Türkiye’de otoriterleşme arayışlarına karşı muhalefet etme azmi olan, bedel ödeyen kesimlerin varlığı, gelecek adına da umut vericidir. Ne var ki umut ve inadın, kendisini yenileme esnekliğiyle yan yana gelebilmesi gerekiyor.
Aksi halde, aklın kireçlendiği, dumura uğradığı bir inat, tepkisel, öfkeli ve “düşmanına” benzeyen bir siyasal kültürü beslemeye devam eder.
Bu yazıda umutlu olmaya gayret edeceğim. Bu aslında bir stratejidir de: İyimserlik, üzerinde düşünmemiz ve eylemlerimizi odaklanmamız gereken fırsat pencerelerini daha net görebilmemize yarar. Gözünüz, gönlünüz açılır.
Gezi’den bu yana, daha önce keskin biçimde ayrışan çevrelerin yan yana gelmeye çabaladıklarına şahit olduk. Gezi’den sonraki forumlarda, daha önce yan yana gelmeleri mümkün olmayanların birbirlerine tahammül ettiklerine şahit olduk.
Sanki çok uzun süre önce, Soğuk Savaş zamanlarında öğrenmemiz gereken bir şeyi anımsamış gibiydik: Farklılıklarımızdan ziyade ortak taraflarımızı keşfetmeye çalışıyorduk.
Küçücük farklılıklarımızın narsisizmine veya kibrine keşke Soğuk Savaş ve sonrasında bu kadar kapılmasaydık. Keşke demokrat olabilseydik. Bugün giderek otoriterleşen iktidar karşısında güçlü bir demokratik seçenek yaratabilmiş olurduk. Ama yapamadık.
Bunu öğrenemedikçe siyasal hayatta ağırlık oluşturamayacağız.
UMUTLU OLMAK İÇİN GEREKÇELER
Fakat olumlu gelişmeler de var demiştim. Bunu somutlamak adına son dönemde Cumhuriyet Gazetesi’nde yaşanan değişimleri örnek verebiliriz.
Ben bu değişimleri CHP’de Kılıçdaroğlu’yla başlayan dikkatli reform çabasına ve daha da önemlisi Gezi sürecine de bağlıyorum.
Ama sadece onlar da değil: HDP’nin 7 Haziran seçim başarısı da bu değişimlerin hem nedenlerinden hem de sonuçlarındandı.
Burada ortaya çıkan imkanı bilinçli bir şekilde sahiplenerek derinleştirmemiz gerekiyor.
Nedir bu imkan? HDP’lilere, CHP’lilere, sosyalist sol çevrelere ve içlerinde Müslümanların da yer aldığı Demokratlara aynı anda konuşabilen bir demokratik kamuoyunun oluşuyor olması.
Sözgelimi Özgür Mumcu gibi entelektüeller, burada bahsedilen her çevreye konuşabilme, bu çevrelerin hepsinden saygı görme olanağına sahipler. Ama bu durup dururken olmadı. Herkesin kendisini sorgulamasıyla, değişme gayretine girmesiyle mümkün olabildi.
Bugün Levent Gültekin, Hüda Kaya gibi isimlerin sol çevrelerde saygı görmeleri de aynı sürecin bir parçası.
7 Haziran seçimleri öncesinde, CHP’nin etki alanındaki çevrelerde Kürt meselesine dair önemli bir farklılaşmanın yaşandığı açıktır. Önemli sayıda CHP’li, SHP zamanındaki hafızalarını da yoklayarak, Kürt meselesindeki katı ulusalcı duruşa daha da mesafe aldılar.
Elbette burada bahsettiğim kapsayıcı bir demokratik kamuoyunun oluşmasını kabul etmeyecek çevreler de var.
Benim katı ulusalcı dediğim çevreler, bu gidişatı zayıflatmak adına ellerinden geleni yapacaklardır. Sözcü ve Aydınlık gibi gazetelerde kümelenen bu kesimin, bir bütün olarak kendi bindikleri dalı kesmeye devam edecek siyasi miyopluklarından sıyrılmaları neredeyse imkansız.
Fakat unutulmaması gereke bir husus var: Katı Ulusalcılar, neredeyse her seçimde yenilgiye uğradılar. Gerek CHP içerisinde, gerekse ulusal seçimlerde başarısızlıkları artık tescillendi.
Bana göre 7 Haziran seçimleri, Ulusalcıların siyasi yenilgisini netleştirdi. Sözgelimi CHP liderliği, yüzde bir bile etmeyen Ulusalcı çevrelerin tehdidinden ziyade, onlardan 13 kat daha fazla oy alan HDP’ye yönelik politikalar oluşturmak zorunda olduğunu anladı.
YENİ BİR SİYASİ HAT
Üstelik CHP, HDP rekabeti ölümcül olmak zorunda da değil. Nasıl mı?
Yukarıda oluşmakta olduğunu vurguladığım ve yeni dinamiklere sahip demokratik kamuoyu, bu partiler ve yukarıda bahsettiğim çevreler arasında entelektüel, kültürel alışverişi derinleştirirse, bundan bir bütün olarak demokratlar istifade edecektir.
Kültürel entelektüel alışveriş, etkileşim, gelecekte öylesi siyasal yan yana gelişleri mümkün kılabilir ki, bunu iki üç yıl önce tahayyül etmek hayalcilikle eleştirilebilirdi.
İşte önümüzdeki en büyük görev budur:
Bahsettiğimiz demokratik kamuoyunun güçlenmesi için fikri, ahlaki zemin mevcuttur. Tam da bu nedenle iktidar, bu olasılıktan ciddi biçimlerde ürkmektedir.
Düşünün son seçimde yüzde 49 alan iktidar partisi, hala özgür medyadan korkmakta, hala medyada rahatsız olduğu kalemlerin tasfiyesine uğraşmaktadır.
Ama fikri ve ahlaki zemininiz güçlüyse, dayanışmayı da öğrenirseniz (yani demokrat olmayı başarabilirseniz), kendi medyanızı da sıfır maliyetle yaratıverirsiniz.
Zaten bugün sıkıştırıldığımız yer de budur ve buna rağmen, inatla, iradeyle sıfırdan kendi muhalif medyalarını yaratmayı becerebilen çevreler var. Geleceğin başarıları, işte bu çabalarda gizlidir.
ZİHİNSEL AÇMAZLARI AŞMALI
Ama altyapı meselelerini çözmeden önce halletmemiz gereken zihinsel meseleler var:
Bahsettiğimiz ve gelişme halinde olan demokratik kamuoyunun daha da serpilmesi için neler yapılabilir? İşte bu çetrefil soruya çok kapsamlı yanıtlar verilebilir.
Bu yazı sınırları içerisinde uzak durmamız gereken üç büyük alerji veya fobiden bahsedebiliriz:
Kürdo-fobi, İslamo-fobi ve Euro-fobi. Bana göre kategorik Kürt karşıtlığı, kategorik İslam karşıtlığı ve yine kategorik Batı karşıtlığı, bu demokratik kamuoyunun serpilmesini boğacak zehirli sarmaşıkların en önemlileri.
Burada söylenen Kürt hareketini, farklı İslamcılıkları veya “Batı’nın” somut bazı politikalarını eleştirmemek değildir. Bu söz konusu dahi olamaz. Burada söylenen, bu türden eleştirileri kimi zaman besleyen daha köklü ve güçlü fobilerden veya alerjilerden kurtulmamız gerektiğidir.
Eğitim sistemimiz, mevcut siyasi kültürümüz bu kategorik karşıtlıkları beslemekte. Bunun pek çok sonucu ortaya konularak eleştirilebilir. Sözgelimi ne sol ne de sağ cenahtan, gezegen bilinci olan evrensel duruşlar üretilememesi de bu fobilerle yakından ilişkilidir…
TERSİNE ORYANTALİZMDEN KURTULMAK
Aslında yukarıda kurtulmamız gereken fobilerden ilk ikisi, yani Kürdo-fobi ve İslamo-fobi, bizleri bindiğimiz dalı kesmeye iten Oryantalist yanılgılardan kurtulmamız için de şarttır.
Aynı şekilde Euro-fobiden uzaklaşacak özgüveni kazanmamız da, “tersine Oryantalizm” tuzağına düşmememiz için gereklidir…
Tüm söylemek istediğimiz, düşünce dünyamızı kireçlendiren, donuklaştıran ve yaratıcılıktan uzaklaştıran ve bizi tepkiselciliğe mahkum eden alışkanlıklardan kurtulmamız gerektiğidir.
Yenileşme işaretleri veren demokratik kamuoyumuzun daha kapsayıcı olması ve kartopu etkisi yaratması için bu fobilerden özgürleşmesi gerekiyor. Bizleri kendi kültürel alanımıza iten, sadece bize benzeyenlerle yaşamaya zorlayan kültürel kutuplaşma tuzağını da bu kapsayıcılıkla tersine çevirebiliriz.
Bunu başarırsak, işte o zaman çok güçlü bir demokratik kültürü inşa etmiş oluruz. Siyasi başarı da bunun ardından gelecektir…
Demokratik kultur, her nasil olacaksa yerlesmesi gereken en onemli ilke. Bunun icin de herseyden once insan olmanin ne demek oldugunu anlamak ve de baskalari yoksa biz nasil oluruzu sorgulamak gerekiyor. Yani baskalari varsa var oldugumuzu anlarsak birlikte sevgi ve saygi ile yasamayi ve rekabet yerine doganin kurali gibi butunleserek var olmayi seceriz. Bunun da birinci karsiti harp ekonomisini yani kavga endustrisini secmek gibi akli selimi kaybetmek olmali. Ancak bu yazinizin kapsami umidin icinin bos olmadigini ima ediyor ki ben de inaniyorum. Kulturel alisveris ve karsilikli tolerans bu umidin gelecekten gunumuze cekilmesini saglayacak. Yani bu kadar da basit. Niye insanlar hala fizik otesine giden esigi asamiyor. Rekabet yerine biri birini anlamak ve bu degisik unitelerin butunlesmesini secmek cok daha guzel-dogru-iyi- ve de kolay degil mi? Bunu kavramak icin mutlulugun ne demek oldugunu anlamak gerek. Sanatkar ruhuna ve yaratici guce sahip olmak gerek. Insan olmak ta bu degil mi?