Ben Hiç Kimseyim! Peki, Sen Kimsin?

Ben Hiç Kimseyim! Peki, Sen Kimsin?

Pınar Gültekin Anısına

 

Amerikan edebiyatının en sıra dışı isimlerinden biri Emily Dickinson. 1886’daki ölümünden çok sonra tanınan bu ünlü kadın şair hayattayken şiirlerini sadece yakına arkadaşlarına yazdığı mektuplara iliştiriyor.

Yalnız ve buruk.

Birçok yazıya da konu olmuş “Ben Hiç Kimseyim” eseri aslında şairin kendi hayat hikayesinin, yalnızlığının, endişelerinin, kendini kapattığı iç dünyasının dışa vurumu. Birçok feminist edebiyat eleştirmenine göre de aslında kadınların. Dickinson belli ki “Ben Hiç Kimseyim” diyerek okuyucuyu kendisiyle özdeşleştirmiş:

“Peki sen? Sen de benim gibi hiç kimse misin?”

En başta ilişki kurmakta zorlanabilirsiniz, ama edebiyatın evrenselliği dediğimiz şey bu eserleri her dönem ve her an okuyabilmemiz; o dizelerde kendimizi bulabilmemiz.

Başlangıcını bile hatırlayamadığım uzunca bir süredir kadınlar bu ülkede hiç kimseliğe doğru itildi.

İnsanlarının beşte birinin işsiz kaldığı, eğitim sisteminin kabaca çöktüğü, insanların hızla fakirleştiği, hukuk sisteminin alaşağı olduğu, belirsizliklere uyuyup kalktığımız bu dönemde iktidar, yine ve yeniden İstanbul Sözleşmesi’ni tartışmaya açarak kadınları yalnız, kimsesiz bırakma konusunda inatla yol almak istediğini gösterdi.

Sanki kadın derneklerini OHAL zamanı kapatmamış gibi. Sanki cinsel istismar durumunda fail ile mağdurun evlenmesi durumunda infazın ertelenmesini talep etmemiş gibi… Sanki artan kadın şiddetine karşı sessiz kalmamış gibi…

Oysa İstanbul Sözleşmesi’nin iptali aslında bir yok oluş durumu. Türkiye’de kadının yaşam alanlarından, hatta ev hayatından koparılması. Haklarının geri alınması. Bir savaş hali.

Aslında konu, muhalefet partileri dahil pek çok siyasetçinin sadece kadın ölümü olduğunda konuşmayı hatırladığı kadın şiddetinin çok ötesinde. Yani mesele sadece şiddetle de sınırlı değil, sonrasında hızla medeni kanunda yapılacak değişiklikler.

Öte yandan İstanbul Sözleşmesi iptal tartışması sadece kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda meşru bir zemin hazırlamıyor, artık elini az çok tanıdığımız iktidarın kadını koruyan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’da değişiklik yapmasına zemin hazırlıyor. Belki sonrasında medeni kanun değişikliğine kadar gidecek, kadınları “hiç kimsesizliğe” itecek uzunca bir yolu ittire ittire dayatıyor.

Kadın platformları, aktivistler ve barolar sosyal medyayı sallayıp pandemi sürecinde olduğumuz şu günlerde bile sokaklarda eylem yapmayı göze alırken, tam da kendi önemli dönemeçlerini yaratmakta hatırı sayılır fırsatları ellerinde bulunduran muhalefet partileri, liderleri veya yöneticilerinin iki üç cümlelik sosyal medya paylaşımları dışında önemli bir varlık gösterememelerini nasıl açıklayacağız?

Bu cinayetler, hak gaspı durumları şüphesiz “kutuplaşma yaratmasına izin vermedik” bahanesiyle açıklanamayacak kadar hayatlarımızın içinde. Pınar Gültekin gibi, Şule Çet, Ayşe Paşalı ve daha daha birçok güzel kadın gibi, belki de kız kardeşimiz, arkadaşımız veya kızımız kadın cinayetiyle burun buruna yaşıyor. Her gün.

Trump’ın başkan seçildiği 2016 yılı 9 Kasımından tam tamına iki ay sonra, ABD’nin, belki de dünyanın başkenti Washington, tarihinin ikinci büyük eylemine tanık oldu: “Women’s March.” Trump’tan beklenen ırkçı, cinsiyetçi, homofobik politikalara baştan karşı durmak amacıyla ülkenin dört bir yanından 500 bin kişinin geldiği, ancak tüm eyaletlerdeki eş zamanlı eylemlerle katılımcıların 4,1 milyona ulaştığı ABD tarihinin en büyük eylemi oldu.

Sonrası aktı zaten, sonraki ara seçimler ABD tarihinde en fazla kadının yer bulduğu seçimler olarak tarihe geçti. Demokrat Parti, kuruluş tarihinden itibaren en fazla kadın başkan aday adayını gördü. Bugün itibariyle sadece “kadın” olacağı belirlenen Demokrat Parti’nin başkan yardımcısı, seçildiği taktirde sadece ABD’nin bir sonraki başkanı olmayacak, ırkçılıktan 1929 buhranından beri yaşanan en büyük ekonomik krize, yeni bir güvenlik sisteminden global bir eğitim sistemine kadar pek çok konuda reformlar hazırlayacak; bu açıdan muhtemelen yakın tarihin en önemli siyasi figürü olacak.

Yani başka bir deyişle kadınlar “hiç kimseliğe” dönüşmekten kurtuldular.

Bunu siyasilerden beklentilerinin olmadığını göstererek, kendi güçleriyle, kol kola vererek yaptılar.

Peki biz hiç kimsesizlikten kurtulmak için ne yapıyoruz? İktidardan çoktan kestiğimiz umudu muhalefet partilerinden bekliyor muyuz gerçekten? Parmakla sayıp, “bizde bu kadar kadın var” diyen bir mantık mı bizi hiç kimsesizliğimizden kurtaracak? Yoksa “kadınlara en çok yakışan meslek öğretmenlik” diyen mi? Televizyonlarda —hiç de çekinmeden— İstanbul Sözleşmesi iptali konusunda erkek erkeğe konuşanlar mı hayatlarımızın kayıp gitmesine rıza göstermeyecek, yoksa “anketlerden kadın çıkmadı, o yüzden kadın koymadık” diyen, diyebilen, parti lideri veya kadın yöneticisi mi?

Peki mesela aktif siyaset yapan tüm kadınlar, hemcinslerinin hayatı bunca risk altına alınmışken bu konuda parti gözetmeksizin dayanışmayı örgütleyemezler mi? Kadınların aktif politikaya girmeleri için parti başkanının konuşmasını paylaşmak yerine öncü olup kadınları siyasete sokacak kampanyalar başlatamazlar mı?

Kadına dair her konu siyasetle çözülür. Samimiyetle ve dayanışmayla. Siyaseti kadınlar olarak dönüştüremezsek, uzun olmayan bir zaman dilimi içinde haklarımız alınacak ve “hiç kimse” olarak ölmelere razı geleceğiz.

O zaman işe kadınlara bir türlü yol açmayan siyasetçilere buradan sorarak başlayalım: “Peki sen, sen kimsin?”

Boğaziçi Üniversitesi ve ABD Emerson College’da siyaset iletişimi konusunda yüksek lisansını yaptı. Kültür Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve en son olarak Boğaziçi Üniversitesi'nde siyaset iletişimi dersleri verdi. 7 Haziran 2015 seçimlerinde CHP Milletvekili adayı oldu. Halen Medyascope TV'de kadın hakları üzerine program yapmaktadır. Kadın Siyaset Merkezi (KASİMER) kurucusu olup kadının siyasete katılımı konusunda çalışmalar yapmaktadır. Association For Women's Rights Development (AWID) üyesidir.

Düşüncenizi Paylaşın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.