahar) rahibiydi. Bazı kaynaklar Bermek’i Zerdüştî tapınağına bağlı gösterse de Budist olduğu genel kabul görür. Müslümanların 662-63 yıllarında bölgeye gelişi sırasında söz konusu Budist mabedi tahrip edilse de yıkılmadı, Bermekîlerin Emevî yönetimiyle yakın ilişkileri sayesinde bir süre sonra tapınağın tamir edildiği ve ailenin de mabedin işleriyle ilgilendiği bildirilir. Ailenin büyüklerinden Halid b. Bermek manastırın başrahibinin oğluydu, Halid’in babası bürokratik işlerinin yanında çeşitli Sanskritçe metinlerin tercümesine de nezaret etmişti. Halid, Müslümanların bölgeyi ele geçirmesinden kısa bir süre önce Zerdüştî dinine geçti, ardından Orta Asya’nın Emevî fatihi Kuteybe b. Müslim zamanında İslam’ı kabul etti. Bölgenin önde gelen ailelerinden oldukları için yeni fatihler döneminde de yükselmeleri şaşırtıcı değildi; nitekim Halid el-Bermekî son Emevî halifesinin ordusunda komutan olarak görev aldıysa da iç karışıklıklar döneminde Horasan’a dönerek Abbasî ailesinin yanında saf tuttu ve İran coğrafyasının bir başka önemli lideri Ebu Müslim ile birlikte hareket etti. Böylece Bermekîler için ikbal basamakları bir kez daha talih kapısının önünde belirmiş oldu, eski dönemde bölgenin efendileri olan yerel aristokratlar yeni dönemde de bu ayrıcalıklı konumlarını devam ettireceklerdi. Bu durum bilhassa İran özelinde önemliydi, çünkü Sâsânî bakiyesi bu bürokrat/komutan/âlimler sınıfı, sonraki asırlarda da tesir icra edecek olan Abbasî-İslam geleneğinin şekillendirilmesinde birinci derecede ehemmiyetli rol oynayacaktı.
Bir sonraki yazıda, Bermekîlerin Abbasî Devleti’nin kuruluş dönemindeki rolü ve İran/Sâsânî modeli temelinde devlet teşkilatındaki nüfuzlu konumunu, bilhassa Harun Reşid ile ailenin nüfuzlu vezirleri arasındaki yakın ilişkilerin ibretli ve dehşetli bir sona evrilmesi üzerinden ele alacağım.
İlginizi Çekebilir