İstanbul’dan Türkiye’ye

İstanbul’dan Türkiye’ye

İstanbul’un nüfusu 2018 sonu itibariyle, resmi verilere göre 15.067.724 kişi. Türkiye’nin beşte birinin İstanbul’da yaşadığı söylenebilir. Bu şüphesiz gelişmekte olan ülke metropollerine mahsus bir dengesizlik; yoğun bir kırsal huruçtan (rural exodus) sonra yoksul köylü kitlelerinin ülkenin iktisadi başkenti ve en fazla cazibe sahibi olan şehrine hücum etmesiyle böyle bir demografik manzara oluşuyor.

Yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtı İstanbul, Türkiye Cumhuriyeti’nin salt iktisadi merkezi olmakla kalmadı, siyasette de başkent Ankara’ya yakınsayan bir ağırlık sahibi oldu daima. 1960’larda, ülkedeki kökleri ta II. Meşrutiyet devrine giden sosyalist hareketin kök saldığı şehir oldu; 1961 Saraçhane mitinginden Kavel Direnişi’ne, 15-16 Haziran’dan geç 70’lerin gecekondu protestolarına, bir dönem sol/sosyalist hareketler İstanbul’a, özellikle işçi ve yoksul semtlerine damga vurdu. 12 Eylül 1980’den sonra toplumda değişen değerler ve sol görüşlerin bastırılıp İslamcılığın teşvik edilmesiyle –yine ağırlıklı olarak yoksul mahallelerde– bir İslamcılaşma fenomeni yaşandı. O süreçte Refah Partisi 1989’da –o dönem henüz belde olan– Arnavutköy ve Sultanbeyli’de kazandığı belediyelerle bu ideolojik dönüşümün ilk işaretlerini gösterdi, bu ilçelere 1992 yerel ara seçimlerinde Bağcılar, Bahçelievler, Güngören ve Tuzla’yı ilave etti, bilahare 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazanarak gücünü tüm kentsel alana yaydı ve böylece 2002’ye AKP iktidarına geldik.

Bu süreçte İstanbul Büyükşehir Belediyesi İslamcı siyaset için büyük bir rant dağıtma aparatıydı, fakat bunun ötesinde ülke çapında uygulayacakları politikalar, başta sosyal yardım ve örgütlenme siyasaları için –taşranın küçük şehirlerinden çok daha etkili– bir uygulama alanı olarak söz konusu hareketin başlıca politik sermayesi oldu. İstanbul’un merkezinde olduğu hemşeri ve cemaat ağları içinde de hegemon siyasi hareket olmanın başlıca yöntemi haline geldi. Hülasaten Türkiye’deki İslamcı iktidar, taşranın, kırsalın seçmen desteğinin payı ne olursa olsun İstanbul merkezli ve metropol odaklı bir şekilde kuruldu.

2017 referandumundan sonra oluşan siyasi realitede, cumhurbaşkanlığından sonraki en önemli siyasi makam –fiilen– İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığıdır. Merkezi yönetimin tüm köstekleyici müdahalelerine rağmen buradan (ve Ankara’dan, İzmir’den, Adana ve Antalya’dan) CHP’yi bir iktidar yürüyüşüne taşıyacak ivmeyi yakalamak mümkündür. Sosyal demokrat/demokratik sosyalist bir politika öncelikle yerelden, özellikle çalışan nüfusun büyük kısmına ev sahipliği eden metropollerden başlayarak ulusal iktidara yönelebilir. Yerelde bir sosyal demokrat yönetimler ağı kurularak, geleceğin sosyal demokratik Türkiyesinin bir öncü modeli hazırlanabilir.

Bütün bunlar Türkiye’de, geçmişten kalma köhne siyasi refleksler yüzünden hakkıyla tartışılamayan bir konuyu, ademi merkezîleşmeyi yeniden gündeme getiriyor. CHP böyle bir reformu AB yerel yönetimler özerklik şartı üzerinden savunduğu zaman sadece iktidar cenahından değil kendi destekçisi olarak gördüğü kimi mahfillerden de tatsız tepkiler almıştı. Oysa ademi merkezîleşme artık tüm dünyada, hatta merkeziyetçiliğin doğum yeri olan Fransa’da (Fransa’da merkeziyetçilik 1789 devrimi ve cumhuriyetçilikle özdeşleştirilirse de kökü ancien régime asırlarındadır) dahi bir idari prensip olarak benimsenmiş durumda. Hâsıl-ı kelam: ulusal iktidara gidecek bir strateji ancak yerel iktidarlar vasıtasıyla mahalli düzeyde başarılı işler sonucu kazanılacak toplumsal teveccüh ve iktidar tecrübesiyle kurulabilir.

Fakat bizde uzun zamandır ne 1984 yılındaki “Büyük Şehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un” ne de onu tadil eden 2004 tarihli 8901 no’lu “Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun”, ne de 2013 tarihli değişikliklerin, bütüncül bir siyasi-hukuki bakışa sahip ciddi bir tartışması kamuoyu önünde yapılmadı. Bütün bu tartışmalar, kamuoyunun gözünden uzakta, ara sıra kulaklara çalınan “Türkiye bölünür mü, bölünmez mi?” demagojileri arasında geçip gitti. Oysa bugün bu mesele yeni bir güncellik kazanmanın eşiğindedir; merkezi yönetim AKP’deyken, CHP’nin kısmi âzamını elde ettiği yerel yönetimler yeni bir siyasal pratiğin mekânı olabilirler; hatta bu süreç Eskişehir, İzmir, Aydın belediyelerinde yıllar önce zaten ilk filizlerini verdi, fakat yeterince tartışılmadı. Bu gecikmiş tartışma, kuşkusuz  –tüm dünyada ademi merkezî fikirlerin taraftarı ve öncüsü olan– sosyal demokratların girişimiyle Türkiye’de de başlayacaktır.

İşbu tartışmayı beklerken önümüzde Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı 31 Mart 2019 İstanbul seçiminin, bir yargı darbesiyle, hukuksuz şekilde gasp edilmesi sonucu yapılacak tekrar-seçim var. Tüm bu süreç öyle gözü dönmüş bir kanunsuzluğun yansıması ki bunun ciddi bir politik izahını yapmak hem imkânsız, hem de gereksiz. Fakat şu derkenarı düşmek icap eder ki İstanbul’da gasp edilen büyükşehir belediye seçimi, yetki paylaşımını taviz olarak gören, çağdaş demokratik ilkelerden uzaklaşmış, kurumsal geleneklerini ve güçler ayrılığını yitirmiş bir yönetimin halk iradesinin tecellisini önleme girişimidir.

Bu seçmen iradesi gaspının yarattığı haksızlık hissi ortada, kamuoyu araştırmalarında da Ekrem İmamoğlu’nun rakibi Binali Yıldırım’la iyice farkı açtığı görülüyor. Eğer demokratik seçim sürecini zedeleyecek müdahaleler yapılmazsa İmamoğlu’nun seçimi yeniden kazanacağı açıktır; bu noktada önemli olan bu seçim başarısının –Ekrem İmamoğlu’nun tüm Türkiye’ye ümit veren çağdaş sosyal demokrat politikacı kimliğinin de ötesinde– yeni bir toplumcu siyasal pratik ve programa dönüşme iradesiyle 2002’de açılan parantezi kapatacak bir toplumsal devinimin muharriki olmasıdır.

 

İtalyan Lisesi’ni bitirdi, Doğuş Üniversitesi’nde burslu olarak Uluslararası İlişkiler okudu, École des hautes études en sciences sociales’de (EHESS) tarih yüksek lisansı yaptı, halen EHESS ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Bizans tarihi alanındaki doktorasını sürdürmektedir. Akademik çalışmaları haricinde edebiyat ve sinema üzerine çok sayıda makale ve eleştiri yazısı yayımlanan Tirali, Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) yönetim kurulu üyesidir.

Düşüncenizi Paylaşın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.